İLAMDAKİ VEKALET ÜCRETİNE, İCRA VEKALET ÜCRETİ İSTENEBİLİR Mİ ?
YARGININ OLUŞTURDUĞU YETKİ GASPI
Av. Ender DEDEAĞAÇ
Birkaç kez yazılarımda ve konuşmalarımda hatta birkaç kez de
dilekçelerimde, yargının yasamanın yetkilerini gasp ettiğini, bazen de
mutlak butlanla malul kararlar verdiğini dile getirmiştim. Geçenlerde
TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek de yargının yasamanın yetkilerini gasp
ettiğini söyleyince kendime bir yandaş bulmanın rahatlığını yaşadım.
Kanımca, Sn. Çiçek ile olayları değerlendirmemiz birbirinden çok farklı;
bana göre yasamanın yetkilerini sadece yargı gasp etmemekte yürütme de,
yasal dayanağı olmayan hatta yasaya aykırı, yönetmelik, tüzük çıkararak
yada işlem yaparak yasamanın yetkilerini gasp etmektedir. Yargı bu
yetki dışı işlemleri, yetki içinde olarak değerlendirdiğinde ise,
yürütme ile birlikte yasamanın yetkilerini gasp eder hale gelmektedir.
Bu yazının günlük siyasetle ilgisi olmadığını, sadece yargıyı seven bir
kişinin yargıya söz gelmemesi için uğraştığını kanıtlamak için, buna
örnek olarak eski bir olayı söylemek isterim. Yasalarımızda, faizin kamu
otoriteleri tarafından saptanması gerektiği ve de dövizle kredi
vermenin koşullarının yasa ile belirlendiği dönemde, yasaya aykırı
şekilde, dövize endeksli konut kredisi veren bir kamu bankasının
işlemlerinin, yargı tarafından doğru kabul edilmesi bunun örneği
olabilir. Ya da Turizm Bakanlığı’nın yönetmelikle talih oyunları
salonlarından makine ve masa parası adı altında, para toplamasında
işlemin devamını sağlamaya yönelik olarak Danıştay ve Yargıtay
tarafından verilen kararlar buna örnek olarak gösterilebilinir. Üstelik
verginin yasa ile konulacağı magna carta’dan bu yana bilenen bir hukuk
kuralı olmasına ve anayasamız tarafından kabul görmesine rağmen bu yönde
karar alınmıştır.
Yargının, yasamanın yetkilerini gasp etmesinin diğer bir şekli,
yasamanın kararlarına yani yasalara rağmen, yorum yolu ile kendi
anladığını yada yapmak istediğini yapmasıdır. Buna örnek olarak ticari
tüzel kişilere kayyum atanması ile ilgili olarak yasamanın MK da yapmış
olduğu değişikliğin, değerlendirme dışı bırakılarak, ticaret
mahkemelerinin vesayet makamı gibi davranmalarına olanak veren Yargıtay
kararları gösterilebilir.
Başka bir yetki gaspı, yürürlükten kalkmış bir yasaya dayalı olarak
hüküm kurulmasıdır. Buna ilişkin iki örnek daha önceki yazılarımda
verilmiştir.
Bir başka yetki gaspı, yasaların izin vermediği konularda, yargı
organlarının kendilerini yetkili görerek verilen kararlardır. Buna örnek
olarak ise, karşı taraf vekalet ücreti olarak adlandırılan konuda
çalışma yaparken, bilgisayarıma şans eseri olarak,WWW. NEOHUKUK . NET
adlı siteden gönderilen iki kararı bilgilerinize sunacağım ve de
düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.
Ancak bu sunumdan önce dile getirmek istediğim bir şey bulunmaktadır.
Bana göre, yargının yasamanın yetkilerini gasp etmesinde temel faktör,
yürütmenin yargı ile iç içe olması ve yargıyı oluşturan gerçek kişilerin
yani hakimlerin tayin, terfi, ceza gibi işlemlerine yön verebilir
olmasıdır. Bunun çözümü ise, siyaset bilimcileri ve anayasa hukukçuları
gibi konuya hakim kişilerce bulunmalıdır.
Size sunmak istediğim kararlardan birincisi, YİBGK nun 31.5.1944 gün ve
1942/34 E 1944/21 K sayılı kararı diğeri ise, 12 HD 11.2.2010 gün ve
2009/21102 E 2010/2813 sayılı kararıdır.İlk kararın sonuç bölümüne
baktığımızda, “Bu itibarla ilamda vekil için ücret tayin ve hükmedilmiş
olsa dahi vekil marifetiyle takip edilen ilamın icrasından dolayı da
ayrıca ücret takdir edilmesi lazım geleceğine dair İcra ve İflas
Dairesinin ikinci içtihadının doğru olduğuna 31.5.944 tarihinde
ittifakla karar verildi” hükmünün yer aldığını görmekteyiz. 12 HD nin
kararında ise, “İlamdaki vekalet ücreti icraya konulduğu için,vekalet
ücretine tekrar vekalet ücreti talep edilemeyeceğinden vekalet
ücretinin, vekalet ücreti talebi yönünden icra emrinin iptaline karar
verilmiştir.” Açıklaması ile yerel mahkemenin kararına yer verildiği ve
de hüküm kısmında bunun onandığı belirtilmektedir.
