BANKA MEMURUNUN DOLANDIRICILIĞI Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2000/6-200
K. 2000/243
T. 12.12.2000
• DOLANDIRICILIK ( Kamu Bankası Memuru - Dolandırılanların Hesaplarından Habersiz Aktarımların Yapıldığı Belirlenen Mevduat Sahibi Gerçek Kişiler Değil Banka Tüzel Kişiliği Olduğu )
• BANKA MEMURUNUN DOLANDIRICILIĞI ( Dolandırılanların Hesaplarından Habersiz Aktarımların Yapıldığı Belirlenen Mevduat Sahibi Gerçek Kişiler Değil Banka Tüzel Kişiliği Olduğu )
• BANKA TÜZEL KİŞİLİĞİNİN DOLANDIRILMASI ( Değişik Kişilere Ait Mevduat Hesaplarından Virman Yapmak Suretiyle - Dolandırılanların Mevduat Sahipleri Kabul Edilemeyeceği )
• SUÇLARIN İÇTİMA ETTİRİLEMEYECEĞİ ( Değişik Kişilere Ait Mevduat Hesaplarından Virman Yapmak Suretiyle Banka Tüzel Kişiliğinin Dolandırılması - Teselsül Halinde İşlenmiş Tek Suç Bulunduğu )
• TESELSÜL HALİNDE İŞLENMİŞ TEK SUÇ ( Değişik Kişilere Ait Mevduat Hesaplarından Virman Yapmak Suretiyle Banka Tüzel Kişiliğinin Dolandırılması - Suçların İçtima Ettirilemeyeceği )
765/m.80,503,504,522
4389/m.10/3
ÖZET : Kamu bankasında memur olan sanığın, değişik kişilere
ait mevduat hesaplarından virman yapmak suretiyle ve mahsup fişlerinin
ancak iki yetkili imzasıyla tekemmül edebileceğinin bilincinde olarak,
fişleri ya imzaya sokmadan imha etmek ya da personel yetersizliğinden
kaynaklanan iş denetimindeki boşluktan yararlanmak suretiyle,
imzalatmaksızın işleme koyması banka tüzel kişiliğini dolandırmaktır.
Dolandırılan, hesaplarından habersiz aktarımların yapıldığı
belirlenen mevduat sahibi gerçek kişiler değil, banka tüzel kişiliğidir.
Bu durumda, içtima ettirilmesi gereken ayrı ayrı suçlar değil, teselsül
halinde işlenmiş tek suç bulunmaktadır.
DAVA : Görevi kötüye kullanmak suçundan sanık Çetin
Topaç'ın, suç niteliğinin değiştiği kabul edilerek TCY.nın 504/3-7-son,
80, 522/1. maddeleri uyarınca 6 yıl 12 ay ağır hapis ve 2.190.000.000
lira ağır para cezası ve fer'i ceza ile cezalandırılmasına ilişkin
İnebolu Ağır Ceza Mahkemesince 30.12.1999 gün ve 62-74 sayı ile verilen
kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen
Yargıtay 6. Ceza Dairesince 17.04.2000 gün ve 2923-2479 sayı ile;
"1- Oluşa, dosya içeriğine ve mevcut delil durumuna göre sanığın,
müşteki Mehmet Olcay Y.'a yönelik eylemin TCK.nun 504/3, 80, 522/1,
Gübre destekleme ödemeleri hesabı ile Çiğlerik Tarım Kredi Kooperatifi
hesaplarından yaptığı aktarımların ayrı ayrı TCK.nun 71, 504/3-7-son, 80
ve 522/1. maddelerine, Nurullah Karaman ve Abidin Gürsoy isimli
şahısların hesaplarından yaptığı aktarımların da yine ayrı ayrı TCK.nun
71, 504/3, 522/1. maddelerine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden yazılı
şekilde hüküm kurulması,
2- Kabule göre de;
TCK.nun 522. maddesinin pek fahiş değere ilişkin hükmünün
uygulanması sırasında yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden cezanın en
üst oranda artırılması" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar
verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 01.06.2000 gün ve 20-30 sayı ile ( 2 ) nolu
bozma nedenine uyarak gereğini yerine getirmiş, ancak ( 1 ) nolu bozma
nedenine karşı;
"Sanık, mevduat sahibi gerçek ve tüzel kişiler ile TCK.nun 503.
maddesinde tanımı getirilen bir biçimde birebir ilişki kurmamıştır.
