Sekizinci Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatı ile ilgili olarak yaşanan süreç içerisinde gerek Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesinde gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık hizmetlerine dair iş ve işlemler ile olayın oluş şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan diğer iddiaların araştırılması ve incelenmesi.
HİZMETE ÖZEL
T.C.
CUMHURBAŞKANLIĞI Devlet
Denetleme Kurulu
ARAŞTIRMA VE İNCELEME RAPORU
RAPORUN KONUSU
Sekizinci Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatı ile ilgili olarak
yaşanan süreç içerisinde gerek Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesinde gerekse Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık hizmetlerine dair iş ve işlemler ile
olayın oluş şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan diğer
iddiaların araştırılması ve incelenmesi.
Aynı konu ile
ilgili olarak Savcılıkça yürütülmekte olan hazırlık soruşturmasının gizliliği
ve diğer hususlar nedeniyle internet sayfamızda Rapora sınırlı olarak yer
verilmiştir.
Tarihi
: 04 / 06 / 2012 Sayısı : 2012 / 2 Eki : -
HİZMETE
ÖZEL
KISALTMALAR...................................................................................................................................................... II
GİRİŞ......................................................................................................................................................................... 3
ÇALIŞMAYA İLİŞKİN BİLGİLER......................................................................................................................... 3
I-
ÇALIŞMANIN KONUSU VE
DAYANAĞI..................................................................................................... 3
II-
ÇALIŞMANIN KAPSAMI VE
YÖNLEMİ....................................................................................................... 3
BİRİNCİ BÖLÜM................................................................................................................................................... 20
TURGUT ÖZAL’IN ÖLÜMÜNE
YÖNELİK İLERİ SÜRÜLEN İDDİALAR HAKKINDA YAPILAN İNCELEMELER 20
I
- SEKİZİNCİ
CUMHURBAŞKANI MERHUM LURGUL ÖZAL’A İLİŞKİN BİLGİLER....................................................................................... 26
II-
CUMHURBAŞKANLIĞI
ÇANKAYA YERLEŞKESİNİN (KÖŞK) İŞLEYİŞİNE İLİŞKİN BİLGİLER... 29
III- KÖŞK’TEKİ SÜRECE İLİŞKİN İDDİALAR................................................................................................. 64
IV- HACELLEPE HASLANESİNDEKİ SÜRECE İLİŞKİN İDDİALAR 241
V- ZEHİRLENMEYE İLİŞKİN İDDİALAR....................................................................................................... 347
VI-
MERHUM LURGUL ÖZAL’IN
ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ HUSUSLARIN YELERİNCE ARAŞLIRILMADIĞINA İLİŞKİN İDDİALAR 391
İKİNCİ BÖLÜM................................................................................................................................................... 409
ÖLÜM SEBEBİNİN TESPİTİNE
YÖNELİK YAPILAN İNCELEMELER 409
I- LIBBİ UZMANLAR HE YELİ İNCELEME RAPORU.................................................................................. 409
II- ÖLÜM SEBEBİNE İLİŞKİN LESPİL VE DEĞERLENDİRMELER............................................................. 446
III-
OLOPSİ
İHLİYACININBELİRLENMESİNE YÖNELİK LESPİL VE DEĞERLENDİRMELER .......... 469
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM.............................................................................................................................................. 480
GENEL DEĞERLENDİRME VE
ÖNERİLER.................................................................................................... 480
Sekizinci
Cumhurbaşkanı Sayın Turgut ÖZAL'ın ölümüne ilişkin olarak, aile fertleri, yakınları
ve diğer kişiler tarafından çeşitli iddialar gündeme getirilmiştir. Sözkonusu
iddiaların kamuoyunda uzun zamandır tartışılmasına rağmen, konu ile ilgili
olarak tüm iddiaları kapsayacak nitelikte bugüne kadar herhangi bir idari
araştırma/inceleme/soruşturma yapılmamıştır.
Özellikle 2010
yılında aile fertleri tarafından iddiaların tekrar yoğun bir şekilde yazılı ve
görsel medyada gündeme getirilmesi ile birlikte, konu hakkında hem Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı hem de Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine Kurulumuz
tarafından soruşturma/inceleme başlatılmıştır. Kurulumuzca yapılan çalışmada
merhum Turgut Özal'ın ölümü ile ilgili olarak dile getirilen iddialardan;
ağırlıkla, idari iş ve işlemlerle ilgili olanların araştırılması ve incelenmesi
üzerinde durulmuştur.
Bu kapsamda, Merhum
Turgut ÖZAL'ın rahatsızlanması ve ölümü sürecinde, gerek Köşk yerleşkesinde
gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yürütülen sağlık hizmetleriyle
ilgili iş ve işlemlerin mevzuata ve bilimsel esaslara uygun olarak yerine
getirilip getirilmediğinin ve ölüm sebebine ışık tutabilecek hususların
tespitine çalışılmıştır. Ayrıca, ölümün oluş şekli ve sebebiyle ilgili
tartışmaların araştırılması yanında, kamuoyunda çeşitli defalar dile getirilen
merhum Turgut Özal'ın öldürüldüğüne ilişkin iddiaların somut ve güvenilir
delillere dayanıp dayanmadığı hususu da incelenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı
Yüce Katının talimatları uyarınca yürütülen çalışmada;
- Öncelikle
aile üyelerinin bilgisine başvurulmuş, daha sonra konuyla ilgili bilgisi olan kişiler
tespit edilerek beyanları alınmış,
- Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm günü yaşanan sürece ilişkin kayıtların ve sonrasında
vefatının tartışıldığı ve çeşitli iddiaların yer aldığı yazılı ve görsel medya
ile dergi ve kitaplar taranarak kamuoyuna yansıyan iddiaların tespitine
çalışılmış,
- Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliğinden Merhum Cumhurbaşkanının vefatına ilişkin Köşk'ün
arşivinde mevcut belgeler temin edilmiş,
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili bilgi ve belgeleri temin etmek ve konuyla
ilgili bugüne kadar herhangi bir araştırma/inceleme/soruşturma yapılıp
yapılmadığını tespit etmek için ilgili kurumlardan yazı ile bilgi istenmiş,
- Köşk'te
sağlık hizmetlerinin organizasyonu ile bu hizmetlerin nasıl ve kimler
tarafından yerine getirildiği hususu tespit edilmiş, Merhum Turgut ÖZAL'a
sunulan sağlık hizmetleri ve vefatından sonra yapılan işlemlerin
değerlendirilebilmesi için önceki Cumhurbaşkanlarına ait bu yöndeki belgeler
üzerinde çalışma yürütülmüş,
- Merhum
Turgut ÖZAL'ın vefatından önceki sağlık durumunun bilinmesinin ölüm sebebini
izahta faydalı olabileceği düşüncesiyle Türkiye'deki ve Amerika Birleşik
Devletleri'ndeki geçmiş sağlık bilgi ve belgeleri ile vefatında Hacettepe
Üniversitesi Hastanesince düzenlenen hasta dosyası temin edilmiş,
toplanan bilgi ve
belgeler ile ifadeler işbu raporun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak
değerlendirilmiştir.
Ayrıca, Merhum
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın vefatından önceki sağlık durumunun belirlenmesi,
bu durumun vefatına etkisi, vefatı sırasında uygulanan tıbbi müdahalenin
etkinliğinin/yerindeliğinin irdelenmesi, kayıtlarda gösterilen ölüm sebebinin
değerlendirilmesi, eldeki bulgular ışığında başkaca bir ölüm sebebi ihtimalinin
araştırılması ile ölümün doğal bir ölüm olup olmadığının tespiti amacıyla, kardiyoloji, kalp damar
cerrahisi, anesteziyoloji ve reanimasyon, üroloji, iç hastalıkları (nefroloji-
gastroenteroloji), tıbbi farmakoloji, biyokimya ve adli tıp uzmanlarından
oluşan on iki kişilik Tıbbi Uzmanlar Heyeti oluşturulmuştur.
Yürütülen çalışma
sırasında; özellikle merhum Turgut Özal'ın rahatsızlanma anı, hastaneye
götürülmesi süreci ve hastanede yapılan işlemlerin berraklaştırılması ile
öldürüldüğüne dair çeşitli iddiaların araştırılması hususlarında karşılaşılan
güçlükler/kısıtlar aşağıda gösterilmiştir.
- Ölüm
günü olan 17 Nisan 1993 tarihinden çalışmanın yapıldığı tarihe kadar 19 yıl
gibi uzun bir sürenin geçmiş olması nedeniyle, bilgisine başvurulan kişilerin
olayları tam olarak hatırlamakta güçlük çektikleri görülmüştür.
- Bilgilerine
başvurulan ve beyanları tespit edilen kişilerin kendilerine ve bir başkasına
sorumluluk gelebileceği endişesinden hareketle bazı bilgileri
“hatırla(ya)mıyorum” gerekçesiyle paylaşmaktan imtina ettikleri müşahade
edilmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefatıyla ilgili iddiaların muhtelif zamanlarda -özellikle son
yıllarda- yazılı ve görsel medya aracılığıyla gündeme ge(tiri)lmiş ve
kamuoyunda tartışılmış olması nedeniyle, bir kısım beyan sahibinin yaşadığı
olayları bu tartışmaların etkisinde kalarak edindiği bilgilere göre yorumladığı
ve yönlendirmeye çalıştığı görülmüştür.
- Alınan
beyanlar arasında bazı çelişkiler ve/veya hayatın olağan akışına aykırı
hususlar tespit edilmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği 17 Nisan 1993 tarihinin öncesinde ve sonrasında
yaşanan sürece tanıklık eden bazı kişilerin (dönemin Genel Sekreteri Em. Org.
Kemal Yamak, Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, Genelkurmay II. Başkanı Org.
Fikret Küpeli, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine intikalde ambulansta refakat
eden yakın koruma görevlisi Turan İnanç, Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğinin
saklanmasının kamuoyuna yansıdığı dönem (19951999) Hacettepe Üniversitesi
Rektörü olan Prof. Dr. Süleyman Sağlam vb) vefat etmiş olması nedeniyle
bilgilerine başvurulamamıştır. Öte yandan bilgisine başvurulan bazı kişilerin
sorumluluk gerektirebilecek durumlarda ölen kişilere atıf yaparak konuyu
açıklamaya çalıştıkları görülmüştür.
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefatının üzerinden uzun bir zaman geçmiş ve konuya ilişkin
belgelerin arşiv mevzuatı gereği saklama yükümlülüğünün sona ermiş olması
nedeniyle talep edilen bir kısım bilgi ve belgeye imha edilmiş oldukları için
erişilememiştir.
- Çalışma
sırasında bilgisine başvurulan bazı kişiler ile belge talebinde bulunulan bir
kısım kurumun inceleme/araştırma konusuna ilişkin evrakın Cumhurbaşkanlığı
arşivinde olduğunu/olabileceğini/olması gerektiğini belirtmesine rağmen,
Cumhurbaşkanlığı arşiv hizmetlerinin yürütüldüğü Eğitim ve Araştırma
Müdürlüğünde Merhum Turgut ÖZAL'ın görev dönemine ilişkin inceleme/araştırma
konusuyla âlâkalı hemen hemen hiç bir dokümanın bulunmadığı tespit edilmiştir.
- Bilgisine
başvurulmak üzere ilgili kurumlarda o dönemde fiilen görevli olan personelin
isim ve iletişim bilgileri kurumlarında temin edilmek istenmiştir. Ancak,
kurumlarda gerek görevli personele gerekse o gün yaşanan sürece ilişkin
herhangi bir tespit/kayıt/tutanak tanzim edilmediği için çoğunlukla bu bilgiye
erişilememiştir. Sözkonusu personele haricen edinilen bilgiler ile ulaşılmaya
çalışılmış, bir kısım kişilerin (Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil
servisindeki intörnler gibi) isim ve iletişim bilgilerine de ulaşılamamıştır.
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili iddiaların önemli bir bölümünü dile getiren
Sayın Semra Özal ve T. Ahmet Özal'dan beyanlarında vereceklerini ifade ettikleri
bilgi ve belgeler ile Merhum Cumhurbaşkanının ölümünün aydınlatılmasına matuf
her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesi 10.02.2011 ve 19.10.2011 tarihli
yazılarımızla ayrı ayrı ikişer defa istenilmiş olmasına rağmen adı geçenlerce
Kurulumuza, kamuoyuna yansıtılanlar dışında her hangi bir bilgi ve belge
sunulmamıştır.
- Merhum
Cumhurbaşkanının, gerek Türkiye'de gerekse yurtdışında tedavi gördüğü
kurumlardaki sağlık dosyasının temininde Raporun ilgili bölümünde belirtilen
güçlükler ve çok uzun süren gecikmeler yaşanmıştır. Bu nedenle Tıbbi Uzmanlar
Heyeti incelemesini 15.05.2012 tarihinde tamamlayabilmiştir.
- Kurumların
zaman içinde teşkilat yapılarında ve çalışma mekânlarındaki değişiklikler
olması ile personel sirkülâsyonu, bazı tespitlerin yapılmasını ve iddiaların
araştırılmasını güçleştirmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği yıldaki teknolojik alt yapı ile bugünkü
teknolojik alt yapı arasındaki gelişmişlik farkı nedeniyle günümüzde
yapılabilme imkânı olan bazı araştırma ve inceleme tekniklerindan (kamera
görüntüsü, iletişimin tespiti ve kaydı gibi) yararlanılamamıştır. Örneğin, 17
Nisan 1993 tarihinde yaşanan sürecin belirlenmesinde katkısı olabileceği
düşüncesiyle Türk Telekom A.Ş.'den Cumhurbaşkanlığı Köşk'üne ait telefon
kayıtları yazılı olarak istenmiş, sistem değişikliği nedeniyle mevcut olmadığı
bildirilmiştir.
-Yapılan çalışma,
Anayasanın 108. maddesinde yer alan sınırlı yetkiler nedeniyle idari araştırma
ve inceleme kısıtları içerisinde yürütülmüştür.
Yapılan çalışma
neticesinde ulaşılan tespit ve değerlendirmelere ilişkin açıklamalar işbu
raporun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınmış olup aşağıda kısaca
özetlenmiştir.
1 -
Merhum Turgut Özal'ın vefat ettiği dönem itibariyle Köşk'ün işleyişine ilişkin
hususların aşağıdaki gibi olduğu tespit edilmiştir.
- Köşk'ün
iş ve işlemleri, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı Hakkında
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Teşkilatı
Görev ve Sorumlulukları Yönetmeliği ve Cumhurbaşkanını Koruma Hizmetleri
Yönetmeliği çerçevesinde yürütülmektedir. Köşk'ün genel işleyişi ve hizmetlerin
yürütülmesinden Genel Sekreterin birinci derecede görev, yetki ve
sorumluluğunun bulunduğu, idari ve sosyal hizmetlerden sorumlu Genel Sekreter
Yardımcısı, Başyaver ve Personel İdari Mali İşler Başkanının da bu kapsamda
görev ve sorumluluklarının olduğu anlaşılmıştır.
- Başyaverliğin
sorumluluğunda Merhum Cumhurbaşkanının resmi ve özel günlük faaliyetlerinin
kaydedildiği ceride defterinin her gün itibariyle nöbetçi yaver tarafından
tutulduğu, tutulan ceride defterinin beklenen amaca hizmet etmekten uzak
olduğu, daha önce görev yapan Cumhurbaşkanları döneminde tutulan ceride
defterlerindeki kayıtlar ile karşılaştırıldığında, defterin sol tarafında yer
alan özel meşguliyetlere ilişkin bölümüne, hiç bir bilginin dercedilmediği,
ceride defterinde Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği günün sabahı
rahatsızlanması anına kadar geçen süreye ilişkin herhangi bir kaydın ve
tespitin bulunmadığı görülmüştür.
- Konut'ta
çalışan personelin seçiminde herhangi bir usul ve esasın belirlenmediği,
Konut'ta Cumhurbaşkanı ve ailesi için hazırlanan yemeklerin kontrol edilmesine
yönelik bir sistemin oluşturulmadığı, hazırlanan yemeklerden numune alınmadığı
belirlenmiştir.
- Cumhurbaşkanının
zatına ve ailesine sağlık
hizmeti vermek üzere “özel doktorluk” müessesinin oluşturulmadığı, gerek Köşk'te gerekse
Konut'ta 7 gün 24 saat esasına göre sağlık hizmetinin planlanmadığı, bu
kapsamda görevlendirilmiş sağlık müdürü, doktor ve diğer sağlık personelinin bulunmadığı,
mevcut doktorun da yarım gün mesai ile tüm Köşk personeline hizmet verdiği ve hafta sonu
çalışma zorunluluğunun olmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan ne Cumhurbaşkanının zatına ne de
Cumhurbaşkanlığı örgütünün tümüne hizmet verecek herhangi bir tam donanımlı ambulansın
bulunmadığı tespit edilmiştir.
2 -
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanarak vefat ettiği gün Çankaya Köşk'ünde
görevli doktor, hemşire ve diğer sağlık personeline aynı anda bilinçli olarak
izin verildiği,
Cumhurbaşkanlığı resmi doktoru Prof.
Dr. Hilmi Özkutlu'ya ulaşılamadığı, acil müdahalelerde kullanılmak üzere
hazırlanan ilk yardım çantasının ve bunu kullanacak sağlık personelinin
bulunamadığı ve bu nedenlerle rahatsızlandığı anda acil tıbbi yardım alamadığı
hususlarının kamuoyunda tartışılan iddialar arasında olduğu tespit edilmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanının görev döneminde Köşk'teki sağlık hizmetlerinin organizasyonu
ve işleyişi ile personelin görev, yetki ve sorumlulukları, Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği Teşkilatı Görev ve Sorumlulukları Yönetmeliği ile Sağlık
Müdürlüğünün Görev ve Sorumlulukları Yönergesinde düzenlenmiştir. Buna göre,
sağlık müdürüne Merhum Cumhurbaşkanına doğrudan sağlık hizmeti sunma
mükellefiyetinin yüklenmediği, doktorun ise, görevlendirme yapılmadıkça/emir
verilmedikçe bizzat Sayın Cumhurbaşkanına yönelik sağlık hizmeti sunma
mükellefiyetinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan çalışma esnasında, Cumhurbaşkanının görev süresi
içerisinde rahatsızlanması halinde yapılacak iş ve işlemlere yönelik herhangi bir mevzuata
ya da iç düzenlemeye rastlanılmamıştır.
Cumhurbaşkanlığı
Köşk'ünde 1993 yılı itibariyle tüm personele ve bakmakla yükümlü olduğu aile
fertlerine sunulan sağlık hizmetlerinin, bir hekim, bir diş hekimi, bir diş
teknisyeni, bir hemşire ve bir memur-daktilograf tarafından yürütüldüğü, mevcut
hekimin ise yarım gün esası ile çalıştığı anlaşılmıştır. Cumhurbaşkanlığı
teşkilat düzenlemelerinde yer alan “Cumhurbaşkanlığı özel tabipliği” kadrosunun
oluşturulmadığı ve Sağlık Müdürlüğü kadrosuna da 28.09.1992 tarihinden itibaren
atama veya görevlendirme yapılmadığı görülmüştür.