İki kararı incelediğimizde özet olarak, ikisi arasında bir çelişki
olduğu daha doğrusu, daire kararının İçtihadı Birleştirme kararına
aykırı olduğu görülmektedir. Bilindiği gibi, Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Genel Kurul Kararları, Yargıtay Kanununun 45/5 maddesi hükmü
gereği Yargıtay Dairelerini bağlar. O halde 12 HD kararının hukuka
aykırı, şeklen var hukuken yok, butlanla malul bir karar olup
olmadığının tartışılması gerekmektedir. Kanımca, Yargıtay Kanununun 45/5
maddesindeki hüküm hem emredici niteliktedir hem de kamu düzenine
ilişkindir. Bu yasal hükme uymayan daire, kanuna aykırı karar
oluşturarak Anayasanın 2 maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine
aykırı hareket etmiş olmanın yanı sıra, butlanla malul bir karar
oluşturmuştur.
Daire kararına baktığımızda gerekçe olarak nitelendirebileceğimiz bir
bölümün de olmadığını görmekteyiz. Bilindiği gibi, kararların gerekçeli
olması anayasanın 141 maddesinin emri olduğu gibi HMK nın 297 maddesinin
de emridir. Daire bu davranışı ile, anayasaya ve HMK ya da aykırı
davranmıştır.
Dairenin bu davranışını Yargıtay’ın iç düzeni açısından
değerlendirdiğimizde, arzu edilmeyen bir kaosa yol açabileceğini bile
söylemek mümkündür.
Buna karşılık, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurul kararına
baktığımızda ise, kararın bir tartışma sonucunda oluştuğunu ve gerekçeli
olarak kaleme alındığını görmekteyiz.
Söz konusu kararın tartışmalarını incelediğimizde, önceleri HMUK 62.
maddesine dayalı olarak oluşturulan, avukatın ilamlı icradaki görevinden
ötürü, ayrıca bir vekalet ücretine gerek yoktur hükmünün, daha sonra
avukatlık kanununun 130 ve 131 maddelerinde hükme bağlanan asgari ücrete
ilişkin hükümlere göre değişmesi gerektiği inancına varıldığını, ve bu
nedenle, ilamlı icrada da avukat için ayrıca bir vekalet ücretine hüküm
kurulacağının kabul edildiğini görmekteyiz.
Olayı bu gün için değerlendirdiğimizde, HMUK 62. maddesinin HMK 73/1.
maddesi olarak aynen korunduğunu Avukatlık Kanunun 130 ve 131
maddelerinin ise bu günkü Avukatlık Kanununun168 ve 169. maddeleri
olarak yürürlüğünü koruduğunu görmekteyiz.
İcra İflas Kanununun içeriğinde yer alan “takip” sözcüğünün kapsamı ve
bu kapsama göre oluşturulan AAÜT nin kuralları da değişmemiştir.
Bu durumda, Yargıtay 12 HD nin Yargıtay Kanununa ve anayasaya aykırı
olarak verdiği gerekçesiz kararın hukuka uygun bir karar olarak
kabulünün mümkün olmadığını düşünmekteyim.
Söz, karşı taraf vekalet ücreti olarak adlandırılan, HMK da düzenlenen
ve yargılama giderleri arasında yer alan vekalet ücretinden açıldığına
göre, bu tür vekalet ücretinin hukuksal yapısının iyi değerlendirilmesi
gerektiğine inandığımı da belirtmek isterim.
Öncelikle söylemek isterim ki, bu konuda avukatlık kanununun 164/son
maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, yürürlüğe giren hükme dayanarak
daha önceleri yapmış olduğum, karşı taraf vekalet ücretinin avukata ait
olduğuna dair, değerlendirmenin hem hatalı hem de mesleğimiz açısından
zararlı olduğunu düşünmekteyim.
Karşı taraf vekalet ücreti diye adlandırdığımız ücret, HMUK 423/6 ve HMK
323/1.g maddelerinde hükme bağlanmış olup gerek eski gerekse yeni
usulde aynı niteliktedir. Her ikisinde de, yargılama aşamasında
tarafların yapmış oldukları giderlerin, davada haklı çıktıkları oranda
diğer taraftan talep edilmesi ilkesi benimsenmiştir.
