Şuf’a Davalarında Düşük Bedel Sorunu
Bir önceki yazımızda şuf’a davalarında bedelde muvazaa iddiasını
ele almış ve bedelin hakiki bedelden yüksek gösterilmesi halini
incelemiş idik. Yazımızda, bedelin düşük gösterilmesi durumlarında
oluşabilecek haksız durumlara da işaret ederek bunu ayrı bir yazı konusu
yapacağımızı da yazmıştık.
İşte bu yazımızda şuf’a davalarında bedelin düşük gösterilmiş olması haline ve uygulamadaki çözüm yollarına değineceğiz.
Her hangi bir şekilde bir gayrimenkulde müşterek mülkiyete tabi bir
hisseyi satın aldığınızda, bu hissenizi de gerek tapu harcından
kaçınmak, gerekse başka telakkilerle gerçek bedelinin altında beyan
ettiğinizde, çok önemli bir hak kaybı riskiyle karşı karşıyasınız
demektir. Riskiniz, gayrimenkulün diğer paydaşlarından herhangi
birisinin tapuda göstermiş olduğunuz bedeli karşılığında şuf’a hakkı
kullanarak gayrimenkulü elinizden almasıdır.
Örneğin, yatırım yapmak amacıyla büyük bir arazinin belli bir
miktarını 100.000 TL bedelle satın aldınız. Ancak, tapu harçlarını az
ödemek gayesiyle bunu emlak vergisi beyan değeri üzerinden (örneğin
5.500 TL) göstererek tapu memuru huzurunda alım satım aktini
tamamladınız. Daha sonra gayrimenkulün diğer hissedarlarından herhangi
birisi diğer yasal koşulları da yerine getirmek suretiyle tapuda
göstermiş olduğunuz bu 5.500 TL bedel üzerinden gayrimenkul üzerinde
şuf’a hakkını kullanarak hissenizi elinizden alabilir.
Siz, tapuda alım satım işleminin tarafı olduğunuz için aleyhinizde
açılacak bu şuf’a davasında “bedelde muvazaa” iddiasını ileriye sürmek
hakkına sahip değilsiniz. Yani açılacak şuf’a davasında “aslında
gayrimenkulün 5.500 TL bedelle değil de 100.000 TL bedelle satın
alındığını” iddia etmeniz yasal olarak mümkün değildir.
Bunun gerekçesi, ileriye süreceğiniz bu iddianın “muvazaa” iddiası
olması ve “bir akitte taraf olan hiç kimse kendi muvazaasına dayanamaz”
şeklindeki kuraldır. Gerek yasanın açık metni, gerekse de Yargıtay’ın
kökleşmiş içtihatları kişinin kendi muvazaasına dayanmasını, bir başka
deyişle kendi yapmış olduğu hukuki muamelenin aksini iddia ve ispat
etmesini açıkça yasaklamaktadır.
Her kuralda olduğu gibi, bu kuralın da elbette bir istisnası vardır.
27/03/1957 Gün ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı sözleşmede
taraf olan kişinin muvazaa savunmasında bulunamayacağı kuralının bir
istisnasıdır. Bahsi geçen İBK’nda “payın karı-koca-evlat yahut
akrabaya temliki halinde şeklen satış akdi olsa bile hakikaten satıştan
başka miras hakkına müteferri maksatların veya hibe gibi düşüncelerin
hâkim olduğu hallerde gerçek satışlar için kabul edilen şuf’a hakkının
cereyan etmeyeceği” kabul edilmiştir.
Görüleceği üzere, yine işlemin tarafı olan kişilere bedele ilişkin
değil fakat aktin mahiyetine ve mevcudiyetine ilişkin bir “muvazaa”
iddiası ileriye sürmek imkânı kısmen tanınmıştır.
İçtihadı Birleştirme Kararının asıl hareket noktası, şuf’a hakkının cereyan edebilmesi için hakiki bir satışın vuku bulmuş olmasıdır. Eğer ortada hakiki bir satış yok ise şuf’a hakkı da cereyan etmeyecektir.