Merhum
Cumhurbaşkanının bizatihi bulunduğu makamın gereği ve sağlık öyküsü dikkate
alındığında, özel tabiplik kurumunun ihdas edilmesinin zorunluluk arz ettiği
değerlendirilmektedir. Ancak, teşkilat düzenlemelerinde yer almasına rağmen Cumhurbaşkanlığı Özel Tabipliği
kadrosuna işlerlik kazandırılmadığı gibi Cumhurbaşkanlığı örgütü resmi doktoru olan Prof.
Dr Hilmi Özkutlu'ya da bu yönde bir görev tevdi edilmemiştir.
Kamuoyunda Merhum
Cumhurbaşkanının resmi doktoru olarak bilinen, Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kalp-Damar ve İç Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr. Hilmi Özkutlu
ile 7. Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren döneminde 09.05.1983 tarihinde Hacettepe
Üniversitesindeki asli görevi devam etmek kaydıyla yarım gün çalışma esasına
dayalı hizmet sözleşmesi yapılmıştır.
Bu sözleşmede,
Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun görevleri arasında Sayın Cumhurbaşkanının kendisi
ve bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerine sağlık hizmeti sunmak olduğu halde, daha
sonraki yıllarda yapılan sözleşmelerde bu yükümlülüğe yer verilmeyerek görev
tanımlamasının kısmen daraltıldığı, Sayın Cumhurbaşkanının kendisi ve bakmakla
yükümlü olduğu aile fertlerine yönelik sağlık hizmetleri ile ilgili bir
düzenlemeye yer verilmediği gibi Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun görev tanımının
dahi yapılmadığı, ayrıca mesai saatlerinin de gösterilmediği,
Merhum Turgut ÖZAL'dan önceki
Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren zamanında Prof. Dr. Hilmi Özkutlu ile yapılan
ve o tarihten ayrıldığı zamana kadar devam eden hizmet sözleşmeleri ve
çıkarılan kararnamelere göre çalışma saatlerinin hafta sonunu kapsamadığı
anlaşılmıştır.
Bu açıklamalar
çerçevesinde, 17 Nisan 1993 tarihinin Cumartesi günü olması nedeniyle Prof. Dr.
Hilmi Özkutlu'nun özel bir işi için Köşk dışına çıkmasının, yapılan hizmet
sözleşmesi ve anılan kararname hükümlerine aykırı olmadığı tespit edilmiştir.
Öte yandan,
kamuoyunda Merhum Cumhurbaşkanının özel doktoru olarak bilinen, kendisini de bu
şekilde tanımlayan ve 17 Nisan 1993 tarihinde Hacettepe Üniversitesi
Hastanesinde düzenlenen tıbbi tutanağı da bu unvanla imzalayan Dr. Cengiz Aslan'ın özel tabip
olarak resmi bir şekilde
görevlendirilmediği anlaşılmıştır. Merhum Cumhurbaşkanına verdiği
sağlık hizmeti dikkate alındığında özel tabiplik fonksiyonunu karşılayan bir
görev ifa etmediği de görülmüştür. Zira İstanbul ilinde ikamet eden ve özel bir
hastanede beyin cerrahı olarak görev yapan Dr. Cengiz Aslan'ın; Merhum
Cumhurbaşkanının yurtdışı seyahatlerinin tamamına yakınına katılmakla birlikte,
genellikle yurtiçi seyahatlerine katılmadığı, Türkiye'de bulunduğu dönemlerde
7/24 esasına göre aktif bir sağlık hizmeti vermediği, ara sıra İstanbul'dan
gelmek suretiyle bir nevi sağlık danışmanlığı yaptığı, Merhum Cumhurbaşkanı ile
uzun süreye dayanan tanışıklığının tesis ettiği karşılıklı güven ilişkisi ve
aile dostluğu nedeniyle, Merhum Cumhurbaşkanının sağlığı ile ilgili kararların
alınması/uygulanması konusunda etkin bir konumda bulunduğu, gerek kendi gerekse
bilgisine başvurulan diğer kişilerin beyanlarından anlaşılmıştır.
Merhum Cumhurbaşkanının
sağlığından özel olarak sorumlu bir kişinin olmadığı, yakınında 7 gün 24 saat sağlık
hizmeti veren personelin bulunmadığı, sağlık personelinin hafta sonu çalışma mecburiyetinin
olmadığı tespit edilmiştir. Ancak, bu durumun sadece Merhum Cumhurbaşkanının görev yaptığı
döneme ve vefat ettiği güne münhasır olmadığı, önceki Cumhurbaşkanı döneminde de
Köşk'te böyle bir sağlık sisteminin (7/24) bulunmadığı anlaşılmıştır. Buna göre,
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği hafta sonunda (Cumartesi günü) sağlık personelinin
çalışma esaslarının diğer hafta sonlarına göre bir farklılık taşımadığı,
sağlık personeline
çalışma mecburiyeti bulunmadığından o gün için izin verilmesinin söz konusu
olmadığı
değerlendirilmiştir.
Bütün bu hususlar
göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği tarafından, Köşk'te yeterli bir sağlık sisteminin oluşturulmadığı gibi
Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlanması halinde kimlere haber verileceği,
hangi sağlık kuruluşuna gidileceği, hangi güzergâhın takip edileceği, ilk tıbbi müdahalenin
nerede, nasıl ve kimler tarafından yapılacağı, sağlık kuruluşuna intikalin ne
şekilde sağlanacağı gibi hususlarda yeterli, öngörülü ve alternatifli
her hangi bir süreç
planlamasının yapılmadığı da görülmüştür.
Yukarıda ifade
edilen tespitler çerçevesinde, gerek dönemin Genel Sekreterliğinin gerekse o
dönemde Merhum Cumhurbaşkanı'nın özel doktorluğunu yaptığı ifade edilen
kişilerin, Köşkün sağlık sisteminin oluşturulmasında ve uygulanmasında ciddi
bir şekilde hatalı/kusurlu oldukları kanaatine varılmıştır.
3 -
Acil müdahalelerde kullanılmak üzere hazırlanan ve konutta bulunduğu beyan
edilen ilk yardım çantasının, Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı ilk anda
kullanılamadığı/bulunamadığı iddia edilmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı esnada ilk yardım kitinin herhangi bir şekilde
kullanılmış olduğuna ve/veya arandığına yönelik tespitte bulunulmamıştır. Bu
itibarla Köşk'te söz konusu acil yardım kitinin bulunup bulunmadığını kesin olarak
tespit etmek mümkün olamamakla birlikte, bu tespitin pratik bir faydasının
olmadığı da açıktır. Çünkü söz konusu sağlık kiti mevcut olsa bile bunu kullanarak ilk
müdahaleyi yapacak bir sağlık görevlisinin o gün o saatlerde Konut'ta bulunmadığı,
uygulana gelen sağlık sistemine göre de bulunma ihtimalinin olmadığı tespit
edilmiştir.
Sağlık öyküsü ve
fiziki özellikleri bilinen ve Devletin başı konumunda olan Cumhurbaşkanının
sağlık hizmetlerinin uzman bir ekip eliyle yürütülmesi asıl olmalıdır. Bununla
beraber her türlü ihtimal düşünülerek, Merhum Cumhurbaşkanına yakın olarak çalışan
(yaverlik personeli,
koruma ve kat görevlileri gibi) kişilere acil durumlarda ilk müdahaleyi
yapabilmelerini sağlamak
amacıyla eğitim verilmesinin gerekliliği kuşkusuzdur. Böyle bir eğitimin verildiğine dair her
hangi bir beyan ve bulguya rastlanılmamıştır. Aksine özel doktoru
Cengiz Aslan'ın beyanından “Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kitinin kullanımı
ile ilgili kendisinden bilgi istediği” anlaşılmıştır. Sağlığı yakından takip
edilmesi gereken Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kitinin kullanımını merak
ederken, o dönem Genel Sekreterlikte Cumhurbaşkanına sunulacak sağlık hizmetini
belirleme yetki ve sorumluluğu olan ilgililerin bu durumu düşünmemeleri ve
gerekli tedbirleri almamaları dikkat çekici bulunmuştur.
4 -
Köşk yerleşkesi içerisinde yapımı düşünülen sağlık ünitesi ile mevcut sağlık
hizmetlerinin iyileştirilmesi yönünde alınacak tedbirlerin, dönemin Hükümeti
tarafından yeterli ödenek ayrılmaması sebebiyle gerçekleştirilemediği iddiası
zaman zaman dile getirilmiştir.
Yapılan incelemede,
49. Cumhuriyet Hükümeti ile Merhum Cumhurbaşkanı arasında kamuoyuna da yansıyan
bir “uyumsuzluğun” olduğu, bu hususun bütçe görüşmeleri sırasında TBMM Plan ve
Bütçe Komisyonu ve Genel Kurulunda yapılan açıklamalardan ve kamuoyuna yansıyan
bilgilerden de anlaşıldığı, ancak Cumhurbaşkanlığınca teklif edilen bütçe ödeneklerinden TBMM'deki
görüşmeler sırasında komuoyunda iddiada edildiği önemde bir tenkisin olmadığı,1992 yılında
TBMM'ndeki görüşmeler sırasında tenkis edilen ödenek içerisinde tam donanımlı bir
ambulans alımına ilişkin talebin bulunmadığı, tenkisin daha
ziyade
diğer araç alımlarına ilişkin
olduğu görülmüştür.
5- Merhum
Cumhurbaşkanının, 1993 yılı başından vefat güne kadar gerek yurtiçi gerekse
yurtdışı çalışma programlarının planlandığı şekilde aksatılmadan yürütüldüğü,
ancak sözkonusu programların
mevcut sağlık problemleri dikkate alınmaksızın yoğun bir şekilde hazırlandığı ve
belirgin bir sağlık sorunu görülmemekle birlikte yorgunluk ve fazla kilo gibi
belirtilerin ortaya çıktığı anlaşılmıştır.
6 -
Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde rahatsızlanmasının sebebi
olarak, “spor yaptığı sırada/sabah jimnastiği sırasında rahatsızlandığı”,
“yatakta rahatsızlandığı”, “yataktan kalkarken rahatsızlandığı”, “yürürken
rahatsızlanarak aniden düştüğü” şeklinde kamuoyunda farklı açıklamaların ve
bunun üzerine inşa edilen çeşitli ölüm sebeplerine ilişkin
iddiaların/yorumların yer aldığı görülmüştür.
Merhum
Cumhurbaşkanının spor yaparken rahatsızlandığı yönünde vefatını izleyen
günlerde aileye atfen medyada haber ve yorumların yer alması, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün internet sitesinde sabah jimnastiğini yaparken
rahatsızlandığı bilgisinin bulunması, vefat ettiği gün kamuoyuna yapılan
açıklamalarda spor yaparken rahatsızlandığının belirtilmesi, daha sonra yazılı
ve görsel medyada bu yönde beyan ve açıklamaların bulunması, bu beyan ve
açıklamaların aile veya yakınları tarafından düzeltildiği yönünde herhangi bir
bilgi ve belgeye ulaşılamaması, Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü G. Kaya
Toperi'nin 17 Nisan 1993 tarihinde TRT televizyonunda yayımlanan açıklamasında,
Merhum Cumhurbaşkanının sabah yatakta rahatsızlandığının belirtilmesi,
Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden 17 Nisan 1993 saat 13.28'de dağıtımı yapılan
Anadolu Ajansı kaynaklı haberde G. Kaya Toperi'ye atfen Merhum Cumhurbaşkanının
sabah yataktan kalkarken rahatsızlandığının ifade edilmesi, 2000'li yılların
başından itibaren özellikle son yıllarda Sayın Semra Özal tarafından “ısrarlı”
bir şekilde vefat ettiği gün spor yapmadığı, yürürken aniden düştüğü yönünde
açıklamaların yapılması, Merhum Cumhurbaşkanının o sabah nasıl
rahatsızlandığının tespiti hususunda ciddi tereddütlerin oluşmasına neden
olmuştur. Bütün bu anlatımlardan, 17 Nisan 1993 tarihinde Merhum Turgut ÖZAL'ın
spor yapıp yapmadığı ile neden ve nasıl rahatsızlandığı kesin olarak ortaya
konulamamaktadır.
Merhum
Cumhurbaşkanının nasıl rahatsızlandığı hususunun bilinmesi, raporun ilgili
bölümlerinde daha ayrıntılı olarak irdelendiği üzere, gerek o gün yaşananların
anlamlandırılmasında, gerekse ölüm sebebinin belirlenmesinde önem arz
etmektedir. Çünkü Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde tanzim edilen tıbbi
tutanak ve ölüm raporunda imzaları bulunan doktorların tamamının ortak beyanı,
Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin “koroner arter ve kardiyak arrest”
olarak belirlenmesinde diğer etkenlerin yanında kendilerine Merhumun spor
yaparken rahatsızlandığı bilgisinin verilmesinin etkili olduğu şeklindedir. Bu
nedenle o gün sabah konutta yaşananların doğru olarak ortaya konulması;
Merhumun ölüm sebebinin değerlendirilmesi, buna bağlı olarak ölüm günü
itibariyle, otopsi yapılmamasına ilişkin uygulamanın
yerindeliğinin/doğruluğunun belirlenmesi açısından da ehemmiyet taşımaktadır.
Öte yandan, alınan
beyanlardan/kamuoyuna yansıyan açıklamalardan, Merhum Cumhurbaşkanının vefat
ettiği sabah konutta yaşananlar net olarak ortaya konulamamakla birlikte,
yaşanan sürece ilişkin;
- Merhum
Cumhurbaşkanının sabah saatlerinde rahatsızlandığı, bu rahatsızlıktan Sayın
Semra Özal'ın ve garsonlardan Nesrin Fidan'ın (Blackwood) bilgisinin olduğu,
- İstanbul'da
olduğu anlaşılan özel doktoru Cengiz Aslan'a telefon ile ulaşıldığı,
Cumhurbaşkanlığı resmi doktoru Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'ya ulaşılmaya
çalışıldığı, GATA Komutanlığı telefon ile aranarak Köşk'e doktor istendiği,
- Köşk
üst kat personeli, yakın korumalar ve nöbetçi yaverliğe haber verildiği, bu
kişiler tarafından Köşk üst kat çıkışından kayıtlarda ambulans olarak görünen
araca Merhumun taşındığı ve hastaneye hareket edildiği
kanaati
edinilmiştir. Ancak, yaşanan bu sürecin hangi zaman aralığında, hangi saatlerde
ve hangi sıralama ile olduğu hususunda tespitte bulunmak mümkün olamamıştır.
Zira, alınan beyanlarda birbiriyle çelişen ifadeler ortaya çıkmıştır.
Köşk'te 16-17 Nisan
1993 tarihlerinde yaşananlara ilişkin beyanlarda geçen aşağıdaki hususlar;
- Sayın
Semra Özal'ın, Merhum Cumhurbaşkanının 16 Nisan akşamı Köşk'te yemek yemediğini
beyan etmesine karşılık, garson Ayhan Yahyalı'nın akşam yemeğinin menüsünü
verecek şekilde yemek yediğini belirtmesi,
- Sayın
Semra Özal'ın Merhumla birlikte saat 24.00 sıralarında istirahata
çekildiklerini söylediği halde garson Mustafa Arslan'ın saat 03.30-04.00
sıralarında Merhum Cumhurbaşkanının halen bilgisayarında çalıştığını beyan
etmesi,
- Prof.
Dr. Hilmi Özkutlu ve eşi Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'nun Sayın Semra Özal'ın 16
Nisan 1993 Cuma gecesi saat 23.30-24.00 sıralarında tansiyon yükselmesi
şikayetiyle rahatsızlandığını ve müdahale ettiklerini belirtmelerine rağmen,
Semra Özal'ın böyle bir olayı hatırlamadığını hatta Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'yu
hiç görmediğini ve tanımadığını ifade etmesi,
- GATA
nöbetçi subayı Dr. Mustafa Sarsılmaz'ın, 17 Nisan 1993 tarihinde nöbeti
devraldığı saat 09.00 sıralarında GATA Komutanı Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak
veya emir subayının Merhum Cumhurbaşkanının sağlık kontrolü yaptırmak amacıyla
GATA'ya geleceğini kendisine söylemesine karşılık, Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak
ve emir subayının beyanlarında bu hususu teyit etmemesi,
- Prof.
Dr. Süheyla Özkutlu'nun sabah saat 09.15'te Köşk santralinden aranarak eşi
Prof. Dr. Hilmi Özkutlu'nun sorulduğunu beyan etmesi, GATA Komutanı Prof. Dr.
Ömer Yılmaz Şarlak'ın saat 10.00 civarında GATA'nın aranarak Köşke doktor
istenildiğini ifade etmesi, beyanına başvurulan yakın koruma, garson ve diğer
köşk çalışanlarının önemli bir kısmının Merhum Cumhurbaşkanının saat 10.00
sıralarında rahatsızlandığını belirtmesi, Nöbetçi Yaveri Remzi Karaca'nın
Merhum Cumhurbaşkanının saat 10.30 sıralarında rahatsızlandığı ve saat 10.50 de
hastaneye hareket ettiklerini beyan etmesi, yaverlikçe tutulan ceride de
hastaneye hareket saatinin 11.00 olarak yazılması, Merhum Cumhurbaşkanının özel
doktoru olarak bilinen Cengiz Aslan'ın kendisinin Sayın Semra Özal tarafından
aranma saatini 10.30 olarak beyan etmesi,
- Merhum
Cumhurbaşkanının sabah ne şekilde rahatsızlandığına ilişkin farklı
açıklamaların (spor yaparken/spor sonrası/aniden düşme/yatakta/yataktan
kalkarken) yapılması,
- Merhum
Cumhurbaşkanını ilk gören kişinin kim olduğu ile hangi halde ve nerede
gördüğüne ilişkin farklı beyanların bulunması,
- 16
Nisan akşamı ve 17 Nisan 1993 sabahı Köşk'te kimlerin bulunduğuna ilişkin
değişik beyanların olması,
- Mustafa
Arslan ve Sadiye Kürsülü'nün Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı saatte
Köşk'te olmadıklarını beyan etmelerine rağmen bu kişilerin o saatte Köşk'te olduklarını
beyan eden birden fazla kişinin bulunması,
- Merhum
Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde rahatsızlandığı yerin (yatak
odası/spor odası şeklinde) farklı ifade edilmesi,
- Sayın
Semra Özal beyanlarında, Merhum Cumhurbaşkanının araca/ambulansa sedyesiz
koluna girilerek taşındığını ifade etmesine rağmen, alınan beyanların önemli
bir kısmında Köşk alt katta bulunan sedye ile araca/ambulansa götürüldüğünün
belirtilmesi,
- Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı ilk anda kendisine müdahale yapılıp yapılmadığı
yönünde farklı beyanların bulunması,
- Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanmasından hemen sonra bu süreci yaşayan görgü
tanıklarından bazılarının Köşk'te iken öldüğü yönünde beyanda bulunmasına
karşın, bir kısım beyan sahibinin ise henüz yaşam belirtilerinin sona ermediği
yönünde ifadelerinin olması,
- Sayın
Semra Özal 17 Nisan 1993 Cumartesi günü İstanbul'a gideceklerini belirtmesine
rağmen, Merhum Cumhurbaşkanının dağıtılan günlük programında İstanbul
seyahatinin 18 Nisan 1993 Pazar günü olarak görünmesi
birlikte
değerlendirildiğinde;
- 16
Nisan 1993 gecesi yaşananların,
- 17
Nisan 1993 sabahı Merhum Cumhurbaşkanının güne başlaması ile araca/ambulansa
konulması arasında yaşanan sürecin zaman aralığının,
- Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı saatin,
- Rahatsızlanma
sonrası ilk kimin tarafından görüldüğünün,
- Sabah
birden fazla rahatsızlık geçirip geçirmediğinin,
- Köşkte
kendisine müdahale edilip edilmediğinin,
- Rahatsızlanma
sebebi ve şeklinin,
- Rahatsızlandığı
yer ve bulunduğu konumun,
- Kimlere
ne zaman haber verildiğinin,
- Ambulansa
ne şekilde götürüldüğünün,
- 17
Nisan 1993 tarihine ilişkin günlük programının
kesin olarak
belirlenebilmesi mümkün olamamıştır.
Bu nedenle, 17
Nisan 1993 Cumartesi sabahı Köşkte yaşanan olaylar açık olarak ortaya
konulamamakta ve yaşanan sürecin hangi aşamaları/sırayı içerdiği tespit
edilememektedir.
7 -
Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Köşk'te tam donanımlı bir ambulansın
bulunmadığı; donanımlı ambulansın aküsü bittiği için kullanılamadığı; hastaneye
eski model bir araçla götürüldüğü; ambulans şoförünün izinli olduğu yönünde
iddialar kamuoyunda yer almıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Hastaneye götürülmesinde kullanılan aracın;
1970 model, 06 AS 136 plakalı, Mercedes marka, 230 tip, siyah renkli ve
kayıtlarda cinsinin resmi ambulans olarak tescil edildiği görülmüştür.
Görüleceği üzere tartışma konusu olan ambulans, ölümün gerçekleştiği tarihte 23
yaşını doldurmuş bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliğinin talebi üzerine, ekonomik ömrünü dolduran araç Ankara
Tasfiye İşletmeleri Müdürlüğü tarafından 16.09.1999 tarihinde yapılan açık
ihale sonucunda satılmıştır. Aracın kolleksiyoner olan sahibine ulaşılarak
yerinde yapılan tespitte, araç
içerisinde tıbbi donanımın bulunmadığı, sadece basit, eğimli bir sedyenin
bulunduğu, şoför mahalli ile arka bölüm arasında açılıp kapanabilen sürgülü bir camın
olduğu, arka bölümde sadece bir kişinin oturabileceği sabit koltuğun
bulunduğu, aracın koldan vitesli mekanizmaya sahip olduğu görülmüştür.
Aracın, koldan
düz vitesli olması, sürekli bir şoförün tahsis edilmemesi, ihtiyaç duyulduğunda
nöbetçi şoförlerden birinin görevlendirilmesi, çok sık kullanılmaması, eski
model olması, sevk ve idaresinde güçlük yaşandığı kanaatini uyandırmaktadır.
Kayıtların
incelenmesinden; Merhum Cumhurbaşkanının hastaneye götürülmesinde kullanılan 06
AS 136 plakalı araç dışında başkaca bir ambulansın bulunmadığı anlaşılmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanının geçirdiği ameliyatlar ve genel sağlık durumu göz önüne
alındığında
özel donanımlı bir ambulansın
Köşk'te bulunmasının gerekliliği aşikârdır.
Tıbbi
Uzmanlar Heyeti raporunda söz konusu araca ilişkin; "Merhum
Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı Köşk'ünden Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
götürülmesinde kullanılan ve kayıtlarda "ambulans" olarak geçen aracın
içinde bir sedyeden başka hiçbir ilk yardım malzemesi ve ilaç bulunmadığı,
hastaya müdahale edecek hekim veya sağlık çalışanının ayakta durabileceği kadar
tavan yüksekliği olmadığı, bu nedenle ambulans olarak nitelendirilemeyeceği,
hayati tehlikesi olmayan ve sadece yürüme problemi olan, örneğin "fizik
tedavi" gereken, hastaların taşınmasına uygun olduğu"
şeklinde değerlendirme yapmıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının döneminde Köşk'te
yedi gün yirmi dört saat hizmet verecek şekilde sürekli bekleyen tam donanımlı bir ambulansın
bulunmadığı anlaşılmakla birlikte, bu durumun sadece Merhum Cumhurbaşkanının döneminde
değil, önceki Cumhurbaşkanı döneminde de aynı olduğu bilgisine
ulaşılmıştır. Buna göre, tam donanımlı bir ambulansın aküsünün bittiği
iddiasının da doğru olmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıca, ihtiyaç
halinde Garaj ve Ulaştırma Amirliğinde müsait şoförlerden her hangi birinin
ambulansı kullanmak üzere görevlendirildiği, ambulans için özel bir şoför
görevlendirilmesi şeklinde sabit bir uygulamanın bulunmadığı da dikkate
alındığında, ambulans şoförünün o gün izinli olduğu yönündeki iddia da gerçeği
yansıtmamaktadır.
Söz konusu araç
kayıtlarda her ne kadar ambulans olarak görülmekle birlikte, aracın eski model,
bir adet sedyesi dışında tıbbi açıdan yeterli donanıma sahip olmayan, acil
durumlarda bir ambulanstan beklenilen fonksiyonu ifa etme kabiliyeti
bulunmayan, Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlığına yönelik bir müdahalenin
yapılmasına imkân verecek boyutta (dar ve basık) ve donanımda olmayan, hayati
tehlikesi bulunmayan ve sadece yürüme problemi olan hastaların taşınması için
kullanılabilecek bir hasta nakil aracı olduğu anlaşılmıştır.
8 -
Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın'ın Bakanlığı döneminde Cumhurbaşkanının
kullanımına tahsis edildiği belirtilen tam donanımlı bir ambulansın 1991
yılında kurulan yeni Hükümet (49. Hükümet) zamanında geri çekildiği iddia
edilmiştir.
Sağlık Bakanlığı
İMİD Başkanlığının 14.03.2011 tarih ve 3926 sayılı yazısında; Bakanlık İdari ve
Mali İşler Dairesi Başkanlığı bünyesinde oluşturulan komisyon tarafından
yapılan araştırma sonucunda, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünce
Cumhurbaşkanlığı Köşk'üne bir adet Fiat Ducato marka ambulansın tahsis
edildiğinin anılan Başkanlıkta çalışan personelin beyanlarında ifade edildiği,
ancak tahsis kararı, tahsis kararının kaldırılması ve ambulansın nasıl geri
alındığına dair Bakanlıklarında herhangi bir belgenin bulunmadığı, ambulansın
ne zaman ve neden geri gönderildiği konusunda bir bilgiye de ulaşılamadığı
belirtilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği İMİB'nin 10.03.2011 tarih ve 60 sayılı yazısında; Sayın
Halil ŞIVGIN'ın Sağlık Bakanlığı döneminde Merhum Sayın Turgut ÖZAL'ın
hizmetlerinde kullanılmak üzere tam donanımlı bir ambulansın Cumhurbaşkanlığı
Köşküne tahsis edildiğine dair herhangi bir belge veya teslim tutanağının
bulunmadığı şeklinde cevap verilmiştir.
Bunun yanında, inceleme ve araştırma
kapsamında bilgilerine başvurulan Köşk personeli, Sağlık Bakanlığı tarafından
Cumhurbaşkanının kullanımına tahsis edilen tam donanımlı bir ambulansın
Köşk'te bulunduğuna dair bir bilgileri olmadığını, ayrıca Köşk içinde
böyle bir ambulansı hiç
görmediklerini beyan etmişlerdir.
Sonuç olarak, iddia
edildiği gibi tam donanımlı bir ambulansın Köşk'e tahsis edilip edilmediği ve
tahsis edildi ise hangi esaslarla çalıştığı, ne şekilde ve ne zaman geri
alındığı konusunda net bir bilgiye ulaşılması mümkün olamamıştır. Öte yandan,
tartışma konusu olan ambulansın doğrudan Cumhurbaşkanın zatına yönelik hizmette
kullanıldığına ilişkin herhangi bir delile ve beyana ulaşılmamıştır. Diğer
taraftan, Merhum Cumhurbaşkanının görev yaptığı dönemde de önceki Cumhurbaşkanı
döneminde olduğu üzere, Köşk çıkışında İl Sağlık Müdürlüğüne ait bir ambulansın
konvoya eşlik etmesi şeklinde uygulama yapıldığı anlaşılmıştır. Bu itibarla,
Sağlık Bakanlığınca tahsis edildiği belirtilen ancak kayıtlarda tahsisine
ilişkin herhangi bir belge bulunmayan sözkonusu ambulansın da İl Sağlık
Müdürlüğünün sevk ve idaresinde yukarıdaki şekliyle görev ifa etmiş olabileceği
değerlendirilmiştir.
9 -
Köşk yerleşkesi içinde yer alan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı
bünyesinde bulunan sağlık ünitesi, personeli ve ambulansından Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı sırada gerekli tıbbi müdahalenin ve hastaneye
naklin daha hızlı bir şekilde yapılabileceği anlaşılmakla birlikte, sözkonusu
birimden yararlanılması için herhangi bir planlama yapılmamış olması,
rahatsızlığın ciddiyetinin ve aciliyetinin yeterince kavranamamış olması ve
öncelikle GATA'ya haber verilmiş olmasından dolayı bu hizmetin temin
edilemediği izlenimi edinilmiştir.
10 -
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın rahatsızlanması üzerine GATA'ya gitmek için
Köşk'ten hareket edildiği, ancak yolda Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
dönüldüğü, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine bilgi verilmediği, hastaneye
götürülmesi sürecinde yolda gecikildiği iddiaları kamuoyunda yer almıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanması üzerine;
- Köşk'ün
konut kısmına gelen Başyaver ve nöbetçi yaver ile koruma polislerinin duruma
nezaret ettiği ve Köşk kayıtlarında ambulans olarak görünen araç ile GATA'ya
hareket edildiği,
- Merhum
Cumhurbaşkanının bulunduğu araçta Şoför Ali Ören, aracın ön bölümünde Başyaver
Kur. Alb. Aslan Güner, arka bölümünde Ekip Amiri Başkomiser Turan İnanç ile
koruma polisi Turgay Açıkgöz'ün bulunduğu, araca koruma ekiplerinin refakat
ettiği, trafik ekibinin ise konvoya eskortluk yaptığı,
- Hastaneye
seyir halindeyken Kızılay/Sıhhiye civarında Başyaver Kur. Alb. Aslan
Güner'in talimatı -yoldaki trafik
yoğunluğu gerekçesiyle- doğrultusunda Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
dönüldüğü,
- Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine “çocuk acilden” girilmesi sebebiyle hastane içinden
dolaşılarak “büyük acile” giriş yapıldığı,
- Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine Merhum Cumhurbaşkanının geliş nedeni ile ilgili bir
bilgi verilmediği için hastanede herhangi bir hazırlığın yapılmadığı,
geldiğinin öğrenilmesi anında da Cumhurbaşkanının “denetim amaçlı” veya
“ziyaret amaçlı” olarak hastaneye gelmiş olabileceği yönünde genel bir kanaatin
olduğu
anlaşılmıştır.
GATA'ya giderken
Hacettepe Üniversitesi Hastanesine dönülmesi;
- Tıbbi
tutanakta “durumun aciliyeti”,
- Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yapılan basın bildirisinde, “durumun vahameti”,
-
Nöbetçi Yaver tarafından tutulan ceridede
“ulaşımın kısalığı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın durumu”
- Bilgisine
başvurulan kişilerin bir kısmının beyanlarında “trafiğin yoğunluğu”
şeklinde
gösterilmek suretiyle birden fazla etkene yer verildiği anlaşılmıştır.
Ayrıca, 17.04.1993
tarihinde Osman Yetkin'in ambulans tamiri için görevlendirilmesinden, Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine dönüş sebepleri arasında “ambulansın arızalanmasının”
da yer alabileceği kanaati edinilmiştir.
Tıbbi
Uzmanlar Heyeti, "Merhum Cumhurbaşkanına, gerek Köşk'te
gerekse hastaneye götürülmesi sürecinde herhangi bir tıbbi müdahale yapıldığına
ilişkin yeterli beyanın ve tıbbi dokümanın bulunmadığı, bu kısıtlı kayıtlardan
dolayı Merhum Turgut Özal'ın ölüm zamanı ve şekli ile ilgili değerlendirme
yapılamadığı, Köşk'teki olayın olduğu andan hastaneye girişine kadar geçen
süredeki saniyeler ve dakikalar hayati önem arz ettiğinden, yolun makul sürede
alındığı kabul edilse dahi ilk yardım için gerekli sürenin aşıldığı, daha yakın
bir hastanenin tercih edilmemesinin kişinin verilecek tıbbi bakıma yanıtını
etkileyecek önemli bir dezavantaj olduğu"
şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.
İnceleme
neticesinde;
- Yol
güzergâhının değiştirilmesinde öne sürülen, “Cumhurbaşkanının durumunun
aciliyeti-vahameti”, “yoldaki trafik yoğunluğu”, “en yakın hastaneye ulaşma
düşüncesi” ve “aracın arızalanması” etkenlerinden hangisinin/hangilerinin esas
belirleyici etken olduğu yönünde kesin bir kanaate ulaşılamamıştır.
- Merhum
Cumhurbaşkanını hastaneye götüren aracın garajdan çıkış saatinin Garaj Kayıt
Defterinde 10.45 olarak yazılması, nöbetçi yaver tarafından düzenlenen Nöbet
Kayıt Defterinde (ceride) aracın çağrılma saatinin 10.55 olarak belirtilmesi,
bilgisine başvurulan Köşk personeli tarafından aracın GATA'ya hareket saatinin
10.00 ilâ 11.00 aralığında farklı saatler olarak ifade edilmesi; Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde açılan hasta dosyasındaki belgelerde Merhumun
hastaneye giriş saatinin 11.15 olarak kaydedilmesi, nöbetçi yaver tarafından
düzenlenen ceridede bu saatin 11.20 olarak yazılması, hastanede yapılan kan
gazı tetkikinin çıktısında kayıtlı olan saatin ise 10.50 olması, bilgisine
başvurulan kişiler tarafından Hacettepe Üniversitesi Hastanesine varış
zamanının 10.17 ilâ 11.15 arasında farklı saatler olarak beyan edilmesi
hususları birlikte değerlendirildiğinde; Merhum Cumhurbaşkanının
rahatsızlanması üzerine Köşk'ten GATA'ya hareket ve Hacettepe Üniversitesi
Hastanesine varış saatlerinin kesin olarak tespit edilmesi mümkün olamamıştır.
- Sayın
Cumhurbaşkanının içinde bulunduğu ambulansın Köşk'ten hareket ettiği saat ile
Hacettepe Üniversitesi Hastanesine vardığı saat ve takip edilen yol güzergâhı
ile intikal sırasında yolun trafiğe açık bulundurulması yönünde alınan
tedbirler (telsiz ile yapılan bağlantı sonucu trafik eskortunun konvoya dahil
olarak yolu açması) dikkate alındığında ve konuyla ilgili beyanlar
değerlendirildiğinde, Köşk'ten çıkışla Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
varışın “makul bir sürede” sağlandığı, bu veriler ışığında Sayın
Cumhurbaşkanının şehrin içerisinde dolaştırılmadığı ve bir zaman kaybının da
söz konusu olmadığı, yol makul sürede alınsa dahi ilk yardım için gerekli
sürenin aşıldığı değerlendirilmiştir.
- Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine çocuk acilden girilmesi sebebiyle hastane içinden
dolaşılarak büyük acile gelinme sürecinin ise, çok kısa bir zaman kaybına
sebebiyet verdiği kanaati edinilmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesine getiriliş nedeni ve sağlık
durumu ile ilgili hastaneye yeterli bilginin verilmediği ve herhangi bir
hazırlığın yapılmadığı, ancak bu durumun acil serviste o gün görevli olan
doktor ve diğer sağlık personelinin müdahalesinde bir gecikmeye mahal vermediği
anlaşılmıştır.
11 -
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın hastaneye getirildiğinde ölü mü/sağ mı
olduğu yönünde tereddütlerin muhtelif zamanlarda dile getirildiği
görülmektedir.
Merhum
Cumhurbaşkanını Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde ilk karşılayan ve
hastanenin büyük acil servisinde kapı nöbetçisi olarak görev yapan Dr. Aysel
Paşaoğlu 27.07.2011 tarihli beyanında, "(...) Benim kanaatim
hastaneye ölü olarak geldiği ve bütün müdahalelere rağmen geri
döndürülmediğiyönündeydi. Benim gördüğümde hiçbir canlılık emaresi yoktu. Nabız
ve tansiyon alınamıyordu. Göz pupilleri dilate olmuştu. El ve ayaklarda morarma
başlamıştı,
idrarını da kaçırmıştı. Benim gözlemime göre hastaneye getirildiğinde en az
20-30 dakika önce ölmüştü, veriler bu durumu gösteriyordu.
Ben gördüğümde rahmetliye ne Köşk'te ne de ambulansta hiçbir müdahale
yapılmamıştı. Ambulansta hiçbir donanım yoktu"şeklinde
gözlemini aktarmıştır.
Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisinde ilk müdahaleyi yapan kıdemli
dahiliye asistanı Dr. Mustafa Kadri Altundağ tarafından iç hastalıkları notu
başlığı altında düzenlenen doktor gözlem formunda, Merhum Cumhurbaşkanının
durumu, "Saat
11.15 te HÜTF büyük acil polikliniğine gelen Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ilk
muayenesinde, tansiyonu alınmıyordu. Nabzı alınmıyordu. Solunumu yoktu.
Pupiller fixed dilateydi.(...)” şeklinde tanımlanmıştır.
Dr.
Mustafa Kadri Altundağ 25.05.2011 tarihli beyanında ise; "(...)
Ben ve diğer doktor arkadaşlar ile yardımcı sağlık personeli Sn.
Cumhurbaşkanını karşıladık. Ambulansta yanında kimler vardı tam olarak
hatırlayamıyorum. Aracın önünde şoför ve bir kişi vardı, ancak bu kişinin kim
olduğunu hatırlamıyorum. Ambulansın sedyesini çıkartmakta bayağı zorlandık.
Rahmetli sedyede yatıyordu, vücudunun baş kısmının bulunduğu sedyenin arka
kısmı 30-45 derecelik bir açıyla nispeten dik duruyordu. Rahmetlinin başı yana
doğru kaymıştı. Benim ilk gördüğümde bilinci yoktu ve solunumu durmuştu. Ayrıca
tansiyonunu ve nabzını alamadık. Muhtemelen kalbi ve solunumu önceden durmuştu.
Rahmetlinin bu haline halk dilindeki tanımlama ile ölü diyebiliriz, ancak o
anki bulgulara baktığımızda tıbbi anlamda öldüğünü söyleyemeyiz.(...)"
şeklinde tespitlerini paylaşmıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefatından sonra, Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde
düzenlenen Tıbbi Tutanakta; "(...) Hacettepe Üniversitesi
Hastanesi acil servisine saat 11.15. de girilmiştir. Burada yapılan tetkikte
pupillerin genişlediği, nabız ve solunumun durduğu, kan basıncının alınamadığı
tespit edilmiştir.(...)"şeklinde açıklamaya yer verilmiştir.
17 Nisan 1993
tarihinde Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde acil servis kapı nöbetçisi olarak
görev yapan Dr. Aysel Paşaoğlu, dâhiliye kıdemli asistanı Dr. M. Kadri Altundağ
ve acil serviste müdahaleye katılan diğer doktor ve sağlık personelinin
beyanları ile doktor gözlem formu ve tıbbi tutanakta yer alan bilgilerden, Merhum Cumhurbaşkanı Turgut
ÖZAL'ın hastaneye
getirildiğinde tıbbi olarak öldüğü yönünde bir belirleme yapılamamakla
birlikte: solunum
aktivitesinin ve kalp ritminin bulunmadığı, göz bebeklerinin büyümüş olduğu
(fixed dilate),
nabzının atmadığı ve tansiyonunun alınmadığı hususlarının tespit edildiği
anlaşılmıştır.
Tıbbi
Uzmanlar Heyeti de Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesi
getirildiğindeki durumuna ilişkin, "Merhum Cumhurbaşkanının
Hacettepe Hastanesine kabulünde yapılan ilk tıbbi muayenelerde kalp
aktivitesinin, spontan solunumunun ve tansiyonun yokluğu ile pupillerin fiks ve
dilate olmasının adli tıp pratiğinde hukuken somatik ölüm olarak kabul
edilebileceği" sonuç ve kanaatine varmıştır. Halk dilinde ölüm
olarak kabul edilen somatik ölüm durumu aynı Raporda “insan vücudundaki
üç ana sistemden, dolaşım ve solunum sistemlerinin yapay destek almaksızın
çalışmaması ve santral sinir sistemi fonksiyonlarının durması”
şeklinde tanımlanmıştır.
12 -
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'a Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde asistan
ağırlıklı bir kadro ile ilk müdahalenin yapıldığı, uzman hekimlerin sürece daha
sonra dâhil olduğu gibi yapılan tıbbi müdahalelere ilişkin bazı iddiaların
kamuoyuna yansıdığı görülmüştür.
17
Nisan 1993 tarihinde kıdemli dahiliye asistanı sıfatıyla Merhum Cumhurbaşkanına
ilk müdahaleyi yapan Dr. Mustafa Kadri Altundağ tarafından iç hastalıkları notu
başlığı altında düzenlenen doktor gözlem formunda, Hacettepe Üniversitesi
Hastanesi büyük acil servisinde yapılan işlemler, "Saat
11.15'te HÜTF büyük acil polikliniğine gelen Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ilk
muayenesinde, tansiyonu alınmıyordu. Nabzı alınmıyordu. Solunumu yoktu.
Pupiller fixed dilateydi. Hasta resusitasyon odasına alındı ve derhal entübe
edildi, mayi yolu açıldı. Eksternal kardiak masaja başlandı. Monitorize edildi.
Kardiak elektrik aktivitesi yoktu. Düz çiziyordu. Adrenalin, Bikarbonat,
Atropin ve Kalsiyum yapıldı. Hasta suni teneffüs ve eksternal kardiak masaj
eşliğinde Kalp-Damar Cerrahisi yoğun bakım ünitesi'ne nakledildi. (Yoğun bakım
ünitesine alınmadan iki kez defibrille edildi.)"
şeklinde belirtilmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanına ait hasta dosyası içerisinde bulunan, Kalp-Damar Cerrahisi
yoğun bakım ünitesinde Merhum Cumhurbaşkanına yapılan işlemlere ise Dr. Erhan
Atahan (Çekiç) tarafından düzenlenen doktor gözlem formunda yer verilmiştir.
17
Nisan 1993 tarihli Tıbbi Tutanakta, Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yapılan tıbbi müdahale ile ilgili işlemler; "(...)
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi acil servisine saat 11.15. de girilmiştir.
Burada yapılan tetkikte pupillerin genişlediği, nabız ve solunumun durduğu, kan
basıncının alınamadığı tespit edilmiştir. Uzman doktorlar hemen kalp masajına
tıbbi tedaviye başlamışlar, bu amaçla bacak toplardamarına katater ve akciğere
de tüp koymuşlardır. Bu girişimler devam ederken Sayın Cumhurbaşkanımız suretle
Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesine nakledilmiş ve kalp cerrahları,
kardiyologlar, nörologlar ve anesteziyologlardan oluşan bir konsültasyon
ekibinin derhal sürekli kontrol ve tedavisine alınmıştır. Bu girişimlere
ilaveten hemen geçici kalp pili takılmış, aynı anda intraaortik balon pompasına
bağlanmıştır. Bütün bu girişimlere rağmen Sayın Cumhurbaşkanımızın durumu
ciddiyetini korumuş ve hayati fonksiyonlarında hiçbir gelişme ve geriye dönüş
gözlenmemiştir." şeklinde gösterilmiştir.
Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi ve Kalp-Damar Cerrahisi Yoğun Bakım
Ünitesinde yapılan müdahaleleri içeren iç hastalıkları notu, doktor gözlem
formu ile müdahaleye katılan kişilerin beyanları dikkate alındığında; Merhum
Cumhurbaşkanına, büyük acil ile diğer ilgili servislerde o gün görevli
(nöbetçi) olan asistan doktorlar (tıp fakültesi mezunu olup sahasında uzmanlık
eğitimi alan) tarafından acil servis yeniden canlandırma odasında müdahale edildiği,
Genel Cerrahi ABD öğretim üyesi ve bir süre acil servis sorumlusu olarak görev
yapan Doç. Dr. Arif Özdemir'in de acil servisteki müdahaleye katılarak bu
süreci yönettiği, tıbbi tutanak ile ölüm raporunda isim ve imzası bulunan
öğretim üyelerinin ise olay tarihinin hafta sonu olması nedeniyle kendilerine
haber verilmesi üzerine hastaneye gelerek yoğun bakım servisindeki müdahaleye
katıldıkları anlaşılmaktadır.
Merhum Cumhurbaşkanına Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yapılan müdahale sürecine ilişkin Tıbbi Uzmanlar
Heyetinin tespit ve değerlendirmelerine ise aşağıda yer verilmiştir.
"Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisine Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
kabulünde kalbin elektriksel aktivitesinin olup olmadığına dair görsel ve/veya
yazılı belge olmayıp hastayı değerlendiren hekimin notunda monitörde kardiyak
aktivitenin olmadığı, düz çizginin görüldüğü ifade edilmektedir. Bunun üzerine
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın resusitasyon odasına alınarak entübe edilip
eksternal kardiyak masaja başlandığı, resusitasyon amacıyla verilen
farmakolojik tedavi, suni teneffüs ve eksternal kardiyak masaj eşliğinde kalp
damar cerrahisi yoğun bakım ünitesine nakledildiği, bu süreçte Merhum
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın iki kez defibrile edilmiş olduğu anlaşılmıştır.
Kalp damar
cerrahisi yoğun bakım ünitesine kabul edilen Merhum Cumhurbaşkanı Turgut
Özal'ın mevcut tablosunda değişiklik olmaması üzerine eksternal kardiyak masaja
sürekli devam edilip adrenalin, lidokain, bikarbonat, kalsiyum, atropin ve deksametazon
(dekort) içerecek şekilde ilaçlarla resusitasyonun sürdürülmeye çalışıldığı,
ardından arteriyal ve venöz monitorizasyon ve femoral arter yoluyla da
intraaortik balon pompası konularak Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
hemodinamik olarak daha yakın takip edilmeye ve desteklenmeye çalışıldığı,
takiben sağ juguler ven yoluyla sağ ventriküler geçici pacemaker elektrodu
yerleştirilerek kardiyak pacing uygulandığı, pace spike'larının gözlenmesine
rağmen ventrikül cevabı alınamadığı, hemen dopamin infüzyonuna başlanıp iki
adet haemaccel uygulandığı, hastanın tüm bu tıbbi çabalara rağmen klinik,
muayene ve laboratuvar bulgularında anlamlı herhangi bir düzelme olmaması
üzerine 14:30'da eks olarak kabul edildiği belirtilmiştir.
Hasta dosyası incelendiğinde,
ALT, AST, LDH, Na, glukoz, kreatinin, CK ve fosfor düzeylerinin normalden daha
yüksek olduğu, protein ve albümin değerlerinin aşırı düşük olduğu, klor
değerlerinin, tetkiklerden birinde normalden yüksek, diğer iki tetkikte ise
normalden düşük olduğu görülmüştür.
Dr. Erhan Çekiç
tarafından düzenlenen kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesindeki tıbbi
kayıtta, "... saat 12:30 dan itibaren endotrakeal tüpten kan geliyordu.
Endotrakeal tüpünden sekresyon kanlı geliyordu, devamlı aspire ediyordu.
Çekilen akciğer grafisinde herhangi bir patoloji tespit edilmedi. ..."
kaydı düşülmesine rağmen bahsi geçen akciğer grafisinin hasta dosyasında
bulunmaması sebebiyle tıbbi dokümanda geçen bilginin teyidini yapmak mümkün
olamamıştır.
Merhum Turgut
Özal'la ilgili tıbbi kayıtlarda ve beyanlarda "digoksin" kullandığına
dair bir bilgi olmamasına rağmen o dönemdeki Hacettepe Üniversitesi Hastanesi
Klinik Patoloji Laboratuvarı şefi Dr. Cumhur Özkuyumcu beyanında, kendisine
digoksin düzeyi ölçülmesi için gönderilen kanın hemolizli olduğu, sonuç
alınamadığı, bununla birlikte digoksin düzeyinin çok yüksek değerlerde olduğu
için cihaz tarafından okunamadığı bilgisini aktarmış ve bu bilgiyi not ettiğini
ifade etmiştir. Ancak, hasta dosyasında bu işleme ait bir kayda rastlanılmamıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanına Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan müdahaleye ilişkin
hasta dosyasının tetkikinde aşağıdaki tespit ve değerlendirmelere ulaşılmıştır.
- Genel
tıbbi bilgilere göre; nabzı alınamayan, solunumu olmayan, pupillerin fiks ve
dilate olan bir kişi acil servise ilk getirildiğinde, sağlık ekibi tarafından
hava yolları kontrol edilip dışarıdan verilecek havanın akciğerlere ulaşmasını
sağlayan alet (endotrakeal tüp) soluk borusuna yerleştirilir. Yine eş zamanlı
olarak kalp aktivitesinin takibi için kardiyak monitöre bağlanır. Ambu ile hava
verilirken standartlara uygun olarak kalp masajı yapılır. Solunum ve dolaşım
yardımı yapılırken damar yolu açılarak duruma uygun ilaçlar verilmeye başlanır
ve daha sonra yapılan müdahalelerin etkinliği değerlendirilir.
Beyanlardan
anlaşılacağı gibi, büyük acil serviste asistan doktorların (tıpta uzmanlık
öğrencisi), 6. sınıf intörn doktorlar ile 5. sınıf stajyer doktorların
bulunduğu, merhum Cumhurbaşkanına ilk tıbbi müdahalenin değişik ana bilim
dallarından gelen asistan doktorlar ile birlikte nöbetçi asistan doktor
tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Merhuma acil serviste yapılan ilk tıbbi
müdahalelerde hangi işlemin kim ya da kimler tarafından yapıldığına dair bir
kayıt olmadığından ve bu yöndeki beyanlarda tutarsızlıklar bulunmaktadır.
Ancak, Merhum Turgut Özal'ın büyük acil servisine kabul edildiği andan yoğun
bakım ünitesine nakledildiği ana kadar kayıtlardan anlaşılacağı üzere yukarıda
belirtilen ilk yardımdaki tüm işlemlerin yerine getirildiği görülmektedir.
- Hacettepe
Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde ise, 1993 yılında bu tür
olgulara arteriyel ve venöz monitorizasyon, intraaortik balon pompası,
pacemaker elektrodu yerleştirilmesi ve transfemoral kardiyopulmoner by-pass
gibi ileri düzey resüsitasyon işlemlerinin uygulanabildiğinin bilindiği, ancak
arteriyel ve venöz monitorizasyon, intraaortik balon pompası ve pacemaker
elektrodu yerleştirilmesi işlemlerinin yapılmış olmasına rağmen transfemoral
kardiyo-pulmoner by-pass gibi uygulamaların niçin yapılmadığına yönelik tıbbi
kayıtlarda ve beyanlarda açıklama bulunamamıştır.
- Genel
tıbbi uygulamalara bakıldığında resüsitasyonun ilk aşamasında sık aralıklar
(yaklaşık 5 dakikada bir) ile kan gazı ölçümü yapılması gerektiği, daha sonra
kan gazı ölçüm aralıklarının hastanın genel durumu ve kan gazı sonuçlarına göre
tekrarlanması gerektiği bilinmektedir. Merhum Turgut Özal'ın hasta dosyasının
tetkikinde toplam 4 adet kan gazı ölçümü yapıldığı, aralıklarının ise sırasıyla
39-22-48 dakika olduğu, yapılmış olan 4 adet kan gazı sonuçlarında iyiye gidiş
görülmediğinin aşikar olduğu anlaşılmıştır. Kan gazlarındaki oksijen
değerlerinin anormal olduğu göz önüne alındığında söz konusu kan gazı
tetkikinin daha sık aralıklar ile bakılmasının gerektiği, kan gazının neden az
sayıda çalışıldığı ile ilgili tıbbi belgelerde bilgi olmadığı anlaşılmıştır.
Ayrıca, biyokimyasal tetkiklerin sayıca az yapıldığı kanaati edinilmiş, bazı
tetkiklerin (tam kan sayımı, kanama/pıhtılaşma parametreleri gibi) ise, hiç
yapılmamış olduğu belirlenmiştir.
- Kayıtlardaki
bilgilere göre, resüsitasyon sırasında verilen sodyum bikarbonat miktarının
(toplam 2550 mL) çok yüksek olduğu, bu değerin sağlıklı insan için bile gerek
sıvı gerekse sodyum yükü açısından hayati sonuçlar doğuracağının bilinmesi
gerektiği, nitekim saat 12:39 da çıkan kan gazı sonuç belgesinde elle yazılı
olan sodyum değerinin 182 mmol/L ölçülmesi, daha sonraki ölçümde "out of
inst. range (high)" sonucunun çıkmış olması söz konusu hayati tehlike ihtimalini
teyit ettiği, bu konuyu açıklayacak hastane dosyası içerisinde hekimlere ait
bir değerlendirmenin bulunmadığı anlaşılmıştır.
- ALT
ve AST, sodyum ve diğer elektrolit düzeylerinde normalden daha yüksek değerler
saptandığı görülmüştür. Bu değerlerin bir kısmının kardiyo pulmoner
resüsitasyona (kalp akciğer canlandırması, CPR) bağlı olabileceği düşünülmekle
birlikte protein ve albümindeki aşırı düşük değerlerin (albumin değerinin 1.2
g/dL, normali 3.2-4.5 g/dL, total proteinin ise 2.3 g/dL, normali 6.0-7.8 g/dL
olduğu), Merhum Cumhurbaşkanının bilinen hastalıkları ve mevcut klinik durumu
dikkate alındığında akut bir kardiyak olayla açıklanamayacağı düşünülmektedir.
Ancak, bu konuda herhangi bir incelemenin yapıldığına dair hasta dosyasında da
bir kayda rastlanılmamıştır.
- Hasta
dosyasındaki kayıtlara göre, fosforun 12.8 mg/dL (normali 23-4.7 mg/dL) olarak
ölçüldüğü görülmüştür. CPR'ın fosforu yükselttiği bilinmekle birlikte üç kat
yükselttiği ile ilgili literatürde bir bilgi bulunamamıştır. Bazı farmasötik ve
toksikolojik maddelerin fosfor değerlerini bir miktar yükselttiği
bilinmektedir. Bu nedenle bu kadar yüksek fosfor değerinin açıklanmaya
ihtiyacıvardır. Ancak, bu konuda herhangi bir incelemenin yapıldığına dair
hasta dosyasında bir kayıt görülememiştir.
- Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde alınan kan örneğinde kan üre azotu normal iken,
kreatinin düzeyi 2.1 mg /dL olarak tespit edilmiştir. Merhum Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın Düzen Laboratuvarı tarafından 1987-1993 yılları arasında yapılan
tetkiklerine bakıldığında, kan üre azotu ve kreatinin düzeylerinin normal
aralıklarda seyretmiş olduğu anlaşılmaktadır. Kan üre azot değeri normal olduğu
halde izole kreatinin yüksekliği yapan durumlara bakıldığında bunların kas
yıkımı, simetidin, trimetoprim, sefalosporin gibi ilaçların kullanımı, kanda
keton, metanol ve isopropil alkolün olabileceği literatürden anlaşılmaktadır.
Ancak, Merhum Cumhurbaşkanının tıbbi kayıtlarında bunlarla ilişkili bir durum
saptanmamıştır. Resüsitasyon sırasında meydana gelen kas yıkımının az olduğu
bilinmektedir. Merhum Cumhurbaşkanının tetkik sonuçlarındaki CK değerinin CPR
uygulamasına bağlı "Ezilme Sendromu" olasılığı ile hafif
yükselmesinin (1642 U/L) kreatinindeki bu yüksekliği açıklamayacağı; netice
olarak, kan üre azotu normal iken kreatinin düzeyinin yüksek bulunmasının
açıklanması gereken bir durum olduğu değerlendirilmiştir. Ancak, hastane
dosyasında veya hekimlerin beyanlarında açıklayıcı bir yorumun yapılmamış
olduğu tespit edilmiştir.
Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe
Hastanesine kabulünde yapılan ilk tıbbi muayenelerde kalp aktivitesinin,
spontan solunumunun ve tansiyonun olmadığı, pupillerin fiks ve dilate olduğu
tespit edilmiş olması adli tıp açısından somatik ölüm (insan vücudundaki üç ana
sistemden, dolaşım ve solunum sistemlerinin yapay destek almaksızın çalışmaması
ve santral sinir sistemi fonksiyonlarının durması somatik ölüm olarak
tanımlanmaktadır) olarak bilinen duruma uygun olduğu kanaatini oluşturmaktadır.
Ölüm anı Merhumun ilk düştüğü an olarak kabul edilir ise aradan bu kadar uzun
süre geçtikten sonra kişinin hayata dönmesinin mümkün olmadığı tıbben kabul
edilen bir gerçektir."
13 -
Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi yapılması hususunun Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde değerlendirildiği, aileye (Sayın Semra Özal) konunun
sorulduğu, ancak otopsi yapılmasının aile tarafından kabul edilmediği ifade
edilmektedir. Sayın Semra Özal ise, otopsi konusunun kendilerine sorulmadığını,
esasen sorulmasının da gerekmediğini, kendilerine önerilen konunun tahnit
olduğunu, bu işleminin de Merhumun naaşının defin merasimine kadar korunduğu
GATA'da yerine getirildiğini belirtmektedir.
Yapılan araştırma
ve inceleme neticesinde, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi
yapılması konusunun gündeme gelip gelmediği hususunda aşağıdaki tespitlere
ulaşılmıştır.
- Sayın
Semra Özal'ın, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi işleminin yapılıp
yapılmaması konusunda Dr. Cengiz Aslan dahil hiç kimsenin kendisine bir şey
sormadığını, bu nedenle otopsiye izin vermediği yönündeki iddiaların doğru
olmadığını, eğer sorulsaydı otopsinin yapılmasını isteyeceğini, kendisine
sorulan hususun tahnit ve mumyalama olduğunu, bu meyanda sadece mumyalamaya
rıza göstermediğini ifade etmiştir.
- Ölüm
raporunda isim ve imzası bulunan Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet
Yüksel Bozer, Turgut ÖZAL'ın vefatında ne bir ihbar, ne bir klinik şüphe ne de
otopsi yapılmasını düşündürecek başka bir durumun olmadığını, kısaca otopsi
yapılmasını gerektirecek bir şüphenin bulunmadığını; yine ölüm raporunda onayı
bulunan Hastaneler Başhekimi Prof. Dr. Celal Çelik Taşar, ölümün şüpheli olarak
görülmediğini beyan etmişlerdir.
- Ölüm
raporunda isim ve imzaları bulunan Prof. Dr. İlhan Paşaoğlu, Prof. Dr. Mehmet
Kemal Erdem, Prof. Dr. Ali OTO ve Prof. Dr. Kubilay Varlı'nın ise, kendilerinin
bulunduğu
ortamda otopsi konusunun
konuşulmadığını ve gündeme gelmediğini ifade etmişlerdir.
- Otopsinin
sorulmadığı, gündeme gelmediği ve değerlendirilmediği yönündeki beyanlara
karşılık;
Dr.
Cengiz Aslan'ın ‘Sayın Semra Özal'a doktor arkadaşlar beni aracı
olarak gönderdiler otopsi yapalım mı dedim. Fevkalade üzgündü. "Ben
orasını burasını kestirmem, Öldü işte görmüyor musun, geri mi getireceksiniz?
dedi",
Av.
Bilgin Yazıcıoğlu'nun, "resmi ölümü açıklandıktan sonra
tedavi sürecine katılan doktorların talebiyle Sayın Semra Özal'a
Cumhurbaşkanımızın vücudunda otopsi yapılması konusunu açtığımda "ben
eşimi parçalatmam" diyerek otopsi yapılmasını istemediğini açıkça ifade
etti.",
Musa
Öztürk'ün "Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde ölüm sonrası
Cumhurbaşkanımızın naaşı üzerinde otopsi yapılması yönünde Rektör Yüksel Bozer,
Doktor Cengiz Aslan ve müdahalede bulunan üst düzey doktorlar kendi aralarında
konuştuktan sonra Semra Hanıma otopsi yapılması yönünde öneri götürmelerine rağmen,
Semra Hanım otopsi yapılmasını kabul etmedi.",
Arif
Yüksel'in, "Ölüm günü saat 22.00 sıralarında cenazesi
GATA'ya götürülmüştü. Burada yıkanması sırasında Kardeşi Korkut Özal, oğlu
Ahmet Özal, GATA komutanı Ömer Şarlak ve Bedrettin Dalan vardı. Başka kişilerde
olduğunu hatırlıyorum. Ancak isimlerini şuan tam bilemiyorum. Ben burada Hâkim
olduğumu, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yaptığımı belirterek bu ölümün şüpheli
olduğunu ve otopsi yapılması gerektiğini sesli olarak ifade ettim. Ama orada
bulunanlar bu talebimi "aile istemiyor" diye olumsuz karşıladılar.
Ben de "bu durum yarın tartışmalı olabilir, dikkat etmek lazım" diye
söyledim.",
yönündeki
beyanların otopsi konusunun gündeme gelip değerlendirildiği ve bu meyanda
konunun aileye (Sayın Semra Özal) iletildiği hususunda kanaat oluşturmuştur.
Hüsnü Doğan, Prof. Dr. Hilmi Özkutlu, Halil Şıvgın ve Saffet Arıkan Bedük'ün
otopsi konusunun Sayın Semra Özal'a sorulduğu yönündeki beyanları da bu kanaati
güçlendirmiştir.
- GATA
Komutanlığı tarafından Kurulumuza gönderilen yazı içeriğinden de anlaşılacağı
üzere, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde ölü muayene ve otopsi işleminin
yapılmadığı, sadece defin merasimine kadar naaşın korunması için kısmi tahnit
işleminin uygulandığı, ancak yapılan bu işleme yönelik bir tutanağın da tanzim
edilmediği anlaşılmıştır. Görevi başında vefat eden Birinci Cumhurbaşkanımız
Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün ve görevi başında rahatsızlanıp bilahare vefat
eden Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in ölümünü müteakip yapılan tahnit işleminde
hangi maddelerin kullanıldığı ve tahnitin kimler tarafından yapıldığına dair
tutanak düzenlendiği görülmüştür.
Bu açıklamalar
neticesinde; otopsi
konusunun hiç gündeme gelmediği yönündeki beyanların, otopsi konusunun gündeme gelip
değerlendirildiği yönündeki beyanlarla örtüşmediği: gerek Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde
gerekse GATA'da Merhum Turgut ÖZAL'ın naaşı üzerinde otopsi yapılması konusunun bir
şekilde gündeme geldiği, ancak ailesinin (Sayın Semra Özal) istememesi gerekçe gösterilerek
otopsi işleminin yapılmadığı kanaatine varılmıştır.
14 -
Merhum Cumhurbaşkanının 17 Nisan 1993 tarihinde vefatından sonra Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde özel doktoru Cengiz Aslan tarafından hatıra ve/veya
zehirlenme iddialarının bertaraf edilmesi amacıyla saçından bir miktar
kesilerek Sayın Semra Özal'a verildiği ifade edilmiştir.
İşbu raporun ilgili
bölümünde yer verilen beyanlardan, Merhum Cumhurbaşkanının saçından bir tutamın kesilerek
alındığı anlaşılmaktadır. Alınan saç telini, Sayın Semra Özal "hatıra olarak
sakladığını" belirtmekle birlikte, Dr. Cengiz Aslan, ‘Saç tellerini alırken
ilerde zehirlenme iddialarının ihtimalini düşündüm. Prof. Yahya Laleliye ölümün
sebebini biliyorsak ta ileride Fatih Sultan Mehmet'i de misal göstererek
kanında toksikoloji ile ilgili bir araştırma yapılıp yapılamayacağını sordum. O
zamanki teknolojisiyle bir netice çıkaramayız dedi.' şeklinde
beyanda bulunmuştur. Ancak, alınmış
olan bu saç telinin hatıra amacıyla mı yoksa zehirlenme şüphesini
izale etmek amacıyla mı
alındığı hususunda kesin bir kanaat oluşturabilmek mümkün olamamaktadır.
Merhum
Cumhurbaşkanının alınan
saç telleri üzerinde bu güne kadar herhangi bir inceleme yapılmadığı
Sayın Semra Özal ve T. Ahmet Özal'ın beyanlarından anlaşılmıştır. Diğer
taraftan, Sayın Semra Özal beyanında, ‘konunun aydınlanmasına bir katkı sağlayacaksa bu saç
tellerini yetkili makamlara verebileceğini' ifade etmektedir.
Bu konudaki nihai
değerlendirme soruşturma ve kovuşturma makamlarına ait olmak üzere, Dr. Cengiz Aslan tarafından
şüphe/hatıra gerekçesiyle alınan saç tellerinin, alınış tarzı ve sebebi, bugüne kadar nasıl ve
nerede muhafaza edildiği gibi hususlar yeterince açık olmamakla birlikte, günümüzdeki
teknolojik imkânlar nazara alındığında, Merhum Cumhurbaşkanının alınan saç tellerinin üzerinde
inceleme yapılmasının, şüpheli ölüm iddialarının aydınlatılmasına
katkı sağlayabileceği
değerlendirilmiştir.
15 -
Merhum Turgut ÖZAL'ın oğlu T. Ahmet Özal, 1998 yılında babasının ölümü ile
ilgili katıldığı bir televizyon programı sonrasında, kendisini Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesinde Laboratuvar Şefi olarak tanıtan ve doçent
olduğunu ifade eden bir kişinin kendisini telefonla arayarak, rahmetli
babasının hastaneye getirildiği sırada alınan kan örneğinin halen Hastanede
bulunduğunu ve müracaat etmeleri halinde bu kanı verebileceklerini söylediğini,
bunun üzerine annesi ile görüşüp gerekli müracaatı yapmaya hazırlandığı sırada,
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Laboratuvarında çalıştığını beyan eden
başka bir erkek şahıs tarafından arandığını ve bu şahsın kanın içinde bulunduğu
tüpün yere düşerek kırıldığını söylediğini, yazılı ve görsel
medyada değişik zamanlarda gündeme
getirmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde alınan
kan örneğinin Hacettepe Üniversitesi
Erişkin Hastanesi Klinik Patoloji Laboratuvar Şefi Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu ve Laboratuvar
teknisyeni Hatice Güngör tarafından üzerinde çalışıldıktan sonra saklandığı ve 1996
yılında Klinik Patoloji Laboratuvarı Biyokimya Bölüm Şefi Yrd. Doç. Dr.
İbrahim Ünsal tarafından
laboratuvarda temizlik yapılması/elektrik kesintisi sırasında atıldığı
adı geçenlerin beyanlarından anlaşılmıştır. Yürütülen çalışma sırasında bu
konunun diğer laboratuvar çalışanları tarafından da bilinen bir durum olduğu
intibaı edinilmiştir.
Doç. Dr. Cumhur
Özkuyumcu beyanında, 17 Nisan 1993 tarihinde saat 12.00 sıralarında Hacettepe
Üniversitesi Hastanesine geldiğini, saat 14.00 sıralarında çalışılmak üzere
kendisine Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğinin gönderildiğini ve birden fazla
test çalıştığını, digoksin dışında çalıştığı diğer testleri hatırlamadığını
ifade etmekte; laboratuvar teknisyeni Hatice Güngör'de beyanında, o tarihte
icapçı olduğunu, Cumhur Özkuyumcu tarafından saat 12.00 sıralarında protokol
hastası olduğu belirtilerek evinden çağrıldığını ve TORCH grubu ( oxoplazma
İgG, İgM-CMV İgG, İgM- Rubella İgG, İgM) olarak ifade edilen bir kan çalışması
yaptığını söylemektedir. Her iki beyan sahibi de, Merhum Cumhurbaşkanının hasta dosyasında
bulunan test sonuçları arasında
o gün kendilerinin çalıştıkları test sonuçlarının bulunmadığını
ifade etmişlerdir.
Merhum
Cumhurbaşkanının tıbben öldüğü yönünde genel bir kanaat oluştuktan sonra ve
ölümünün resmen açıklanmasından (saat 14.30) kısa bir süre önce yapıldığı
belirtilen (saat 14.00) tetkiklerin hangi amaçla çalışıldığı tespit
edilememekle birlikte; tedavi amaçlı olamayacağı düşünüldüğünde, ölüm sebebini
araştırmak için istenmiş/yapılmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.
Ancak hangi tür
tetkiklerin istendiği, çalışıldığı ve sonuçlarının ne olduğu bilinemediği
için kesin bir kanaate ulaşılamamıştır.
Hacettepe
Üniversitesi Rektörlüğünce, 1999 yılında otomasyona geçilmiş olduğundan daha
eski tarihli bilgi ve belgelere ulaşılamadığı belirtilerek, 17 Nisan 1993
tarihi itibariyle Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Klinik Patoloji
Laboratuvarında yapılabilen tetkik ve tahlillerin listesi bildirilememiştir. Bu
nedenle Doç. Dr. Cumhur Özkuyumcu tarafından Kurulumuza sunulan ve Hacettepe
Üniversitesi Hastanesi Klinik Patoloji Laboratuvarında 1993 yılında
çalışılabilecek kitlere dair listenin Tıbbi Uzmanlar Heyeti tarafından
değerlendirilmesi sonucunda; belli tetkiklerle sınırlı da olsa laboratuvarda o
tarihte ölüm sebebinin araştırılmasına yönelik çalışma yapılabileceği anlaşılmıştır.
Saklandığı anlaşılan kan
örneğinin kim tarafından ve hangi amaçla alındığı, laboratuvara tetkik için kimin tarafından
gönderildiği, hangi tür tetkiklerin istendiği, kan örneğinin laboratuvarda ne şekilde teslim
alındığı, teslim alınan kan örneğinin hangi tetkiklerin ne amaçla,
ne zaman çalışıldığı ve
ne tür sonuçlara ulaşıldığı, çıkan sonucun talep eden birime/doktora
iletilip iletilmediği,
iletilmiş ise ne şekilde iletildiği, hasta dosyasında bulunmadığı anlaşılan ve
kan örneği üzerinde
çalışmak üzere evinden telefonla çağrılan laboratuvar teknisyeni Hatice
Güngör'ün beyanına göre
yaklaşık sekiz sayfa olduğu belirtilen sonuçların akıbetinin ne olduğunun tespit edilebilmesi
eldeki bilgi ve belgeler ışığında mümkün olamamıştır.
Kan örneklerinin
hangi hallerde ve ne şekilde saklanacağına dair bir düzenlemenin olmadığı, bu
hususun daha ziyade laboratuvar şefi ve/veya bölüm sorumlusunun inisiyatifinde
olduğu, genel uygulama olarak ihtiyaç halinde tekrar çalışmak üzere birkaç gün
ve/veya özellikli durumlarda daha uzun süre kan örneğinin saklandığı
beyanlardan anlaşılmaktadır. Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğini saklayan Doç.
Dr. Cumhur Özkuyumcu ise beyanında, Merhum Cumhurbaşkanının, "Devlet büyüğü
olması nedeniyle yarın ihtiyaç olabilir, başka bir şey sorulabilir diye kan
örneğini" sakladığını, bu hususta kimseye bilgi vermediğini
ifade etmektedir. Bu ifadeden başka, kan örneğinin hangi amaçla saklandığı
hususunda başkaca bir bilgiye ulaşılamadığından değerlendirme yapılamamıştır.
Yrd. Doç. Dr.
İbrahim Ünsal beyanında, 1996 yılında laboratuvarda yapılan bir temizlik
sırasında, Merhum Turgut ÖZAL'a ait olduğu söylenen kan örneğinin de içinde
bulunduğu bazı kan örneklerinin atıldığını, bu konuyu o dönem Klinik Patoloji
Laboratuvarı Şefi Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik ile görüştüğünü, hastane
yönetimine ise bilgi vermediğini ifade etmektedir. Konuyla ilgili bilgilerine
başvurulan laboratuvar Başteknisyeni Hüseyin Atiktürk ve laboratuvar teknisyeni
Sevgi Gümüş de, Merhum Cumhurbaşkanına ait kan örneklerinin elektrik kesintisi
sonucu dipfrizlerdeki buzların erimesi nedeniyle özelliğini kaybettiğinden
atıldığını beyan etmektedir. Hangi sebeple atıldığı net olarak ortaya
konulamamakla birlikte, Merhum Cumhurbaşkanına ait saklanan kan örneğinin
atıldığı hususunun beyanlara göre sabit olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu
konunun klinik patoloji laboratuvarı çalışanlarınca da bilindiği kanaati
edinilmiştir.
Diğer yandan,
Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğinin saklandığı ve daha sonra atıldığı/kaybolduğu
yönündeki iddialar 1997-1998 yıllarında kamuoyuna basın yoluyla yansımış ve 20.
Dönem Tokat Milletvekili Hanefi Çelik tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve
Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması talep edilen
19.12.1997 tarih ve 7/4034-10031 esas sayılı soru önergesi ile gündeme
gelmiştir.
Bunun üzerine,
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğünce Hastaneler Genel Direktörlüğünden konunun
araştırılması talep edilmiştir. Hastaneler Genel Direktörü Prof. Dr. Mustafa
Artvinli tarafından bu araştırma o dönem laboratuvar sorumluları olan Prof. Dr.
Ayşe Gülşen Hasçelik ve Doç. Dr. İbrahim Ünsal'a yaptırılmış ve çalışma sonucu
Hastaneler Genel Direktörlüğünce Rektörlük Makamına gönderilmiştir.
İşbu raporun ilgili
bölümlerinde mahiyetine yer verilen söz konusu çalışma tetkik edildiğinde
aşağıdaki hususların açıklanamadığı/anlamlandırılamadığı görülmüştür.
- Söz
konusu çalışmada Merhum Cumhurbaşkanının kan örneğini saklayan Doç. Dr. Cumhur
Özkuyumcu ile görüşüldüğü belirtilmesine rağmen kan örneğinin saklanmasının
söylentiden ibaret olduğu, herhangi bir bilgi ve kaydın bulunmadığından
bahsedilmektedir.
- Yrd.
Doç. Dr. İbrahim Ünsal beyanında, 1996 yılında laboratuvarda yapılan bir
temizlik sırasında, Merhum Turgut ÖZAL'a ait olduğu söylenen kan örneğinin de
içinde bulunduğu bazı kan örneklerinin attırdığını ifade etmesine rağmen, Prof.
Dr. Gülşen Hasçelik ile birlikte imzaladıkları 13.02.1998 tarih ve D-8 sayılı
yazıda, saklanan kan örneği ile ilgili herhangi bir bilgi ve kaydın bulunmadığı
ve konunun söylentiden ibaret olduğu belirtilmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının saklanmış olan kan örneğinin, Turgut ÖZAL'a ait olduğu
kendisine personel tarafından hatırlatılmasına rağmen atılması talimatını veren
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Ünsal'ın, bu kararı hastane yönetimine haber vermeksizin
tek başına aldığı anlaşılmış, beyanında ise bu kan örneğinin tıbbi açıdan
olmasa da adli açıdan bir değer olduğunu ifade etmiştir.
- Yrd.
Doç. Dr. İbrahim Ünsal, kan örneğinin atılması konusunda o dönem birlikte
çalıştıkları Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik ile görüştüğünü belirtmesine ve
laboratuvarda çalışanların kan örneğinin saklandığı ve atıldığı hususundan
haberdar oldukları kanaati edinilmesine rağmen, Prof. Dr. Ayşe Gülşen Hasçelik
beyanında, bu hususta bilgisinin olmadığını belirtmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının kan örneğini saklanması ve atılması konusunun, ilgili personel
arasında konuşulan ve basın aracılığıyla kamuoyuna yansıyan bir husus olmasına
rağmen, Üniversite yönetimince 1998 yılında yapılan araştırma sonucunda konunun
tespit edilememesi dikkat çekici bulunmuştur.
- 21.
Dönem İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in şikâyetiyle başlayan Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 2006 yılında yaptığı soruşturma sırasında, Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinden istenilen diğer belgeler ile birlikte söz konusu
araştırma sonucunun da gönderildiği görülmüştür. Sözkonusu araştırma sonucunu
havi yazı, adı geçen Başsavcılık tarafından konu hakkında verilen takipsizlik
kararının gerekçeleri arasında yer almıştır.
