Tüzel kişilik perdesinin aralanması veya kaldırılması

Yargıtay 13 HD. 2008/56E. 2008/6260K. İçtihat


Üyemizin ÖzetiYeni kurulan şirket ile bir önceki borçlu şirket kayden iki ayrı tüzel kişilik olarak görünse de, bu durum fiili birleşmenin söz konusu olduğu hallerde anlam ifade etmez. Özellikle borçlu şirket ile aynı işyerinde sonradan kurularak faaliyetine farklı bir unvanla devam eden yeni şirketin söz konusu olduğu durumlarda ve borcun tahsilini engellemeye matuf fikri birliktelik arzedecek girişimlerinin gözlemlendiği hallerde, fiili birleşme temelinde TTK.146-152. maddeler ila BK.179. hükmü uygulanarak, farklı unvan taşıyan yeni kurulan şirket de borçtan mesul tutulmalıdır.
(Karar Tarihi : 7.5.2008)

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı, eşi Sacide'nin 20.07.1998 tarihinde Özel Batman Ş ... Hastanesi'nde doğum yaptığını, bir süre sonra rahatsızlanarak 02.08.1998 tarihinde öldüğünü, ölüm olayı ile ilgili olarak (Batman Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'ne 2005/1331 esaslı, doktor kusuruyla ilgili olarak davalı doktor Ayten ve Özel Ş ... sağlık Hizmetleri A.Ş. (Özel Batman Ş ... Hastanesi) aleyhine açtığı tazminat davasının kısmen kabul edildiğini, mahkeme ilamının Yargıtay denetiminden geçerek 28.02.2007 tarihinde kesinleştiğini, ilamın icrası için başlattığı icra takibinde davalı borçlu Özel Batman Ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin (Özel Batman Ş ... Hastanesi) adresine 29.05.2006 tarihinde hacze gidildiğini, hastane yetkililerinin gösterdiği vergi levhasında Özel Batman Ş ... Hastanesi'nde faaliyet gösteren şirketin davalı S... Sağlık Hizmetleri A.Ş. olduğu, Özel ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin faaliyette bulunmadığı bildirilerek haciz işleminin yapılamadığını, oysa ki ilam borcundan S ... sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin sorumlu olması gerektiğini, Özel Batman Ş ... Hastanesi'nin 25.10.1996 tarihinde kurulduğunu, Ticaret Sicilinde Özel Batman Ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş. unvanı ile kaydının 08.11.1996 tarihinde yapıldığını, bu kez tabela ismi ve faaliyet adresi aynı kalmak kaydıyla 03.03.1998 tarihinde S sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin kurulduğunu, kurucu ortaklarının Özel Batman Ş Sağlık A.Ş., B ... Sağlık Tes. ve Tic. A.Ş., .. , vb şirketler olup, Özel Batman Ş sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin faaliyet adresinde aynı isimle çalışmaya başladığını, S ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin kurucu ortaklarından olan ve en büyük hisse sahibi şirketin de Özel Batman Ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş. olduğunu, ilama dayalı alacağının Batman İcra Müdürlüğü'nün 2005/1257 takip dosyasında takibi devam ederken bu kez Batman İkinci Noterliği'nce 28.09.2005 tarihinde S ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'deki beş kurucu şirket hisselerini özel şahıslara devrettiğini, bu hisse devirlerinin tamamen icra takibine konu edilen borçtan kurtulma amacıyla yapıldığını, hisse devirlerinin yapıldığı şahısların aynı zamanda kurucu şirketlerin ortakları olduklarını, işlemin muvazaalı olduğunu, kurucu ortakların tamamen Özel Batman Ş... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin kurucu ortakları olduuğunu ileri sürerek, davalı S ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin de Batman Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2005/1331 esas, 2006/189 sayılı ilam borcundan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı, Özel Batman Ş... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin, ticaret sicilinde kayıtlı olup halen varlığını koruyan aktif ve faal bir şirket olup tamamen farklı bir şirket olduğunu, her iki şirketin ortaklarının ve yetkililerinin bir dönem aynı olmasının sorumluluk doğurmayacağını, hisse devrinden sonra bu şirketle bir ilgilerinin kalmadığını, savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, ilam borçlusu Özel ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'nin faaliyetine devam ettiği, ortaklık payı olarak S ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'den hisse satın aldığı, birleşme ve devir işleminin olmadığı, aynı hastanede faaliyet göstermelerinin borçlu şirketin hak ve yükümlülüklerinin S ... Sağlık Hizmetleri A.Ş.'ye geçtiğini göstermeyeceği gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, Batman Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2005/1331 esas, 2006/189 sayılı ilam alacağının takibi için Özel Ş ... Sağlık Hizmetleri A.Ş. aleyhine icra takibi başlattığını, 29.05.2006 tarihli haciz aşamasında hastane bünyesinde faaliyet gösteren şirketin davalı S ... sağlık Hizmetleri A.Ş. olması nedeniyle takibinin sonuçsuz kaldığını, takip borçlusu şirket ile davalı şirketin aynı şirketler olduğunu, borçtan kurtulmak amacıyla muvazaalı kurulup hisse devirlerinin gerçekleştiğini ileri sürerek ilam borcundan davalı şirketin de sorumlu olması yönünde karar verilmesi için eldeki davayı açmıştır. İlam borçlusu şirket ile davalı şirketin faaliyet adresleri Ş ... Hastanesi olduğunda bir ihtilaf yoktur. Ş... Hastanesi 1996 tarihinde hizmet vermeye başlamış, ilam borçlusu şirketin 1996 yılında, davalı şirketin ise 03.03.1998 yılında kurulduğu, kurucu ortaklarının ilam borçlusu şirketin kurucu ortakları olduğu, bilahare davalı şirketin kurucu şirketleri hisselerini özel şahıslara devrettiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. TTK 146-151 maddelerinde, şirket hisselerinin devri veya şirketlerin birleşmesi durumlarında önceki şirketin aktif ve pasifleri ile tümünün yeni şirkete geçeceği hükmü düzenlenmiştir. Dava konusu olayda davalı şirketle ilam borçlusu şirketin davacının alacağını almasını engelleme amacıyla fikir ve işbirliği içinde olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar kayden iki ayrı tüzel kişilik devam ediyor görünse de, bu durum fiili birleşme karşısında anlam ifade etmez. Faaliyet adresleri aynı olan şirketler iki ayrı hastanede değil, tek bir hastanede ticari işletmelerini sürdürmektedirler. Ticari işletmelerde devamlılık esas olduğundan, sonraki öncekinin devamı niteliğindedir. İlam borçlusunun borçlarından da TTK 146-152 maddeleri, BK 179 ve devamı maddeleri gereğince külli halefiyet kuralları gereğince davalı şirket sorumdur. Dosya kapsamından, davalı şirketin sırf davacının elde ettiği ilamın infazını engellemeye yönelik olarak ticari işletmeyi mevcut ticari unvanı altında sürdürdüğü de anlaşılmaktadır. Böyle olunca mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 07.05.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.





T.C. YARGITAY
15.Hukuk Dairesi

Esas: 1994/4957
Karar: 1994/6763
Karar Tarihi: 15.11.1994

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün, temyizen tetkiki davalılar vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı vekili, müvekkili şirketin vergi dairesine borcu bulunmadığı halde, dava dışı borçlu şirketin borcu nedeniyle davalı bankanın Üsküdar Şubesindeki iki hesabında bulunan 31.104.502 TL. nın haczedilmesi ve çekilmesi nedeniyle istihkak iddiasının kabulü ile bu paranın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı hazine vekili, davacı şirket ile borçlu şirket arasında organik bağ bulunduğunu, haczedilen paranın gerçekte borçluya ait olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Davalı banka vekili, bankanın olayda hiçbir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık 3. şahsın istihkak iddiasına ilişkindir. Davalı hazine vekili, davacı şirket ile dava dışı borçlu şirket arasında organik bağ bulunduğunu, her iki şirketin en büyük ortağı ve yönetim kurulu üyesi Z. B.’nun vergilerini ödemediğini ve muvazaalı işlemler yaptığını savunmuş ise de mahkemece bu husus üzerinde durulmaması doğru görülmemiştir. Mahkemece yapılacak iş; aralarında unvan benzerliği bulunan davacı şirket ile dava dışı borçlu şirketin sicil kayıtlarının ticaret sicilinden getirtilerek, ortakların araştırılması, her iki şirketin ortakları arasında aynı kişi veya kişilere mevcutsa organik bağ bulunduğu kabul edilerek muvazaalı işlem yapmaları sebebiyle, davalı vergi dairesi yönünden, davalı vergi dairesi 6183 sayılı Kanunun gereği haciz haklarını kullanmış olup bankanın kanuna aykırı bir davranışı söz konusu olmaması nedeniyle davalı banka yönünden davanın reddine karar vermekten ibarettir. Ne var ki dosyada, borçlu şirketin iflasına ilişkin İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.1989/4680- K.1990/2852 sayılı karar mevcuttur. O halde, borçlu hakkındaki iflas kararının kesinleşip kesinleşmediği de araştırılmalı, kesinleşmiş ise istihkak davasının iflas masasına ihbar edilerek İ.İ.K.nun 245. maddesi hükmü gereği işlem yapılmalıdır.

Yukarda açıklanan hususlar göz ardı edilerek eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalılar yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalı bankaya geri verilmesine, 15.11.1994 gününde oybirliği ile karar verildi.


T.C. YARGITAY
21.Hukuk Dairesi

Esas: 2003/10954
Karar: 2004/1663
Karar Tarihi: 26.02.2004

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın temyizen tetkiki davalı ( alacaklı ) vekili tarafından duruşmalı olarak istenmiş, mercice, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hacer Pat tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

Karar: Uyuşmazlık, 3. kişinin İİK'nın 96 ve onu izleyen maddelerine dayalı istihkak davasına ilişkindir.

Borcun kaynağı toplam 2.462.993.222.369 TL. tutarındaki Genel Kredi Sözleşmesidir. Borçlu şirkete ait kredi sözleşme adresi ile ödeme emri tebliğ adresinin 3. kişi davacı şirketin tescil adresi olduğu açıktır.


Haciz, 15.2.2000 tarihinde fabrika müdürü K.B. huzurunda yapılmıştır. K.B., ekli sicil kayıtlarına göre ( Borçlu ) şirketin fabrika müdürü olup B. grubu imzaya da yetkili olduğu ortadadır. Yine ( borçlu ) şirket ortağı ve müdürü olan C.F.Y.'nin 3. kişi şirkette Yönetim Kurulu Başkanı olarak ortak olduğu da sicil kayıtları ile sabittir.


Her iki şirketin tescil adresleri, sorumlu ortakları ve faaliyet konuları aynı olmakla şirketler arasında organik bağın bulunduğu, istihkak davasının alacaklıdan mal kaçırma amacını içerdiği açıktır. Ayrıca, borç doğumundan sonraki tarihe ait ve her zaman düzenlenmesi olanaklı fatura ile alacaklının haklarını etkilemeyen adi nitelikteki kira sözleşmesi de mülkiyeti ispata yeterli belgelerden olmadığı gerçeği karşısında davanın reddi yerine yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

Kabule göre de; 22.12.1999 tarihinde T.C. Merkez Bankası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen S. A.Ş.'nin 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 4491 sayılı Kanunla değişik 14/5-c maddesi hükmü uyarınca harçtan bağışık olduğu gözönünde tutulmaksızın bakiye karar ve ilam harcından sorumlu tutulması da yerinde değildir.

O halde, davalı alacaklının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, 26.2.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

Tüzel kişilik perdesinin aralanması veya kaldırılması
Yazan :
 Bumin DOĞRUSÖZ -
Tarih :
 04.02.2008
Tüzel kişilik perdesinin aralanması veya kaldırılması

04.02.2008 | Bumin Doğrusöz | Yorum
Kişilerin ömürlerini aşan amaçlarını gerçekleştirebilmeleri ve/veya belli bir mal varlığının belli bir amaca özgülenebilmesini sağlamak amacıyla, mal varlığı kişilerden ayrı bir kişilik yaratılması çabasının sonucu olarak hukuk tarihinde ortaya çıkan tüzel kişilik müessesesi, yasalarda öngörülmüş bazı istisnalar dışında, o tüzel kişiliği oluşturan kişilere de "sınırlı sorumluluk ilkesi" veya "sınırlı sorumluluk kalkanı" sayesinde bir koruma sağlamaktadır.

Ancak uygulamada, sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü yükümlülükler ile borçlardan ve sorumluluklardan kurtulmak için tüzel kişiliğin bir araç olarak kötüye kullanıldığı, bir başka anlatımla hukuk normlarının amaçları dışında kullanıldığı, kişilerin tüzel kişilik perdesinin arkasına sığındığı, zaman zaman görülmektedir. Hukuk sistemlerinin bir hakkın kötü niyetle kullanılmasını himaye etmeyeceği açık olduğuna göre, tüzel kişilik perdesinin arkasına sığınmanın da hukuk sistemleri tarafından anlayışla karşılanacağı düşünülemez.

Bu konuyu örneklerle de açıklayabiliriz. Örneğin bir şirketin kendisi ve ortaklarının artık o konuda faaliyette bulunmama koşulu ile bir işletmesini devretmesi halinde, hakim ortaklarının bir başka şirket kurarak aynı alanda faaliyette bulunması halinde, taahhütlerine aykırı olarak faaliyette bulunmaları halinde yeni şirketin ortaklarından ayrı bir tüzel kişi olarak kabul etmek, hakkaniyete aykırı düşecektir. Bu durumda yeni şirketin ortaklarının dışındaki tüzel kişiliğine itibar olunmayarak ortakların yükümlülüklerini ihlal ettiklerini kabul etmek gerekecektir. Bu konuya güncel örnekler de verebiliriz. Yabancıların ülkemizde gayrimenkul edinme yasaklarını ihlal etmek maksadı ile şirket kurarak gayrimenkullerini bu şirket adına satın almaları halinde de, şirket tüzel kişiliğinin gerektiğinde bir perde olarak kabul edilmesi gerekir.