Buradan hareketle uygulamada şuf’a davalarına karşı gerek payı temlik
eden tarafından gerekse de payı temlik edenden alacaklı olanlar
tarafından bir takım yasal yollara müracaat edildiği görülmektedir.
Payı düşük bir bedelle temlik ettiğini aleyhinde açılmış olan Şuf’a
davası ile öğrenen satıcı, eğer diğer koşulları var ise Borçlar
Yasamızın “Gabin” müessesesinden kaynaklanan
haklarını kullanabilmektedir. Aleyhinde açılmış şuf’a davasında gerçekte
100.000 TL değerinde olan gayrimenkulünü diğer davalının kendi hiffet
ve tecrübesizliğinden yararlanarak 5.500 TL değerle satın aldığını
öğrenen şuf’a davasının davalısı, diğer davalıya karşı bir gabin davası
açabilecek, bu davanın şuf’a davasında bekletici mesele sayılmasını
sağlayabilecektir. Zira, yukarıda belirtilen İBK “şuf’a hakkının cereyan
edebilmesi için hakiki bir satışın vuku bulmuş olmasını” şart
koşmaktadır. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından ancak irade
fesadı nedenine dayanmasında da bir engel olmayacağından bu yola
başvurabilecektir. Gabin davasının sonucunda payı temellük edenin payı
temlik edeni “gabin” nedeniyle irade fesadına uğrattığı tahakkuk ettiği
takdirde, ortada “hakiki bir satış” kalmayacağından şuf’a davası da
reddolunacaktır. Bu noktada, diğer irade fesadı nedenleri olan “Hata,
hile, ikrah” da aynı çerçevede düşünülebilmektedir.
Uygulamada karşılaşılan bir diğer durum ise, payı temlik edenin alacaklılarının İİK hükümlerine dayanarak “tasarrufun iptali”
davası açmalarıdır. Yasal koşullar gerçekleştiği takdirde payın gerçek
değerinin çok altında bir bedelle satıldığını açılmış bulunan şuf’a
davası ile tesadüfen öğrenen pay temlik edenin alacaklıları temlik
olunan hisse ile alakalı olarak tasarrufun iptali davası
açabilmektedirler. Ancak bu durumda verilecek hüküm temliki tasarrufun
iptalini değil de sadece temlike konu gayrimenkul üzerinde alacaklıları
tatmin hakkını sağlayacağından şuf’a hakkı cereyan edecek, ne var ki
payı temlik edenin alacaklıları pay üzerinde “alacaklarının tahsili için
haciz ve satış” yetkisine sahip olabileceklerdir.
Son olarak, pay temlik edene karşı gayrimenkulden kaynaklanan ayni ya
da şahsi bir hakkın alacaklıları, BK 18 maddesinde tanımlanan “akitte muvazaa”
iddiasıyla satışın gerçek bir satış olmadığını ileriye sürerek şuf’a
davasına müdahil olabileceklerdir. Tapunun muvazaa nedeniyle iptal ve
tescilini isteyebilecekler, işlemin tarafı olmadıkları için de bu
muvazaa iddialarını her türlü delille serbestçe iddia ve ispat
edebileceklerdir.
Malum olduğu üzere hukuk aslen haklı olanı değil, tedbirli olanı korur.
Dolayısıyla paylı mülkiyete konu bir gayrimenkul üzerinde temliki
tasarrufta bulunan kişilerin muhtemel bir hak kaybına uğramamaları yahut
haklarını korumak için çetin hukuk mücadelelerine girişip emek, zaman
ve para kaybına uğramamaları için yapmaları gereken iki şey var:
Birincisi, konuyla ilgili ilk yazımızı okumak, ikincisi de tapu
harcından kaçmamak. Ödeyeceğiniz tapu harcı her zaman bu uğurda
sarfedeceğiniz diğer giderlerden kat be kat düşük olacaktır. Elde
edeceğiniz işlem güvenliği de cabası!
Yorumlar
Yorum Gönder