16 -
T. Ahmet Özal, yukarıda yer verildiği üzere, katıldığı bir televizyon programı
sonrası kendisini telefonla arayan ve Merhum Cumhurbaşkanına ait kan örneğinin
halen Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde muhafaza edildiğini söylediğini,
müracaat için hazırlık yaptıkları sırada bir başka kişinin arayarak söz konusu
kanın döküldüğünü söylediğini, bu durumdan şüphelenerek o tarihte hissedarı
olduğu Kanal 6 televizyonundan ismini hatırlayamadığı bir muhabiri konuyu
araştırması için Hacettepe Üniversitesi Hastanesine gönderdiğini, söz konusu
muhabirin gizli kamera ile yaptığı çekimleri izlediğinde, laboratuvarda görevli
olduğu anlaşılan orta yaşlı bir bayanın, 'babasının kanında bir insanın kanında bulunmaması
gereken bazı maddelere rastlandığını'beyan ettiğini dile
getirmiştir.
Ayrıca, T. Ahmet
Özal'ın yukarıda bahsi geçen laboratuvar görevlisi orta yaşlı bayana
ulaşılamadığı ve/veya öldürülmüş olabileceği yönünde beyanlarının da kamuoyuna
yansıdığı görülmüştür.
T. Ahmet Özal 26.10.2010
tarihli beyanında, Kanal 6 televizyonu muhabirinin gizli kamerayla çektiği ve kendisinin
izlediği kaseti bulduğunda Kurulumuza ulaştıracağını ifade etmiştir. Ancak, iki defa
yazılı olarak istenilmesine rağmen bugüne kadar bahse konu kaset Kurula intikal ettirilmediği
gibi gizli kamerayla çekim yaptığı ifade edilen muhabirin ismi de
bildirilmemiştir. Bu
nedenle gerek muhabirin bilgisine başvurulma, gerekse gizli kamerayla
yapılan çekimin mahiyeti
konusunda bir inceleme ve tespit yapabilme imkânı bulunamamıştır.
Kurulumuzca yürütülen çalışma sırasında,
"orta yaşlı" olarak nitelendirilen bayan laboratuvar görevlisinin
isminin Dilber Karabulut olduğu, Hacettepe Üniversitesi Hastanesi
laboratuvarında 1982-2003 yılları arasında sağlık teknisyeni/teknikeri olarak
görev yaptığı, 2003 yılında emekli olduğu tespit edilmiş ve bilgisine
başvurulmuştur.
Dilber Karabulut beyanında, T. Ahmet
Özal'ın iddiasında bahsettiği gizli kamera ile yapılan çekimi teyit etmekle
birlikte, esasen Merhum Cumhurbaşkanının kan tetkik sonuçlarıyla ilgili
söylediği hususun sonuçlardaki değerlerin alt ve üst sınırların (normal
değerlerin) çok altında veya üstünde olmasına istinaden ‘sonuçların allak
bullak' olduğunu belirtmekten ibaret olduğunu, ancak söylediklerinin yanlış
anlaşıldığını, çarpıtıldığını, kendisinin aldığı eğitim itibariyle söz konusu
sonuçları değerlendirebilecek durumda olmadığını ifade etmiştir. Tıbbi Uzmanlar
Heyeti de Raporunda Merhum Cumhurbaşkanının kan değerlerinde anormalliklerin
(ALT, AST, LDH, Na, glukoz, kreatinin, CK ve fosfor düzeylerinde normalden daha
yüksek değerler saptandığı, protein ve albümin değerlerinin aşırı düşük olarak
tespit edildiği, klorür değerlerinin ise, tetkiklerden birinde normalden
yüksek, diğer iki tetkikte ise normalden düşük) olduğunu ve bunun izahının
gerektiğini belirtmiştir.
17 -
Sayın Semra Özal 01.12.2010 tarihinde yapılan görüşmede, hatırladığı kadarıyla
1998 yılında, halen ikamet ettiği İstanbul ili Sarıyer ilçesindeki evine
kendisinin olmadığı bir zamanda, 34 TC 245 plakalı bir araçla gelerek,
kendisini Azeri olarak tanıtan ve görgü tanıklarının beyanlarına göre
şivesinden de öyle olduğu anlaşılan bir şahsın görüşmek istediğini ve çok
önemli şeyler söyleyeceğini ifade ettiği, ikamette bulunan korumaların Sayın
Semra Özal'ın olmadığını söylemesi üzerine, bu şahsın kendisine iletilmek üzere
konuttaki görevlilere "Turgut ÖZAL'ı öldürdüler, katili Azerbaycan'da, ismi Hasan Ali
oğlu (Hasan Ali Og, glikonorinaid ilaç, ERCİYES OTEL, Beyazıt, Şehriyar
Purnovruz, 517 91 85" ibarelerinin bulunduğu bir kâğıt
bıraktığını, kâğıdı bırakan kişiye ulaşmak için yakın korumasını Azeri olduğu
iddia edilen kişinin kaldığı otele gönderdiğini, ancak bu kişiye
ulaşılamadığını, konunun İstanbul Emniyet Müdürlüğüne intikal ettirilmesine
rağmen bir sonuç alınamadığını ifade etmiştir. Sayın Semra Özal yaşanılan bu
olay ve bırakılan kâğıttaki bilgiye istinaden eşi Turgut ÖZAL'ın
zehirlendiğinden şüphelendiğini iddia etmektedir.
Raporun Birinci
Bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, sözkonusu kağıtta ismi geçen Şehriyar Purnovruz'un
ülkeye resmi yollarla giriş çıkış yapmadığının belirlenmesi, kaldığı
beyan edilen otelin
kayıtlarına erişilememesi, geldiği belirtilen araca ve sürücüsüne
ulaşılamaması, adıgeçene
ait olduğu beyan edilen ve diğer tanıklarca Asım Enşenol'a verildiği
ifade edilen pasaport
fotokopisinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde kime
verildiğinin koruma
polisi Asım Enşenol tarafından hatırlanamaması ve bir örneğinin muhafaza
edilmemiş olması, kağıtta
yazılı ilacın/maddenin varlığına ilişkin literatürde herhangi bir bilgiye
ulaşılamaması gibi
nedenlerle belirtilen iddianın gerçekliği hakkında somut olarak
herhangi bir kanaat edinilememiştir.
18 -
Sayın Semra Özal tarafından muhtelif yer ve zamanlarda müteaddit defalar,
Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatından bir gün önceki tarih olan 16 Nisan 1993 Cuma
günü akşam üzeri Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya
Toperi'nin yoğun ısrarıyla katıldığı bir sergide içtiği limonata ile
zehirlendiği hususu iddia olunmuştur.
Söz konusu serginin
iddia edildiği gibi Bulgaristan Büyükelçiliğinde değil, Üsküp Caddesi (eski
çevre sokak) Kuloğlu Sokak Kasım Apt. No.5/1 Çankaya adresinde bulunan Armoni
Sanat Galerisinde gerçekleştirildiği belirlenmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanının 16 Nisan 1993 tarihli programında, Armoni Sanat Galerisinde
bulunan Türk asıllı Bulgar vatandaşı Vejdi Reşidov'un heykel sergisine
katılacağının belirtilmiş olması, o gün sanat galerisinin etrafında çevre
güvenlik önlemlerinin önceden alınmış olması, Cumhurbaşkanlığı Koruma
Müdürlüğüne bağlı öncü ekip olarak tarif edilen koruma polisleri ile refakat
yaverinin sergi salonunda Cumhurbaşkanının katılımından önce inceleme yapmış
olması, sergiye davet edileceklere ilişkin listenin Cumhurbaşkanlığınca teyit
edilmesi, YÖK Başkanı dahil bazı üst düzey kamu görevlilerinin de sergiye
iştirak etmesi, daha önce açılmış bir sergi olmasına rağmen Cumhurbaşkanı
geleceği için kokteyl ve müzik dinletisi gibi hazırlıkların yapılmış olması,
Merhum Cumhurbaşkanının sergiye katılımının ani bir kararla olmadığına, bilakis
programlanmış bir ziyaret olduğuna işaret etmektedir.
Armoni Sanat
Galerisi sahibi Aynur Pehlivanlı'nın Kurulumuza verdiği Merhum Cumhurbaşkanının sergiyi ziyaretine ilişkin
görüntüleri ihtiva eden video kaydının yer aldığı CD ile TRT Genel Müdürlüğünden
temin edilen ziyarete ilişkin görüntülerin izlenmesinden ve konuya ilişkin alınan
beyanlardan; Merhum Cumhurbaşkanına ikram edilen içeceğin limonatadan ziyade, taze
sıkılmış portakal suyu olabileceği, Merhum Cumhurbaşkanına ikram edilen portakal suyundan,
sergideki bazı konukların ve kokteylde görev yapan garsonların da
içtiği
anlaşılmıştır.
Bu itibarla, elde edilen bilgilerden, Merhum
Cumhurbaşkanının vefatından bir gün önce sözkonusu sergiye programına uygun olarak katıldığı ve
sergide portakal suyu içtiği anlaşılmış olmakla birlikte, sözkonusu sergiye katılanlardan
dönemin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Arif Yüksel'in konuya dair şüpheleri dışında zehirlendiğine
ilişkin somut herhangi bir bilgiye, görüntüye ve tanığa ulaşılamamıştır.
19 -
Selman Kayabaşı tarafından yayıma hazırlanan "Devlet Sırrı" isimli
kitapta; Abdurrahman Korkut Özal'ın, ağabeyinin ölümünün bir tertip olduğunu,
Köşk'e birinin sokularak ağabeyinin öldürüldüğünü, Köşk'ün içine kadar girmiş
bir organizasyon olduğunu, rahatsızlanmasından sonra ağzından köpük geldiği
hususunun kendisini ilk görenler tarafından ifade edildiğini, kalpten ölen
kişinin ağzından köpük gelmeyeceğini, kardeşinin açık bir şekilde
zehirlendiğini, emniyet ve istihbaratın içinde bilinen kişilerin bu işin içinde
olduklarını dile getirdiği yönünde ifadeler yer almıştır. Ayrıca, Korkut
Özal'ın katıldığı bir kısım televizyon programlarında da Merhum Turgut Özal'ın
zehirlendiğine ilişkin benzer iddialarda bulunduğu görülmüştür.
İddianın
incelenmesi çerçevesinde kendisiyle yapılan görüşmede; "(...)
Konuyla ilgili söylemimin temeli görgü tanıklarıyla yaptığım görüşmelere
dayanır. Zehirlenmesinin temel göstergesi ağzından köpük gelmesidir. Ağzından
köpük geldiğini bana Koruma Müdürü Musa Öztürk Köşk'te taziyeleri kabul
ettiğimiz sırada söyledi. (...)
Köşk'e adam
sokularak rahmetlinin zehirlendiği şeklinde benim bir beyanım yoktur. Aynı
şekilde bu hadisede Emniyet ve MİT'in bilgisi olduğuna yönelik bir beyanım da
olmamıştır.(...)" şeklinde beyanda bulunmuştur.
Yapılan incelemede,
sözkonusu iddiada belirtilen ağızdan köpük gelmesi hadisesi, Merhumun
rahatsızlanması anında yanında bulunan bazı tanık ifadelerince doğrulanmış ve
Tıbbı Uzmanlar Heyetince yapılan çalışmada sözkonusu beyanlar da dikkate
alınarak değerlendirme yapılmıştır.
İddianın geri kalan
kısmı ise Korkut Özal tarafından sözkonusu ifadelerin kendisine ait olmadığının
beyan edilmesi ve mezkur iddiada somut herhangi bir bilgi ve şahıs isminin
geçmemesi nedeniyle iddianın gerçekliği hususu değerlendirilememiştir.
20 -
Merhum Cumhurbaşkanının vefatının üzerinden 19 yıl gibi uzun bir sürenin geçmiş
olması nedeniyle, bilgisine başvurulan kişilerin yaşadığı/şahit olduğu/duyduğu
bazı hadiseleri hatırlamakta güçlük çektiği, kendilerine ve bir başkasına
sorumluluk gelebileceği endişesinden hareketle bazı hususları hatırla(ya)madığı
ve/veya başka anlatımlar ile yazılı ve görsel medya aracılığıyla kamuoyuna
aktarılan haber ve yorumların etkisinde kaldıkları görülmüştür. Ancak bazı beyanlarda ve/veya
kayıtlarda yer alan çelişkilerin/tutarsızlıkların ise hayatın olağan akışı
içerisinde makul olarak
izahının mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu meyanda tespit
edilen çelişkiler ve tutarsızlıklara işbu Raporun “Genel Değerlendirme ve
Öneriler” bölümünde ayrıntılı olarak yer verilmiştir.
21 -
Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesinin Büyük Acil
Polikliniği'nde Dr. M. Kadri Altundağ tarafından ilk muayenesinin yapıldığı, bu
muayenede hastanın tansiyon ve nabzının alınamadığı, solunumunun olmadığı,
pupillerinin fiks dilate olduğu kaydedilmiş, dosyada yer alan belgeler ve
yapılan işlemler hakkında bilgi verilmiş, ancak ölüm sebebine ilişkin herhangi
bir görüş belirtilmediği veya tespitte bulunulmadığı anlaşılmıştır. Aynı
şekilde Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde Dr. Erhan Atahan (Çekiç)
tarafından düzenlenen doktor gözlem formunda da bu süreçte yapılan müdahalelere
yer verilmekle ve tüm çabalara rağmen hayati bulgularda düzelme saptanmaması
üzerine Merhum Cumhurbaşkanının saat 14:30'da kaybedildiği not edilmekle
birlikte, ölüm sebebine ilişkin herhangi bir belirlemede bulunulmamıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanmasından ölümüne kadar geçen zaman zarfında yaşanan
sürece ilişkin düzenlenen tıbbi tutanakta da ölüm sebebine yer verilmediği,
ölüm raporunda ise, ölüm sebebinin “koroner arter hastalığı ve kardiak arrest”
olarak tespit edildiği görülmüştür. Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin
Prof. Dr. Ahmet Yüksel Bozer tarafından imzalanan 19.04.1993 tarihli gömme izin
kâğıdında ise “kalp yetmezliği” olarak gösterildiği anlaşılmıştır.
Yürütülen inceleme
sırasında, ölüm sebebinin belirlenmesinde hangi tıbbi verilerin esas alındığına
yönelik düzenlenmiş herhangi bir belge ve/veya tutanağa ulaşılamamıştır. Ölüm
raporunda imzası olan doktorlar, yukarıda yer verilen beyanlarında; Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin “koroner arter hastalığı ve kardiyak arrest”
olarak tespit edilmesinde,
- Daha
önce kalp hastalığı geçirmiş olmasının,
- Sağlığı
ile ilgili geçmiş yaşam öyküsünün,
- Anlatılanlara
göre sabah spor yaparken rahatsızlanmasının,
- Hiper
tansiyon hastası olmasının,
- Kalbinin
kasılma gücü ile ilgili rahatsızlığının bulunmasının,
- Aşırı
kilosu ve yaşının
etkili olduğunu,
zehirlenme dâhil ölümünde şüpheyi çağrıştıracak herhangi bir bilginin
kendilerine verilmediğini ifade etmektedirler.
Aynı zamanda,
tıbbi tutanakta ve/veya ölüm raporunda isim ve imzası bulunanlar, ölüm
raporunda yer alan ölüm sebebinin
arkasında durmakla birlikte,
- Prof.
Dr. İlhan Paşaoğlu 22.08.2011 tarihli beyanında; "Cumhurbaşkanımızın
ölüm nedeni koroner arter rahatsızlığına bağlı kardiak arrest
olarak yazılmış ise de, otopsi yapılmadan normalde
kesin ölüm sebebi belirlenmez. Net ölüm sebebi ancak otopsi ile belirlenebilir.
Ancak Cumhurbaşkanımızın geçmiş yaşam öyküsü ve kalp ameliyatı geçirmiş olması
nedeniyle ölüm sebebi olarak koroner arter rahatsızlığına bağlı kardiak arrest
şeklinde yazıldı. Bu şekilde verilen karar esasen afakîdir.";
- Prof.
Dr. Kubilay Varlı 24.05.2011 tarihli beyanında; "Esasen
otopsi ölüm sebebini bilinmesinde önemlidir, ayrıca öğretici de olabilir.
Görünürde herhangi bir sebep olmamakla birlikte Sn. Cumhurbaşkanına otopsi
yapılmalıydı diye düşünüyorum.";
- Doç.
Dr. Metin Demircin ise, 05.12.2011 tarihli beyanında; "Kesin ölüm
sebebini belirlemek için otopsi yapılması gerekir."
şeklinde beyanda
bulunmak suretiyle kesin ölüm sebebinin otopsi yapılmak suretiyle
belirlenebileceğini ifade etmişlerdir.
Merhum
Cumhurbaşkanının hasta dosyasının tetkikinde, Dr. M. Kadri Altundağ ile Dr.
Erhan Atahan (Çekiç) tarafından düzenlenen, doktor gözlem formunun, "hikâye, muayene ve
hastalığın gidişi"
bölümünde, muayene ve hastalığın gidişi ile ilgili bilgi ve bulgulara yer
verilmekle birlikte
hastanın öyküsüne dair herhangi bir kaydın bulunmadığı
görülmüştür.
Merhum
Cumhurbaşkanına Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde müdahalede bulunan doktorlar,
Merhum Cumhurbaşkanının
17 Nisan 1993 tarihinde nasıl rahatsızlandığı hususunda yakınlarından doğrudan bilgi
almadıklarını, sabah spor yaparken rahatsızlandığı bilgisinin kendilerine kimin tarafından
verildiğini bilmediklerini ifade etmektedirler.
İşbu raporun önceki
bölümlerinde belirtildiği üzere, Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği gün
rahatsızlandığı saatin, rahatsızlanması sonrası ilk kimin tarafından
görüldüğünün, sabah birden fazla rahatsızlık geçirip geçirmediğinin, Köşk'te
kendisine müdahale edilip edilmediğinin, rahatsızlanma sebebi ve şeklinin,
rahatsızlandığı yer ve bulunduğu konumun, ambulansa ne şekilde götürüldüğünün,
hastaneye götürülmesi esnasında tıbbi yardım alıp almadığının kesin olarak
belirlenebilmesi mümkün olamamaktadır. Eğer Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde “hasta öyküsü” alınmış olsaydı, yukarıda belirtilen
hususların tespiti ile yaşanan sürece ilişkin tartışmaların önüne geçilebilmesi
ve Merhum Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin belirlenmesinde hayati önemi haiz
yeterli veriye dayanılarak sağlıklı değerlendirme yapılması, yapılan bu
değerlendirmeye göre de, Merhum Cumhurbaşkanının ölümünde şüphe olup olmadığı
ve buna bağlı olarak da ölü muayenesi ve otopsiye gereksinim duyulup
duyulmayacağı (görevi başında ölen bir Cumhurbaşkanı gerçeği dikkate alınmasa
bile) hususunda tespit yapılabileceği düşünülmektedir.
Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin ölüm raporunda ve gömme izin kâğıdında iki
farklı terimle ifade edilmiş olması ve ölüm sebebi ile ilgili değerlendirmeler
hususunda Tıbbi Uzmanlar Heyeti tarafından varılan kanaat ve sonuç aynen
aşağıya alınmıştır.
"... Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin ölüm raporunda, "Koroner Arter Hastalığı
ve Kardiyak Arrest" olarak kaydedilmiş iken, Gömme İzin kâğıdında ise
"Kalp Yetmezliği" şeklinde yer aldığı, her iki belgede niçin
birbirinden farklı klinik terimlerin kullanıldığının anlaşılamadığı, kalp
yetmezliği ve kardiyak arrestin bir çok klinik sendrom sonucunda ortaya çıkan
klinik bir sonuç olup kesin ölüm nedeni olarak değerlendirilmesinin mümkün
olmadığı, her iki belgede birbirinden farklı tanıların (tıbbi terimlerin)
yazılması heyetimizde hekimlerin Merhum Cumhurbaşkanının ölüm nedeni ile ilgili
kesin bir tanıya varamadıkları yönünde kanaat oluşturduğu,
Merhum
Cumhurbaşkanının hastaneye kabul edildiği andan ölümünün ilan edildiği ana
kadar yapılan tıbbi tetkiklerde "koroner arter hastalığı ve kardiyak
arrest" ile "kalp yetmezliği"ni gösterir herhangi bir tıbbi
bulguya kayıtlarda rastlanılamadığı,
Merhum Cumhurbaşkanının
ölüm sebebinin "koroner arter hastalığı ve kardiyak arrest" olarak
tespit edilmesinde, daha önce kalp hastalığı geçirmiş olmasının, sağlığı ile
ilgili geçmiş yaşam öyküsünün, anlatılanlara göre sabah spor yaparken
rahatsızlanmasının, hipertansiyon hastası olmasının, kalbinin kasılma gücü ile
ilgili rahatsızlığının bulunmasının, aşırı kilosu ve yaşının etkili olduğu
ifade edilmesine rağmen bunlar ölüm sebebini belirlemede tıbbi bulgular ile
desteklenmediğinden tek başına yeterli olmayacağı, dolayısıyla tahmini ölüm
nedeninin kesin ölüm nedeni olarak yazıldığı,
Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın vefatından kısa bir süre önce 05.02.1993 tarihinde The Methodist
Hastanesinde yapılan check-up'ında elde edilen mevcut bilgi ve belgelerden
anlaşıldığı kadarıyla Merhumun sırt ve diz ağrısı olduğu, ancak herhangi bir
kardiyovasküler sistemle ilgili yakınması olmadığı, hafif bir kan şekeri
yüksekliği olduğu, ekokardiyografide hafif sol ventrikül hipertrofisi ve hafif
sol atriyum dilatasyonu, Talyum sintigrafisinde hafif düzeyde iskemi dışında
fizik muayenede ve laboratuar bulguları içerisinde ciddi ve anlamlı bir
patolojik bulgu tespit edilmediği, ayrıca sintigrafi tetkiki sırasında yapılan
egzersiz stres testinde normal kan basıncı cevabı ile göğüs ağrısı olmaksızın
6,5 dakika koştuğu ve testin yorgunluk nedeniyle sonlandırıldığı, Merhumun
kilolu oluşu, hafif kan şekeri yüksekliği ve hafif HDL düşüklüğü dışında
kardiyovasküler risk faktörüne sahip olmadığı, kan basıncının normal seyrettiği
ve belirgin hiçbir yakınması olmadığı göz önüne alındığında bu denli düşük risk
profili ile ani kalp ölümü olasılığı tamamen dışlanamamakla birlikte uzak bir
ihtimal olarak görüldüğü,
Merhum
Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde gerek büyük acil
servisinde gerekse kalp damar cerrahisi yoğun bakım ünitesinde hekimin
yükümlülüklerinden olan öyküsünün (yakınlarından) alındığına dair bir kaydın
bulunmadığı, "hasta öyküsü" alınmış olsaydı,
Merhum
Cumhurbaşkanının ölüm sebebinin belirlenmesinde daha sağlıklı veriye
dayanılarak değerlendirme yapılmasının mümkün olabileceği,
Merhum Cumhurbaşkanı için risk öngörme
yöntemlerinden biriyle yapılan risk değerlendirmesine göre 5 yıllık sağkalım
oranının yaklaşık % 80'e karşılık geldiği, başka bir yöntemle hesaplanan
kardiyak kökenli ölüm riskinin baypas ameliyatı sonrası 6 yıl geçmiş olması
nedeniyle oldukça düşük tahmin edilebileceği, buna ilaveten egzersiz testinden
hesaplanan Duke yürüme bandı puanına göre 6.5 puana sahip olduğu, dolayısıyla
da düşük risk grubuna girdiğinin görüleceği ve bu hasta grubunda ortalama
yıllık ölüm riskinin % 3-4 ve beş yıllık sağkalım oranının da en az % 80-85
arasında tahmin edilebileceği, son olarak Merhumun tedavisinde kardiyovasküler
mortalite, morbidite ve ani kalp ölümünü azalttığı gösterilen o dönemde alması
gereken tüm ilaçları (angiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri,
asetilsalisilik asit, statin, beta bloker) aldığı göz önünde bulundurulduğunda
eldeki bilgi ve belgeler ışığında Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın kalp
nedenli ani ölümünün beklenmediği ancak bu ihtimalin tamamen dışlanamadığı, bu
bağlamda ani ölümde serebro vasküler olaylar gibi kalp dışı ve özellikle de
doğal ölüm nedenleri dışındaki ihtimallerin de düşünülmesi gerektiği,
Merhum
Cumhurbaşkanının, prostat kanseri nedeniyle geçirmiş olduğu prostat
cerrahisinin ani ölüm açısından belirgin bir risk oluşturmayacağı, Düzen
Laboratuvarı tarafından yapılan takiplerinde son dönemde PSA değerlerinde bir
miktar artış olsa da ani ölüm açısından bir risk teşkil etmeyeceği,
Merhum
Cumhurbaşkanının vefatı ile ilgili beyanlar, tıbbi belgeler, ölümünden sonra
kamuoyu gündemine gelen iddialar, vefatın beklenmedik bir anda olması ve
Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde yapılan kan analizlerinde klinik durumuyla
açıklanması zor olan anormalliklerin bulunması birlikte değerlendirildiğinde,
ölüm nedeni olarak zehirlenme ihtimalinin de göz ardı edilemeyeceği; Merhum
Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi Hastanesi büyük acil servisine
getirildiği sırada bilincinin olmaması, kardiyovasküler kollapsın gelişmiş
olması, solunumunun olmaması ve idrar kaçırma bulgusunun olması, hipoksi
gelişmiş olmasının yanı sıra bronşlardan fazla miktarda köpüklü salgı gelmesi,
laboratuvar incelemesinde sodyum, glukoz, kreatinin, kreatinin kinaz, LDH ve
karaciğer enzimlerinin (AST ve ALT) çok yüksek bulunması, ayrıca, protein ve
albümin değerlerinin aşırı düşüklüğü ile klorür değerlerinin değişken olması
gibi bulguların organofosfat zehirlenmesini de düşündürebileceği,
Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği tarihte Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Klinik
Patoloji Laboratuvarında kolinesteraz testinin çalışılabildiği, alınan plazma
ya da eritrosit örneklerinde bu test çalışılmış olsaydı ve enzim aktivitesinde
%25-50 aralığında bir düşüş tespit edilseydi, organofosfat zehirlenmesini
düşündürecek önemli bir bulgu ortaya konulabileceği,
sonuç ve kanatine varılmıştır."
Görüleceği üzere, Tıbbi Uzmanlar Heyeti
Raporunda; Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde belirlenen ölüm nedeni, tahmini ölüm
nedeni olarak nitelendirilmekte ve gerçek ölüm nedenine ilişkin herhangi bir çalışma yapılmadığı
ortaya konulmaktadır. Ayrıca, aynı Raporda Merhum Turgut Özal'ın gerek Türkiye'deki
gerekse Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hastane ve laboratuvarlardan toplanan tüm sağlık
verilerinin değerlendirilmesi sonucunda; Merhumun ölüm nedeni olarak "ani kalp ölümü
olasılığının" tamamen dışlanamamakla birlikte "uzak bir ihtimal
olarak"
görüldüğü, "kalp dışı ve özellikle de doğal ölüm nedenleri
dışındaki ihtimallerin" de düşünülmesi gerektiği ve bazı bulguların ise ölüm
nedeni olarak "organofosfat zehirlenmesini" de akla getirebileceği
ifade edilmektedir.
22 -
Merhum Cumhurbaşkanının vefatından sonra, ölümünün şüpheli olduğu iddiaları,
muhtelif zamanlarda kamuoyunun ve ilgili kurumların bilgisi dâhiline girmiş,
gerek ulusal gerekse yabancı yazılı ve görsel medyada ölümünün şüpheli olduğuna
yönelik birçok haber/yorum/makale yayınlanmış ve bu konudaki iddiaları içeren
çeşitli kitaplar kamuoyuyla paylaşılmıştır.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefat ettiği süreçte gerek Köşk'te gerekse Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde yaşananlara ilişkin belirsizlikler, kayıtlara geçen
ölüm sebebini destekleyecek yeterli derecede tıbbi verilerin olmaması, ölüm
raporunda imzası bulunan doktorlar da dahil olmak üzere müdahale sürecine
katılan doktorların kesin ölüm sebebinin ancak otopsi ile tespit edilebileceği
yönünde genel kanaatleri, Tıbbi Uzmanlar Heyetinin Merhum Cumhurbaşkanının ölüm
sebebine ilişkin görüşleri dikkate alındığında, kesin ölüm sebebinin tespit
edilebilmesinin otopsi yapılması ile mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Ancak,
Merhum Cumhurbaşkanının
naaşı üzerinde otopsi yapılmadığı, bilgisine başvurulan kişilerin
beyanlarından ve ulaşılabilen belgelerden anlaşılmaktadır.
Merhum
Cumhurbaşkanının ölümünün şüpheli olarak değerlendirilmesine neden olabileceği
düşünülen olaylar/gelişmeler/tespitler ana hatlarıyla aşağıda belirtilmiştir.
- Merhum
Cumhurbaşkanının Genel Başkanı olduğu Anavatan Partisinin 18 Haziran 1988
tarihinde Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonunda yapılan 2. Olağan Kongresinde,
Kartal Demirağ tarafından açıktan silahlı suikast girişimine maruz kalmış
olması,
- Merhum
Turgut ÖZAL'ın Cumhurbaşkanı ve Devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin
karşı karşıya olduğu tüm risklerin ve tehlikelerin doğrudan muhatabı olması,
- Kamuoyu
tarafından bilinen bazı sağlık sorunları olmakla birlikte yoğun olan yurtiçi ve
yurtdışı çalışma programlarını aksatmadan yürütürken, beklenilmeyen bir anda
ölümünün ani olarak gerçekleşmesi,
- 17
Nisan 1993 Cumartesi sabahı rahatsızlanması ve sonraki süreçte yaşananlara
ilişkin
herhangi bir tespitin adli ve
idari makamlarca yapılmamış olması,
- Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı dönemde Köşk'teki sağlık sisteminin sevk ve
idaresinde açık ihmal, zafiyet ve eksikliklerin bulunması,
- Ölüm
raporunu imzalayan doktorların ölüm sebebini, herhangi bir tetkik ve otopsi
yapmaksızın belirlemiş olması
gibi hususlar bir
bütün olarak değerlendirildiğinde; Merhum Cumhurbaşkanının vefatında şüpheli
durumun varlığını çağrıştıran yeterli emarelerin mevcut olduğu düşünülmektedir.
Kaldı ki işbu
Raporun ilgili bölümlerinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere;
- Merhum
Cumhurbaşkanının tıbben öldüğü yönünde genel bir kanaat oluştuktan sonra ve
ölümünün resmen açıklanmasından (saat 14.30) kısa bir süre önce (saat 14.00)
Merhumun kan örneği üzerinde tedavi amaçlı olamayacağı düşünülen ve ölüm
sebebini araştırmaya matuf olma ihtimali bulunan bazı tetkiklerin yapıldığı,
- Dr.
Cengiz Aslan tarafından Merhum Cumhurbaşkanının zehirlenmiş olabileceği
ihtimali iddialarını bertaraf etmek üzere saç tellerinden bir miktarın
kesilerek alındığı,
- Merhum
Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi işleminin yapılıp yapılmaması konusunun
değerlendirildiği
hususları göz
önünde bulundurulduğunda, Merhumun naaşı daha Hacettepe Üniversitesi
Hastanesinde iken o dönem itibariyle bazı kişilerde Merhum Cumhurbaşkanının
ölümüne ilişkin bir şüphenin de oluştuğu intibaı edinilmektedir. Ancak, ölümün
şüpheli olduğuna dair adli mercilere herhangi bir bildirimin yapılmadığı ve bu
nedenle de ölü muayenesi ve otopsinin yapılmamış olduğu anlaşılmaktadır.
Yapılan inceleme sürecinde otopsi yapılmamasına neden ihtiyaç duyulmadığı
hususunda bilimsel gerekçeleri ihtiva eden herhangi bir belgeye de rastlanılmamıştır.
Birinci
Cumhurbaşkanımız Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, hastalığının başlangıcından
itibaren bütün seyrinin doktor gözetiminde olmasına rağmen, vefatından 24 saat
10 dakika sonra doktorlar heyeti tarafından naaşı üzerinde “otopsi yapılmasına
neden ihtiyaç duyulmadığına” yönelik 11.11.1938 tarihli tutanak tanzim
edilmiştir. Hastalığı başından sonuna yerli ve yabancı doktorlar tarafından
takip edilen Merhum Mustafa Kemal ATATÜRK'ün hastalığının ne olduğu ve seyrinin
nasıl devam ettiği bilinmesine rağmen otopsi yapılmasına neden ihtiyaç
duyulmadığına dair “Devlet ciddiyetinin” gereği olarak gerekçeli tutanak tanzim
etmek lüzumu hissedilmiştir. Ancak, Merhum Turgut ÖZAL'ın vefatında, sözkonusu
uygulama yapılmamıştır. Yukarıda belirtildiği üzere, ne şekilde
rahatsızlandığı, rahatsızlığının seyri, Hacettepe Üniversitesi Hastanesine
getirildiğindeki durumunun ne olduğu (ölü mü/sağ mı) yönünde sağlıklı bir
bilgiye erişildiğine ve değerlendirildiğine dair kayıt altına
alınmış bir veri olmaksızın otopsi
yapma ihtiyacı duyulmadan ölüm sebebi belirlenmiştir.
Merhum
Cumhurbaşkanının ölümünün şüpheli olduğuna ve otopsi yapılması gereğine yönelik
iddialara ilişkin olarak Tıbbi Uzmanlar Heyetince, varılan kanaat ve sonuç
aynen aşağıya alınmıştır.
"... Nedeni kesin
belli olmayan ve/veya tanığı bulunmayan ölümlerin "şüpheli ölüm"
olarak kabul edilmesi gerektiği, Merhum Cumhurbaşkanının Hacettepe Üniversitesi
Hastanesi büyük acil servisindeki ilk muayene bulgularına göre hukuken somatik
ölüm halinin gerçekleşmiş olduğu, ölüm yeri, zamanı ve şeklinin hastanede
müdahaleyi yapan hekimlerce bilinmediği, ölüm raporu ve gömme izin belgesinde
birbirinden farklı tanıların yazılması nedeniyle hekimlerde kesin ölüm nedeni
hakkında bir kanaatin oluşmadığı, tetkik sonuçlarının bir kısmının normal
değerlere göre yüksek/düşük veya değişken olmasının izahının gerektiği, Merhum
Cumhurbaşkanının rahatsızlanma şeklinin beklenmedik ve ani bir ölümü
gösterdiği, Dr. Cumhur Özkuyumcu tarafından, ölümün resmi olarak
açıklanmasından kısa bir süre önce "digoksin" düzeyi çalışıldığı
(hasta dosyasında buna ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır), naaş henüz Hacettepe
Üniversitesi Hastanesinde iken otopsi yapılmasının konuşulduğu hususları
birlikte değerlendirildiğinde, nedeni kesin olarak belli olmayan Merhum
Cumhurbaşkanının vefatının "şüpheli ölüm" olarak kabul edilmesinin
gerektiği,
Merhum
Cumhurbaşkanının şüpheli ölümünün adli makamlara bildirilmesinin zorunlu
olduğu, şüpheli ölümlerde otopsi yapılıp yapılmaması kararının hekimlere veya
aileye ait bir karar olamayacağı, Cumhuriyet savcılığınca yapılacak keşif
ve/veya ölü muayenesi sonuçlarına göre otopsi yapılıp yapılmayacağına karar
verilmesi gerektiği, adli makamlara bildirim yapılmamış olmasının merî mevzuata
uygun olmadığı,
Merhum Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın ölümüne yönelik şüphelerin ve zehirlenme iddialarının açıklığa
kavuşturulabilmesi için öncelikle ailede var olduğu beyan edilen saç telleri
üzerinde yapılacak bazı tetkiklerin ölüm nedenine yönelik -özellikle zehirlenme
iddialarına- cevap oluşturabileceği,
Kişilerin kesin ölüm nedenlerinin
belirlenmesinde otopsi işleminin "altın standart" olarak kabul
edildiği, Merhum Cumhurbaşkanının naaşı üzerinde otopsi yapılmadığı için kesin
ölüm nedeninin tespit edilemediği, çürüme olayının istisnalarının olduğu,
kimyasallarla etkileşim durumunda (tahnit) uygun şartlarda çürümenin kısmen ya
da tamamen engellendiği, dolayısıyla birçok adli tıbbi delilin korunduğu,
çürümenin gerçekleştiği cesetlerde dahi uzun yıllar çürümeden kalan kemik, tırnak,
saç artıkları, sarıldığı pamuk, kefen gibi eşyalarından toksikolojik
incelemelerde faydalanıldığı, feth-i kabir suretiyle yapılacak otopside faydalı
bilgilere ulaşılabileceği dikkate alındığında, Merhum Cumhurbaşkanının ölüm
nedeninin belirlenebilmesi ve vefatı ile ilgili şüphe ve iddiaların izah
edilebilmesi için -sonuç alınıp alınamayacağı kesin olarak bilinememekle
birlikte- takdiri adli makamlara ait olmak üzere feth-i kabir yapılmasının
uygun olacağı sonuç ve kaanatine varılmıştır."
Türk hukuk sisteminde
görevi başında vefat eden Cumhurbaşkanlarına ve diğer Devlet ricaline re'sen
otopsi işlemi yapılacağına, organ ve/veya doku örneği alınacağına dair herhangi
bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın
vefatında yaşanan süreçte göz önünde bulundurulduğunda, görevi başında vefat eden Devlet Ricaline
(Cumhurbaşkanı, TBMM
Başkanı, Başbakan, Bakanlar, yüksek yargı organlarının başkanları/başsavcıları,
Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları gibi) mutlak surette otopsi yapılmasını ve vücuttan
kan, doku, tırnak gibi örnekler alınmak suretiyle tetkik yaptırılmasını ve alınan bu
örneklerin belli bir süre muhafaza edilmesini sağlayacak bir düzenleme yapılmasının uygun
olacağı değerlendirilmektedir.
23 -
Merhum Cumhurbaşkanının vefatıyla ilgili süreçte yaşananlara ilişkin kamuoyuna
intikal eden iddialara duyarsız kalındığı, konunun
araştırılması/incelenmesi/soruşturulmasına yönelik olarak yetkili makamlara
yapılan müracaatların da gereği gibi değerlendirilmediği ileri sürülmüştür.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefatına ve bu süreçte yaşananlara ilişkin şüphe ve
tereddütlere dair araştırma/inceleme/soruşturma yapılmasının gerekliliğini
kamuoyu gündemine getiren talepler ve/veya yetkili makamlara yapılan
müracaatlardan tespit edilebilenlere ilişkin açıklamalara aşağıda yer
verilmiştir.
a) Merhum
Cumhurbaşkanının vefatından dokuz gün sonra Gazeteci-yazar Mehmet Ali Birand
tarafından hazırlanan ve Show TV'de 26 Nisan 1993 tarihinde yayımlanan 32. Gün
programında; Köşk'teki sağlık ve koruma hizmetlerinin organizasyon ve
işleyişindeki yetersizliklere, Merhumun rahatsızlanmasını takip eden süreçte,
müdahale, hastaneye nakil ve diğer bir kısım konulardaki aksaklık ve ihmaller
ile sürecin sevk ve idaresindeki boşluklara değinilmiştir. Ancak konuyla ilgili
bir inceleme ve araştırma yapılıp, sürecin yönetiminde ihmal ve kasıt unsurunun
olup olmadığı hususunda bir tespit ve değerlendirme yapılmaksızın
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğince, eleştirilere cevap olmak üzere
27.04.1993 tarihinde “Mevcut ve mümkün olan bütün imkânlar kullanılmış, Hacettepe'ye
gelişten itibaren hazır tutulan bütün tıbbi gayretler gösterilmiş ancak
"Takdiri İlahi" böyle tecelli etmiştir" şeklinde
yazılı bir basın açıklaması ile yetinildiği görülmüştür.
Öte yandan,
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya Toperi'nin, 17 Nisan
1993 tarihinde Köşk'te yaşananlara dair Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca
tarafından hazırlanan raporun Köşk'ün arşivlerinde mevcut olduğu yönünde bazı
basın yayın organlarında kendisine atfen haber ve yorumlar yer almıştır.
Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı ve Basın Sözcüsü G. Kaya Toperi, 17 Nisan 1993 tarihinde Köşk'te
yaşananlara dair Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca tarafından hazırlanan raporun
Köşk'ün arşivlerinde mevcut olduğu kamuoyuna yansıyan beyanlarında yer almasına
karşın, Kurulumuz tarafından alınan beyanında, rapor olarak hatırladığı metnin
Cumhurbaşkanı Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca'nın Sayın Cumhurbaşkanına yönelik
hislerini anlatan ve el yazısı ile yazılan ve bir örneğini sunduğu metin olduğunu
ifade ederek kendisine atfen yapılan açıklama ve haberleri tevil etmiştir.
Ayrıca, konunun
muhatabı olan Deniz Yaveri Yrb. Remzi Karaca ise; Cumhurbaşkanının ölümüne
ilişkin bir rapor hazırlamadığını, bu konuda Kaya Toperi'nin basında çıkan
rapora ilişkin sözlerinin doğru olmadığını, kendisinin cerideye yazmış olduğu
hususları rapor olarak değerlendirmiş olabileceğini beyan etmiştir.
b) Sağlık
eski Bakanı Halil Şıvgın, 17 Nisan 1993 tarihinden kısa bir süre sonra, Merhum
Cumhurbaşkanının vefatında yaşanan sürece ilişkin incelemede bulunduklarını ve
ulaştıkları sonuçları Sağlık Eğitim Vakfı tarafından çıkarılan "Önce
Sağlık" adlı aylık gazetenin "Özal Özel Sayısı" başlığı altında
Haziran ayında yayınladıklarını ifade etmiştir.
Adı geçen gazetenin
"Özal Özel Sayısı" incelendiğinde; Merhum Cumhurbaşkanının ölümünün
ele alındığı, konu ile ilgili alınması gereken sağlık tedbirleri, rahmetlinin
rahatsızlanmasına neden olan olgular ve rahatsızlığını takip eden süreçte
yaşanan olayların değerlendirilmesinin yapıldığı ve bu konuda uzman görüşlerine
başvurularak rahmetliyi ölüme götüren ihmaller ile ölümcül hatalara vurgu
yapıldığı görülmüştür.
Merhum
Cumhurbaşkanının vefatından yaklaşık iki ay sonra yayımlanan söz konusu
gazetede, Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ı ölüme götüren ihmaller ile ölümcül
hatalara dikkat çekilmesine rağmen, bu yayımdan sonra görevli ve yetkili
makamlar tarafından herhangi bir araştırma/inceleme/soruşturma yapıldığına
ilişkin bilgi veya belgeye ulaşılamamıştır.
c) 20.
Dönem Tokat Milletvekili Hanefi Çelik tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve
Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması talep edilen
19.12.1997 tarih ve 7/4034-10031 esas numaralı soru önergesinde; Merhum
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ölümünün şüpheli olduğu, ölüm olayının zehirlenme
dolayısıyla olabileceği, ölümünden önce alınan kanın Hacettepe Tıp Fakültesi
Hastanesinde saklandığı ve saklanan kanın kaybolduğu, Kamuoyunda normal ölümle
değil öldürüldüğü şeklinde kanaat uyandığı iddialarına yer verilmiştir.
Bahse konu soru
önergesinin cevaplandırılması maksadıyla Devlet Bakanlığı tarafından, İçişleri
Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığından yazılı bilgi talebinde bulunulmuştur. Devlet
Bakanlığının 16.04.1998 tarih ve 00338 sayılı yazısı ile anılan Bakanlıkların
görüşleri TBMM Başkanlığına iletilmiş, "söz konusu önergede belirtilen hususlarla ilgili
herhangi bir bilgi ve belgeye" rastlanılmadığı ve "Merhum
Cumhurbaşkanı'nın kan örneğinin laboratuvarlarda bulunduğu şeklindeki söylenti
ile ilgili olarak yapılan araştırmada, herhangi bir kayıt veya bilgi ile kan
örneğine rastlanılmadığı" ifade edilmiştir.
Bahse konu soru önergesi ile ilgili başkaca bir işlem yapılmadığı tespit
edilmiştir.
d) 21.
Dönem (1999-2002) Malatya Milletvekili Tevfik Ahmet Özal ve 23 arkadaşı
tarafından verilen 07.05.2002 tarihli Meclis Araştırması açılmasına ilişkin
önerge ve gerekçesinde; " (...) Ölümü anında yanında
bulunanların ifadeleri ve kronolojik gelişmeler değerlendirildiğinde, Merhum
Cumhurbaşkanımızın aniden ölümü ve ölüm sonrası otopsi yapılmadan defnedilmiş
olması daha sonraki gelişmeler bu konuda bir takım kuşkuların doğmasına neden
olmuştur.
Hal böyle iken
devlet olarak bir araştırmaya gerek duyulmadan hatta otopsi dahi yapılmadan
sıradan bir ölüm gibi değerlendirilerek ebedi istirahatgâhına tevdi edilmesi
pek çok kuşkuyu da beraberinde getirmiştir.
Tüm bu şüpheleri
ortadan kaldırmak ve olayı her yönüyle araştırarak, toplum vicdanını
rahatlatmak amacı ile" önergenin hazırlandığı
belirtilmiştir.
Yukarıda yer
verilen gerekçe dışında, meclis araştırması önergesinin ekinde konuyla ilgili
herhangi bir somut bilgi ve/veya belge sunulmadığı görülmüştür.
Söz konusu önerge
Genel Kurulun 21.05.2002 tarihli 102. birleşiminde okunarak bilgiye
sunulmuştur. Genel Kurul gündemine alınan önerge, 21. Dönemin 01.10.2002
tarihinde sona ermesi nedeniyle İç Tüzüğün 77. maddesi uyarınca arşive
kaldırılmıştır. Bu önerge ile ilgili başkaca bir işlem yapılmadığı
anlaşılmıştır.
e) 22.
Dönem İstanbul Milletvekili Emin Şirin tarafından Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına 31.01.2006 tarihinde, 8. Cumhurbaşkanı Merhum Turgut ÖZAL'ın
öldürüldüğü iddiasını içeren suç duyurusunda bulunulduğu tespit edilmiştir.
Söz
konusu suç duyurusunu içeren dilekçenin talep kısmında, "Sayın
Semra Özal'ın röportajında Cumhurbaşkanı Sayın Turgut ÖZAL'ın öldürüldüğüne
kesinlikle inanması, delillerin yok edilmesi, Hacettepe Üniversitesinde kan
örneğinin yok edilmesi, Sayın Özal'ın zorla resepsiyona götürülmesi, kendisine
özel limonata içirilmesi, Sayın Özal'ın zehirlendiği formülün yazılıp
bırakılması ve Sayın Süleyman Demirel'in Sayın Özal'ın öleceğini önceden beyan
etmesi gibi önemli iddiaları da kapsayan ifadelerinin ihbar kabul edilerek,
gerekli araştırma ve soruşturmanın yapılması keyfiyetini arz ederim"
şeklinde iddiaların dile getirildiği, ancak herhangi bir somut bilgi ve belge
verilmediği görülmüştür.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan 2006/39285 numaralı soruşturma neticesinde,
02.03.2006 tarih ve 2006/21921 karar numarasıyla; (...) Suç
duyuru dilekçesinde ve Sayın Semra Özal'ın Sabah Gazetesinde yayınlanan
söyleşisinde yaptığı açıklamaların herhangi bir belgeye dayanmadığı, mevcut
Hacettepe Hastanelerince düzenlenen raporların aksine Sayın
Cumhurbaşkanımız Turgut ÖZAL'ın
ölümünün zehirlenme ile ilgisinin olmadığı, kalp yetmezliğinden meydana geldiği
anlaşıldığından, herhangi bir kişi veya kişiler hakkında kamu davası açılmasına
yer olmadığına." şeklinde takipsizlik kararı
verildiği anlaşılmıştır.
f) Yukarıda
yer verilen talep ve müracaatların yanında Merhum Cumhurbaşkanının vefat
tarihinde ve sonrasında görev alan üst düzey bazı devlet yetkililerinin,
"konunun bütün yönleri ile araştırıldığı/incelendiği/soruşturulduğu
yönündeki" beyanlarının kamuoyuna yansıdığı görülmüştür.
Bu kapsamda,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünden alınan cevabi yazılarda,
bugüne kadar Merhum Turgut ÖZAL'ın ölümüyle ilgili herhangi bir araştırma,
inceleme ve soruşturma yapılmadığı bildirilmiştir
Neticede, 2010
yılında Sayın Cumhurbaşkanının Kurulumuza verdiği araştırma ve inceleme görevi
kapsamında yapılan çalışma ile aynı yıl içinde Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının başlattığı soruşturma dışında adli ve idari makamlarca konunun
kapsamlı olarak araştırılmadığı görülmüştür.
Yukarıda yapılan
tespit ve değerlendirmeler itibariyle ulaşılan nihai değerlendirme ve sonuç
aşağıda gösterilmiştir.
Bu kapsamda, bahsedilmesi
gereken ilk husus; döneme dair ortaya çıkan ve kısmen de halen devam eden kamu
yönetiminin güvenliği ve işleyişine ilişkin olarak tezahür eden önemli
bir zafiyet ortamının
varlığıdır. Merhum Turgut ÖZAL, görevi başında vefat eden bir Cumhurbaşkanıdır. Ölümü, uzun
süreli devam eden ağır bir hastalık neticesinde olan ve beklenen bir ölüm değildir. Ölümü,
ani bir ölüm şeklinde gerçekleşmiştir. Görevi başında ve ani şekilde ölen bir
Cumhurbaşkanının ölümü her zaman "şüpheli" bir ölümdür. Bu itibarla,
ölüm nedeninin
belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi ve/veya Köşk yerleşkesinde delil
tespiti benzeri
işlemlerin yapılmamış olması tam anlamıyla "akıl tutulması" ile izah
edilebilecek bir durumdur. Öyle ki, mezkur akıl tutulması dönemin ilgili Devlet
organlarına ve merhumun yakınlarına tam anlamıyla hakim olmuştur. Bunun
sonucunda da, ölüm nedeninin belirlenmesi konusunda gerek doktorlar ve aile üyeleri tarafından
gerekse yargı organları ve diğer Devlet ricali tarafından otopsi yapılması konusunda gerekli
ihtimam ve tavır gösterilmemiştir.
Kamu oyunda yaygın bir şekilde
Merhum Turgut ÖZAL'ın ölümünün doğal bir ölüm olarak görülmemesi ve
öldürülmüş olabileceğine ilişkin ölümün hemen akabinden itibaren geniş
bir yelpazede bir takım
iddiaların ortaya çıkmasının temel sebeblerinden birisisi de budur.
Merhum Turgut ÖZAL'ın
ölümünün üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen bu süre içerisinde ölümü ile ilgili olarak ortaya
atılan çeşitli iddialar hakkında bugüne kadar herhangi bir idari araştırma ve inceleme ile
kapsamlı bir adli soruşturma yapılmamış olması da aynı akıl tutulmasının uzun yıllar
boyunca devam ettiğine işaret etmektedir. Söz konusu akıl tutulması,
esas itibariyle gerek
görev başında ölen gerekse görevini yapmaya engel teşkil edecek nitelikte
ağır hastalığa yakalanan
Devlet adamları hakkında izlenecek hukuki süreç ve yöntemlerin yazılı
hukuk kuralları olarak
Anayasa ve diğer mevzuatta tanımlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu konu
tamamıyla geleneğe bırakılmış olup Devlet hayatımızda zaman zaman yaşanan inkıtalar
nedeniyle bu konudaki gelenekler de tam olarak gelişmiş değildir.
Nitekim, gerek merhum Turgut
ÖZAL'ın ölümü gerekse merhum Başbakan Bülent ECEVİT'in hastalık süreci ile ilgili
ortaya atılan iddialar ve yaşananlar bu konudaki eksikliği/zafiyeti
tümüyle teyit eder
mahiyettedir.
Bahsedilmesi gereken ikinci
husus ise dönemin Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde Cumhurbaşkanlarına sunulan
sağlık hizmetlerinin kapasitesi ve kalitesi ile ilgili ciddi sorunların
varlığıdır. Merhum Turgut
ÖZAL'ın geçmiş sağlık bilgileri ve yoğun program trafiği bilinmesine
rağmen derhal müdahaleye
uygun ve yeterli sağlık personeli, ekipmanı ve donanımlı bir ambülânsın bulundurulmamış
olması kabul ve izah edilebilir bir yönetim anlayışı ve uygulaması
değildir. Bu açıdan,
Merhum Turgut ÖZAL rahatsızlandığı anda: kendisine ne gerekli vasıfta ilk
müdahale yapılabilmiş ne
de uygun bir şekilde ve tam zamanında hastaneye götürülebilmiştir.
Söz konusu dönemde Sayın
Cumhurbaşkanının acil bir rahatsızlık geçirmesi anında izlenecek yöntem ve süreçlerin (ilk
müdahaleyi yapacak sağlık personeli ile araç ve gerecin hazır tutulması, takip edilecek yol
güzergahı ve gidilecek sağlık kuruluşu, yol emniyeti ile ilgili tedbirler, son zamanlarında
yediği ve içtiği şeylerin listesi ve numunesi, kullandığı ilaçların
listesi, hasta öyküsüne
ilişkin bilgiler vb.) tanımlanmamış olması nedeniyle, adeta, herhangi bir
mahallede aynı şekilde
vefat eden bir insan için hane halkı ve komşular tarafından yapılan iş ve
işlemlerin ötesinde
herhangi bir uygulama yapılamamıştır.
Bu itibarla, gerek
rahatsızlanma anı ve şekli ile ilgili belirsizlikler ve çelişkiler gerekse
ölüm nedeninin tespitine
yönelik olarak gerekli otopsi ve diğer işlemlerin yapılmamış olması ve
alınan kan örnekleri ile
ilgili yapılan tahlillerin akıbetinin belirsizliği gibi hususlar Merhum
Turgut ÖZAL'ın ölüm
nedeninin bugün itibariyle de bilinmezliğini koruduğunu göstermektedir.
Kurulumuz tarafından
oluşturulan Tıbbi Uzmanlar Heyetinin de ulaşmış olduğu nihai bilimsel
sonuç da özet itibariyle
bu istikamettedir. Tıbbi Uzmanlar Heyetince ulaşılan sonuca: Türkiye'deki hastane ve
laboratuarlar ile Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hastanelerden
toplanabilen ve sonradan
oluşturulan sağlık dosyası ile ulaşılmış olması ve yıllar geçtikten sonra
yapılan bir çalışma
olması nedeniyle belirli bir ihtiyat payı ile yaklaşılması gerekmektedir.
Ancak, yukarıda ifade
edilen ölüm nedeninin otopsi yapılmadan tahmini olarak belirlenmiş
olması karşısında:
sözkonusu bilimsel incelemenin yeni bazı değerlendirme ve bulgular içerdiği
de açıktır.
Merhum Turgut ÖZAL'ın
öldürülmüş olduğuna ilişkin ortaya atılan çeşitli iddialar hakkında ancak sınırlı bir
inceleme yapılabilmiştir. Somut bazı olaylar ve bilgiler ihtiva eden
mezkur iddialardan; özellikle,
merhumun zehirlendiğine ve yeterli tıbbi yardım almadığına ilişkin merhumun yakınları
tarafından dile getirilen bazı iddialar incelenmiştir. Merhum Turgut
ÖZAL'ın öldürülmüş
olduğuna ilişkin ortaya atılan iddiaların önemli bir bölümünün ise soyut
nitelikte olup daha
ziyade çeşitli ulusal veya uluslarası olgular/gelişmeler temel alınarak ortaya
atılan "öldürülme
nedeni" etrafında kurgulanan iddialar olduğu görülmektedir. Bu nedenle,
söz konusu
iddiaların bu aşamada araştırılması ve ispatlanması imkanı bulunamamıştır.
Ancak, ölüm
nedeninin netleştirilmesinden sonra sözkonusu iddiaların ciddiyeti/geçerliliği
hakkında düşünülebileceği
/inceleme yapılabileceği açıktır.
Bu nedenle, Tıbbı Uzmanlar
Heyeti tarafından mevcut tıbbi veriler çerçevesinde önerilen, ölüm nedeninin belirlenmesine
ilişkin yöntem ve süreçlerin gerekliliğinin; Raporun yukarıdaki bölümlerinde yapılan tespit ve
değerlendirmeler muvacehesinde Merhum Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın ailesi ile yargı
organlarının takdir edebileceği bir durum olduğu kanaatine varılmıştır.
Yukarıda özetlenen
ve ayrıntıları Raporun ilgili bölümlerinde yer alan tespit, değerlendirme ve
önerilerin gereğinin yapılmasını teminen işbu Raporun, 2443 sayılı Devlet
Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca Başbakanlığa
gönderilmesi gerektiği ve ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına da raporun
bir örneğinin iletilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.
Saygılarımızla
arz ederiz. 04.06.2012
(imza)
İsmail Hakkı SAYIN
Başkan
|
||||
Yorumlar
Yorum Gönder