Bu giderlerin ne olması gerektiği yasa koyucu tarafından
değerlendirilirken yasa koyucu öncelikle HMUK 59 ve HMK 71/1 de hükme
bağlandığı gibi herkesin kendi davasını bizzat takip etmeye salahiyetli
olduğu ilkesinden yola çıkmış ve , tarafların duruşmaya katılmak için
yapmış olduğu masrafları öncelikle değerlendirmiştir. HMUK 423/5
maddesinde “mahkemede bizzat hazır bulunanların bulundukları günlere ait
seyahat ve ikamet masrafları” olarak ifadesini bulan bu masraf kalemi
HMK nın 323/1.g maddesinde daha detaylı olarak “Vekil ile takip
edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik,
seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hakimin takdir edeceği miktar;
vekil bulunduğu halde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap olunmak veya
yemin etmek üzere çağrılan taraf için takdir edilecek yol ve konaklama
giderleri” şeklinde ifade edilmiştir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, yasa koyucu öncelikle, davanın
taraflarının kendi davalarını bizzat takip edeceği ilkesini
benimsemiştir. Yasa koyucu, taraf bu yolu seçmeyip avukat ile kendini
temsil ettirdiğinde ise, bu masraflar yerine avukat için yapmış olduğu
giderin bu giderlerin yerini alabileceğini hükme bağlamıştır. Her iki
halde de temel düşünce tarafın haklı olmasına rağmen, dava yolu ile
gider yapmaya zorlanmış olması nedeni ile bu giderleri, buna sebep olan
kişiden geri almasıdır. Bu ödemeler bir nevi haksız fiil tazminatı
olarak değerlendirilmiştir. Bir başka ifade ile, davada haklı çıkan
tarafın, mamelekinde meydana gelen azalmanın, davaya son veren karar ile
birlikte giderilmesi amaçlanmıştır.
Yasa koyucu, yargılama giderlerinin hakim tarafından takdir olunacağını
hükme bağlamanın yanı sıra, HMK 332/3 maddesi ile, karardan sonra
yapılan giderlerin bile, mahkemece belirlenmesini hükme bağlamıştır.
Gerek takip ettiğim gerekse izlediğim davalarda ve taradığım Yargıtay
kararlarında, dava, davanın tarafınca takip edildiğinde, taraf için
yargılama gideri kapsamında bir ödemeye karar verildiğini görmedim.
Halbuki yargılama giderlerine hükmetmek hakimin resen yerine getireceği
bir görevdir. Karşı taraf vekalet ücreti için talebin/istemin gerekli
olup olmaması konusundaki Yargıtay kararlarına baktığımızda, önce
Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile talep gerekli denmesine rağmen
daha sonra resen hüküm kurulmalıdır dendiği görülmektedir. (İBK
15.04.1974 E 4 K 3 )Karşı taraf vekalet ücreti için oluşturulan bu
hükmün, tarafın bizzat takip ettiği davalardaki giderler için de
oluşturulması gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü iki ayrı olasılığı
değerlendirmek için, aynı amaçla yasaya konmuş iki ayrı hüküm söz
konusudur. Bu durum yargının üyesi olarak bizlerin hatasıdır. Kanımca
giderilmesi gerekmektedir. Hem de her hangi bir talebe yada karara gerek
olmadan giderilmesi gereken bir husustur.
Bu maddeye dayalı olarak karşı taraf vekalet ücreti hesaplanırken,
169..maddesi gereği yasada belirtildiği gibi AAÜT esas alınır.
Bu aşamada sorgulamak istediğim bir konu, Avukatlık Kanunu 164/son
maddesinde yer alan karşı taraf ücretinin avukata ait olduğunu hükme
bağlayan yasa maddesidir. Düne kadar, bu maddenin doğru olduğunu, yada
en azından, yasa koyucu tarafından bu şekilde hükme bağlandığı için
uygulanması gerektiğini düşünmekteydim. Hatta bu düşüncemden ötürü,
Yargıtay tarafından verilen, karşı taraf vekalet ücretinin davanın
tarafı olmayan avukat adına hükmedilmesi yasaya aykırıdır. Avukatın bu
hakkı ancak, kendi vekil edeni ile olan iç ilişkisinde geçerlidir,
şeklindeki kararlara da tepki koymuştum. Şimdi, bu düşüncemin yanlış
olduğunu kabul ediyorum. Çünkü, gerek HMUK gerekse de HMK da yer alan
hükümlerde yasa koyucu, gerek haklı olduğu halde dava açarak hakkını
almaya zorlanan gerekse haklı olduğu halde haksız kişilerce bir hakkı
elinden alınmaya çalışılan kişinin, bu haksız eylem nedeni ile uğradığı
zararları gidermeyi amaçladığını düşünüyorum. Örneğin, gereksiz yere
aleyhine kira tahliyesi açılmış bir kiracı, bu davayı kendi takip
edemeyecekse, bir avukattan yardım almak zorunda kalacaktır. Bu durumda,
mahkemece takdir edilen avukatlık ücretini de kendisini temsil eden
avukata ödemek zorunda kalırsa, davayı kazanmış olsa bile, haksız dava
açan davacının eylemi nedeniyle gereksiz bir zarara uğrayacaktır. Bu
nedenle de yasa koyucu amacına ulaşamayacaktır. Üstelik HMK 330 maddesi
hükmü uygulanmayacaktır.