Birebir ilişkinin kurulmadığı bir durumda, karşı tarafın
kandırılmasına-aldatılmasına yetecek nitelikte hile ve desise yapılması
suretiyle, mevduat sahiplerinin hataya düşürüldüğü vakasının varlığı
kabul edilemez. Bu nedenle sanığın, şubede hesapları bulunan mevduat
sahipleri yönünden, TCK.nun 503. maddesinde tanımı yapılan
dolandırıcılık suçunu işlediğini kabul etmek olanaksızdır.
Gerçekte mahkememiz, bozmaya konu olan 30.12.1999 tarih, 1997/62
E. 1999/74 K. sayılı kararın son paragrafında "... sanığın, müdahil kamu
bankasını nitelikli olarak müteselsilen dolandırdığını..." açıklayarak,
değişik mevduat hesaplarından virman ( aktarma ) yapmak suretiyle
mevduat sahiplerini değil de, kamu bankasını dolandırdığını; kurduğu
hükme dayanak olacak şekilde açıkça vurgulamıştır.
Ancak, sanığın bu yöntemlerle ve mahsup fişlerinin ancak iki
yetkili imzasıyla tekemmül edebileceğinin bilincinde olarak, fişleri ya
imzaya sokmadan imha etmek ya da personel yetersizliğinden kaynaklanan
iş denetimdeki boşluktan yararlanmak suretiyle, imzalatmaksızın işleme
koymak suretiyle banka tüzel kişiliğini dolandırdığı tartışmasızdır.
Somut olayda dolandırılan, hesaplarından habersiz aktarımların yapıldığı
belirlenen mevduat sahibi gerçek tüzel kişiler değil, banka tüzel
kişiliğidir.
4389 sayılı Bankalar Yasasının 10/3. maddesi de bankaların
mevduat sahiplerine karşı sorumluluğunu düzenleyen kurallar getirdiği
için, banka tüzel kişiliğinin; şube görevlisi sanık tarafından
hesaplarından habersiz aktarımların yapıldığı gerçek ve tüzel kişilere
karşı bu aktarımlardan doğan sorumluluğu devam etmektedir." gerekçesi
ile önceki hükümde direnmiştir.
Bu kararın da sanık ve Yerel C. Savcısı tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma" istekli
tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca
okundu gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR : Sanığın, suç niteliğinin değiştiği kabul edilerek
dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel
Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık genelde bu suçun bankaya
mı yoksa gerçek ve diğer tüzelkişilere mi karşı işlendiği ve bu nedenle
özelde, eylemlerinin teselsül eden tek suç mu yoksa, içtima ettirilmesi
gereken ayrı ayrı suçlar mı oluşturduğu noktasında toplanmaktadır.
TCY.nın "Mal Aleyhine İşlenen Cürümler" başlığını taşıyan onuncu
babının 503 ve 504. maddelerinde düzenlenen dolandırıcılık suçu, "bir
kişiyi kandıracak nitelikte hile ve desiseler yaparak hataya düşürüp
onun veya başkasının zararına, kendisine veya bir başkasına haksız çıkar
sağlamaktır." Bu suçun unsurları yasanın 503. maddesinde düzenlenmiş
olup, oluşabilmesi için;
a ) Fail tarafından hile ve desise yapılmalıdır. Mağdurun
inceleme eğilimini etkisiz kılacak nitelikte bir takım hareketlerde
bulunulmalıdır. Örneğin failin maddi bulguları gizlemesi, mevcut
bulguları ortadan kaldırması veya bu bulguların ortaya çıkmasını
engellemesi ve bunları saklaması gerekir.
b ) Yapılan hile ve desise bir kimseyi kandırabilecek nitelikte
olmalıdır. Hile ve desisenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal
olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, failin durumu, mağdurla olan
ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, gizlenen veya değiştirilen
belgelerle gerçek olduğundan bahisle gösterilen belgelerin nitelikleri
ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
c ) Mağdurun veya başkasının zararına, kendisi veya başkası
lehine haksız bir çıkar sağlanmalıdır. Fail kendisi veya başkasına yarar
sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hile ve desise yapmalı, verilen
zarar ile sanığın eylemi arasında uygun nedensellik bağı bulunmalıdır.
Zarar, nesnel kişisel ölçüler gözönünde bulundurularak belirlenecek
ekonomik zarardır. Hile ve desise kullanılarak hataya sevk edilmeden
önceki ve sonraki mal varlığı tespit edilmek suretiyle zarar
belirlenecektir.
Yasanın, 21.11.1990 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 3679 sayılı
Yasanın 16. maddesiyle değiştirilen 504. maddesinde ise, toplumdaki
ekonomik, sosyal ve toplumsal gelişmelerle birlikte suç eğilimi de
gözönünde tutularak zararın ağırlığı veya kullanılan hile ve desisenin
niteliği de dikkate alınmak suretiyle dolandırıcılık suçuna ağırlatıcı
nitelikte etkili nedenler sekiz bend halinde düzenlenmiştir.
Somut olayda, Ziraat Bankası Küre Şubesinde sözleşmeli takip
memuru olarak görev yapan sanık Çetin Topaç'ın, bankanın müşterilerinden
Mehmet Olcay Yavuz'a verilmek üzere kasada bekletilen boş çek
karnelerinden bir cildini alarak, memure Sebahat Camadan'ın şifresini
kullanıp bilgisayara yüklediği, sahte imza atarak düzenlediği çekleri
ciro etmek suretiyle kullandığı anlaşılmaktadır. Sanığın, kullandığı
çeklerin karşılığını, gününde hesapta oluşturmak için, 03.09.1996
tarihinde banka müşterilerinden Nurullah Karaman'ın hesabından
100.000.000 lirayı Mehmet Olcay Yavuz'a ait hesaba sahte imzalı tediye
fişi düzenlemek suretiyle aktardığı, tahsil fişini ise vezneye
göndermeyerek karşılık olarak gösterdiği; 09.09.1996 tarihinde ise
Nurullah Karaman'ın bankaya gelmesi üzerine durumu anlamaması için, bu
kez zirai kredi müşterisi Abidin Gürsoy'un hesabına borç yazdığı
100.000.000 lirayı bu şahsın hesabına aktardığı; 23.09.1996 tarihinde
51.000.000 lira, 30.09.1996 tarihinde 170.000.000 lira, 11.10.1996
tarihinde 244.000.000 lira ve 07.11.1996 tarihinde 50.000.000 lirayı
Çiğlerik Tarım Kredi Kooperatifinin bitkisel üretim kredileri hesabından
Mehmet Olcay Yavuz'a ait hesaba virman suretiyle aktardığı, bu suretle
keşide ettiği çek bedelleri için karşı şubelere provizyon verilmesini
sağladığı;
Ayrıca, 05.02.1997 tarihinde süt destekleme ödemeleri karşılığı
hesabından 65.000.000 lira ve 20.02.1997 tarihinde gübre destekleme
ödemeleri karşılığı hesabından 100.000.000 lirayı kendi tasarruf
hesabına aktarmak suretiyle aynı gün hesaptan çekerek kullandığı sanığın
savunmaları, müfettiş raporu, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamıyla
sabittir. Sanık, zirai krediler servisinde görevli olup imza yetkisi
bulunmamakta, bu eylemleri gerçekleştirirken düzenlediği fişleri ya
ortadan kaldırmak ya da iş yoğunluğundan ve personel azlığından
yararlanmak suretiyle diğer fişler arasına karıştırarak denetimini
engelleyecek şekilde gizlemektedir.
Görüldüğü gibi uyuşmazlığın çözümü, sanık tarafından işlenen
dolandırıcılık suçunun bankaya karşı mı yoksa, bankanın müşterileri olan
gerçek ve tüzel kişilere karşı mı işlendiği sorusunun yanıtına
bağlıdır. Bir başka anlatımla, bu dolandırıcılık suçundan kimin zarar
gördüğü saptanmalıdır. Çünkü, dolandırıcılık suçunun hataya düşürülen
mağduru ile bu eylemden zarar gören mağduru aynı kişi olabileceği gibi,
değişik kişiler de olabilirler.
Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.06.1994 gün ve
178-398 sayılı kararında da açıklandığı üzere, birer güven kurumu olan
bankalar aldıkları mevduatları, mudilere istendiğinde veya belli bir
vadede aynıyla veya misli olarak geri vermekle yükümlüdürler. Bu
yükümlülüklerinin bir sonucu olarak, mevduatları sahtecilere karşı
özenle korumak zorundadırlar ve nesnel özen borcunun gereği olarak hafif
kusurlarından dahi sorumludurlar.
Her suçta zarar gören bir taraf bulunması zorunludur. Suç hem
toplumu diğer bir anlatımla organize toplum olarak Devleti, hem de
bireyleri zarara uğratabilir. Bu zararların önem ve derecesi suça göre
değişir. Her suçta devletin
zarar gördüğü kabul edilse bile bu durum bireylerin suçtan zarar
görmediği anlamına gelmez. Ancak suçtan zarar görenin "taraf sıfatını
alabilmesi için yargılanacak bir uyuşmazlığın ortaya çıkması,
koğuşturmanın başlaması gerekir. Tüzel kişiliği haiz kuruluşların
zararları da bu bağlamda bireysel zarar niteliğindedir. Suçtan bireyin
de zarar görmesi halinde zarar gören bireyin nasıl belirleneceği ceza
yargılamasında önemli bir konuyu oluşturur. CYUY.sında bazen "tecavüz
olunan şahıs", "bazen suçtan zarar gören kimse", bazen de "mutazarrır"
olarak tanımlanan gerçek veya tüzel kişi belirlenirken, kamu davasına
katılmasının sakıncalarını bir anlamda azaltabilmek için dar yoruma
başvurulmalıdır. Ancak zarar deyimi, suçun ortaya çıkardığı tehlikeyi de
içine alacak şekilde yorumlanmalıdır.
Somut olayda, sanığın kullandığı hile ve desise bankaya yöneldiği
gibi banka, hesaplarından usulsüz aktarmalar yapılan gerçek ve tüzel
kişilerin hesaplarındaki bu azalmadan sorumludur. O halde banka, sanığın
işlediği dolandırıcılık suçunun hem hataya düşürülen hem de zarar gören
mağdurudur. Hesaplarından aktarma yapılan gerçek ve tüzel kişilere
yönelmiş bir hile ve desise bulunmadığı gibi, bu kişilerin hesaplarında
bir azalma olmadığı kabul edildiğine göre ekonomik anlamda bir zararları
da sözkonusu değildir. Bu nedenle sanığın, hile ve desise kullanarak
hataya sevk ettiği banka bu eylemlerden zarar gördüğüne göre, artık
katılan bankaya karşı işlenmiş teselsül eden tek bir dolandırıcılık suçu
bulunmaktadır.
Öte yandan, bankanın aracı olarak kullanılması yoluyla
dolandırıcılık suçunda hukuka aykırı bir şekilde elde edilen banka bilgi
ve belgelerinin kullanılması suretiyle haksız çıkar sağlanmaktadır,
TCY.nın 504. maddesinin 3. bendinde düzenlenen bu halde, maddede
belirtilen kurumlara duyulan güven uyarınca, hile ve desise daha kolay
yapılmakta, mağdurun araştırma eğilimi ortadan kaldırılmakta, eylemin
kandırıcı niteliği daha fazla olmaktadır. Somut olayda sanık tarafından,
banka memurlarının haksız şekilde elde edilen şifrelerinin kullanılması
suretiyle sahte çeklerin bilgisayara tanıtıldığı, usulsüz virman
işlemlerinin yapıldığı ve başka şubelerden, sahte düzenlenmiş olan
çekler için karşılık sorulduğunda provizyon verilmek suretiyle bunların
ödenmesinin sağlandığı nazara alındığında dolandırıcılık suçunun banka
aracı kılınmak suretiyle işlendiğinin kabulünde zorunluluk
bulunmaktadır.
Bu itibarla isabetli olan Yerel Mahkeme direnme kararının diğer
yönleri de yasaya uygun olduğundan onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım kurul üyeleri; "Yerel
mahkemenin teselsül hükümlerini uygulaması isabetlidir, ancak suçun
mağduru olduğu kabul edilen kamu bankasının aynı zamanda aracı olarak
kullanıldığının kabulü isabetsizdir. TCY.nın 504. maddesinin 3. ve 7.
bendlerinin somut olayda birlikte uygulanması olanaksız olduğundan,
Yerel Mahkeme direnme hükmünün bu değişik gerekçeyle bozulmasına karar
verilmelidir." görüşüyle; bir kısım kurul üyeleri ise, "Özel Dairenin
bozma kararı yerinde olup, uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi
isabetsiz olduğundan hükmün bozulmasına karar verilmelidir." görüşüyle
karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle diğer yönleri de usul ve
yasaya uygun olan Yerel Mahkeme direnme hükmünün ONANMASINA, dosyanın
yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine,
24.10.2000, 07.11.2000 ve 05.12.2000 tarihlerinde yapılan ilk üç
müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 12.12.2000 tarihinde
yapılan dördüncü müzakerede tebliğnamedeki isteme aykırı olarak
oyçokluğu ile karar verildi.
Yorumlar
Yorum Gönder