İşte bu düşüncelerle doktrinde "tüzel kişilik perdesinin aralanması" veya "tüzel kişilik perdesinin kaldırılması" yahut benzer adlarla teoriler doğmuş ve bu teorilere dayalı yargı kararları gerek anglo-amerikan hukukunda ve bazı kıta avrupası ülkelerinde gerekse ülkemizde giderek çoğalmaya başlamıştır.

Bu teorilerin ve bu yolda verilen yargı kararları, geçtiğimiz cumartesi günü Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile TMSF tarafından müştereken düzenlenen 1. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumunda Yargıtay üyelerinin de katılımı ile irdeleme konusu yapılmıştır. Benimde konuyu vergi hukuku bağlamında irdeleyen bir tebliğle katıldığım bu toplantıyı düzenleyenleri, iki kurumun yöneticileri Dekan Prof. Dr. Gökhan Antalya ile Başkan Ahmet Ertürk'ü hem organizasyonun hem de konu seçiminin başarısı dolayısıyla kutlamak gerekir.

Bu teorilerin hiç şüphesiz vergi hukukunda da yer bulması ve yansıması söz konusu olacaktır. Bu teorilerin vergi hukukuna yansımasına yasal dayanak zaten Vergi Usul Kanununun 3/B maddesinde "vergilendirilmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır" hükmü ile mevcuttur. Ancak bu teorilerin ve özel hukuk alanında oluşan yargı kararlarının yarattığı durumların vergi hukukuna yansımasında, hiç şüphesiz, vergilerin yasallığı ilkesi ile bu ilkenin "vergilendirmede genişletici yorum yasağı" şeklindeki alt ilkesi bir sınır çizmek durumundadır. Öte yandan vergi mevzuatında vergi konularının doğal olarak sınırlarının net olarak çizilmesi ve bu kapsamda idareye tanınan takdir yetkisinin sınırlı olması, idarenin yetkilerinin kural olarak bağlı yetki biçiminde belirlenmiş olması da, söz konusu teorilerin vergi hukukunda kullanılabilirliğini sınırlandırmaktadır.

Yine aynı örneğimize dönelim. Yabancıların gayrimenkul alımlarında şirket kurmaları ve gayrimenkullerini bu şirketler adına satın aldıkları hallerde, şirketin tek mal varlığının bu gayrimenkul olduğu, gayri faal durumda tutulduğu görülmektedir. Daha sonra gayrimenkul satılmak istenildiğinde, satılan gayrimenkul olmamakta, şirketin hisseleri satılmaktadır. Bu yolla hem tapu harçlarından tasarruf sağlanmakta hem de satış beş yıl içinde yapılırsa ödenmesi gereken gelir vergisi devre dışı bırakılmaktadır. Çünkü anonim şirket hisse devirleri, elde etmeden itibaren iki yıl geçtikten sonra yapılırsa, kazanç vergi dışı kalmaktadır. İşte bu teori burada uygulanabilir mi? Bu husus tartışmalıdır. Hisse senedi satışı iktisaptan itibaren iki yıl içinde yapılırsa, hisse değerlemesinde gayrimenkul değeri de nazara alınacağından, vergileme yine yapılabilecektir. Ancak 3 5 yıl arasında yapılan satışta, bu teoriler uygulanabilir ve vergi hâkim ortaktan istenebilir. 5. Yıldan sonraki satışlarda ise bu görüşlerin yaşama aktarılmasının bir önemi yoktur. Çünkü kazanç gayrimenkul satış kazancı olarak ortaklara izafe edilse dahi gerçek kişilerin iktisaptan itibaren 5 yıl geçtikten sonra gayrimenkul satış kazancı elde etmeleri halinde, bu kazançları vergiye tabi değildir. Ancak burada, şirket satışı yolu ile yapılan her gayrimenkul devirlerinde bu teori uygulanabileceği de söylenemez. Perdeyi kaldırma görüşünün uygulanmasında belli ölçütler yoktur, olayın özellikleri önem taşır.

Bu teorilerin ve yargı kararlarının gerek ticaret gerekse vergi hukukundaki yansımalarına ileride tekrar döneceğiz.

Kaynak:Referans Gazetesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TMK m.724'e mesnetle malzeme sahibinin temliken tescil talebinin kabul edilebilmesi için

önalım bedelinin depo edilmesi yargıtay kararı

Bir Taraf Lehine Usuli Kazanılmış Hak Doğmadıkça Hakimin Verdiği Ara Karardan Rücu Edebileceği