Ayrıca belirtmek isteriz ki, HMK 323/1.ğ maddesinde yer alan dava gideri
olarak kabul edilen, vekalet ücreti, olağan durumlar için, takdir
edilen vekalet ücretidir. Halbuki, HMK 327 ve 329 maddelerinde,
dürüstlük kuralına aykırılık, kötü niyetle dava açmak yada hiçbir hakkı
olmayan kişinin dava açması hali düzenlenmiş ve bunlardan ötürü
yargılama giderlerinin daha ağır şekilde hükme bağlanacağı
belirtilmiştir. Örneğin, HMK 329/1 maddesine göre, hiçbir hakkı
olamadığı halde dava açan tarafın, karşı tarafın vekiliyle aralarında
kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamını veya bir kısmını ödemeye
mahkum edilmesi söz konusudur. Sonuçta bu da bir karşı taraf vekalet
ücretidir. Eğer bununda avukata ait olduğunu düşünürsek, hoş olmayan
sonuçlarla karşılaşacağımız inkar edilemeyecek bir gerçektir.
Avukatlık Kanuna getirtilen 169/son madde hükmü önceleri bizim lehimize
olduğu kanısını uyandırıyorsa da, günümüzdeki uygulamalara baktığımızda,
bunun doğru olmadığını görmekteyiz.
Örneğin bazı büyük kuruluşlar özellikle finans kuruluşları, avukatlarla,
kazanılan değerde oluşan karşı taraf vekalet ücretinin bir kısmının
sözleşmeli avukata bir kısmının ise merkezde çalışan ücretli avukata ait
olduğunu kararlaştırmaktadır. Böylece, derenin taşı ile derenin kuşunu
vurmaktadır. Diğer bir anlatımla, avukata, para karşılığı iş
bulmaktadır. İşin kendi işi olması yada başkasının işi olması, olayın
özünü değiştirmemelidir. Burada, karşı taraftan alınan ücret, vekil
edenle bölüşüldüğüne göre, avukata sağlanan menfaatten vekil eden pay
almış olmaktadır. Bunu merkezdeki avukatlara vermesi bir şeyi
değiştirmez. Çünkü, buradan gelen parayı ödemez ise arz ve talep dengesi
doğrultusunda kendi gelirinden bir para ödenek zorunda kalacaktır.
Bu ödeme şekli bir anlamda, hasılı davaya iştirak olarak da
değerlendirilebilinir. Çünkü avukat, kazanılan değerden kendisine bir
pay almaktadır. Bunun asıl alacaktan yada karşı taraf vekalet ücreti
olarak adlandırılan paradan ödenmesi gerçek yapıyı değiştirmez. Ha sağ
cebimdeki ha sol cebimdeki paradan vermişim bence bir fark yoktur.
Burada sorgulanması gereken bir başka konu ise, HMUK 424 maddesinde yer
alan ,Sn Senai Olgaç’ın günümüz Türkçesine çevirmiş hali ile “421
maddenin ikinci fıkrası ve bundan önceki maddenin 6 numarası uyarınca
takdir olunacak ücretler, ancak iki taraf arasında geçerlidir. Vekil ile
müvekkil arasındaki ilişki hakkında genel hükümler uygulanır.” Hükmüne
rağmen Avukatlık Kanununun 169/son maddesi hükmünün yasalaşmasına meslek
odaları ve de meslektaşlarım tarafından nasıl sessiz kalındığıdır ?
Karşı taraf vekalet ücreti ile ilgili uygulamaya, AAÜT de belirtilen
değerin altında ücret almaya olanak tanıyan yargı kararlarını ve Av. K
164/4 yer alan “davanın kazanılan bölümü için……hükmün kesinleştiği
andaki müddeabihin değerinin….” Hükmünü de katarak yorumladığımızda,
“kazanılan değer için” bir anlamda hasılı davaya iştirak olarak dava
almak, yasa tarafından uygulanmasına olanak verilen bir hal alacaktır.
Bu ise, sadece kazanma koşulu ile ve karşı taraf vekalet ücretine dayalı
olarak dava almaya neden olacaktır. Daha doğrusu bugün gizli kapaklı
yaptığımız uygulama meşrulaşacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder