YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI- Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 1991/15-340
Karar Numarası: 1991/467
Karar Tarihi: 09.10.1991
818 s. BK/44, 106, 356, 161
6762 s. TTK/24
DAVA: Taraflar arasındaki
"alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (İzmir Altıncı
Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 8.3.1990 gün ve
1989/546-1990/204 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin 17.12.1990 gün ve
2493-5525 sayılı ilamiyle; (... Taraflar arasındaki uyuşmazlık arsa karşılığı
inşaat sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Davacılar bu dava ile sözleşmede açıklanan teslim tarihinden itibaren
davacılara ait 9 bağımsız bölüme beher daire için aylık 300.000 TL. kira
tazminatı istemişlerdir.
Davacılar, Karşıyaka İkinci Noterliği
aracılığı ile 11.5.1988 günlü ihtarla teslim tarihinin 5 ay geçirildiği ileri
sürülerek, ileriki aylar için kira tazminatını saklı tutup beş aylık kira
tazminatının ödenmesini istemiştir.
Kural olarak, davacılar kendi
davranışları ile davalıların durumunu ağırlaştırmamak zorunluluğundadırlar
"Borçlar Kanununun 98-44 md". Öyleyse davacılar ihtar tarihinde
Medeni Kanunun 2. maddesindeki doğruluk kuralı uyarınca, Borçlar Kanununun 106.
maddesindeki seçimlik haklarını kullanmaları gerekir. Bu durumda 11.5.1988
tarihinden itibaren inşaattaki eksikliklerin ne kadar sürede tamamlanabileceği
uzman bilirkişi aracılığı ile tesbit edilerek teslim tarihinden itibaren
beklenen beş ay ve eksikliklerin giderilmesi için gerekli süre eklenmek
suretiyle bulunacak tarihler arasındaki dönem için kira tazminatı istenebilir.
Öte yandan davalıların 11.000.000 TL. kira tazminatı ödedikleri uyuşmazlık
konusu olmadığına göre bu miktar saptanacak kira tazminatından düşülmek
suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı
biçimde karar kurulması yasaya aykırıdır ..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine
geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
Temyiz eden: Davalılar vekili.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek
direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar
okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı, kendisine ait taşınmazda kat
karşılığı bina yapılması için davalılarla eser
sözleşmesi yaptığını; işin 36 ayda
bitirilmesi gerekirken dava tarihine kadar bitirilmediğini, bu 17 ay gecikme nedeniyle sözleşmede kararlaştırılan (her
daire için aylık 300.000 TL. üzerinden 9 daire için 45.900.000 TL.) tazminatın
(cezai şart) tahsiline, karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, hukuki konuda ve olguların
değerlendirilmesinde bilirkişi görüşüne başvurarak, (eleştirmeyi haklı kılacak
düzeyde) işin 17 ay geciktiğini kabul ve sözleşmeye göre belirlenen cezai
şarttan (45.900.000 TL.), 11.000.000 liralık ödemeyi düşerek 34.900.000 liranın
tahsiline karar vermiştir.
Yargıtay özel dairesi ile mahkeme
arasındaki görüş ayrılığı, işin tesliminin 17 ay gecikmesi
nedeniyle taraflar arasında kabul edilen cezai şartın, tamamının istenip
istenmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Özel Dairenin görüşüne göre: Eser sözleşmelerinde, işin belirli süre sonunda
bitirilmemesi (teslimde gecikme) halinde, iş
sahibinin uygun bir süre bekledikten sonra, (olayımızda davacının beş ay
beklemesi uygun süre kabul edilmiştir) "Borçlar Kanununun (BK) 106/II.
maddesinde belirlenen seçimlik hakkını kullanması gerekeceği" ve
alacaklının (davacı) sözleşmenin yerine getirilmesi ve tazminat istemesi
halinde", işin teslimini geciktiren eksikliklerin tamamlanması için
gerekli olan süre de belirlenerek"; sonuçta, "sözleşmeye göre teslim
tarihi ile seçimlik hakkını davalıya bildirdiği (ihtar) tarihi arasındaki uygun
süre" ve ihtar tarihinden sonra" işin tamamlanabileceği süreyle
"sınırlı olmak üzere tazminata hükmedilmelidir. Başka bir değişle,
sözleşme eylemli olarak daha uzun sürede yerine getirilmiş olsa bile,
"uygun süre ve soyut olarak belirlenen bitiş için gerekli süreyi aşan
günler için" gecikme tazminatına (cezai
şarta) hükmedilemeyecektir. Bu yargının dayanağı ise BK.nun 44 ve Medeni
Kanunun (MK) 2. maddesi olduğu ileri sürülmüştür.
Taraflar arasındaki eser sözleşmesinin
bitimi ve işin teslimi belirli süreye bağlandığına göre; bu sürenin dolmasıyla,
davalı yüklenicinin, borcunu yerine getirmede direndiği (Mütemerrit) ve bu
olgusunun hukuksal sonuçlar doğurduğu kabul edilmelidir (BK. m. 101/I).
Borçlar Kanununun 106. maddesinde,
karşılıklı yükümlülükleri içeren sözleşmelerde borcun yerine getirilmemesi
(ifada gecikme) halinde, alacaklının hakkını,
nasıl kullanacağı düzenlenmiştir.
Alacaklı, 106/II'de öngörülen seçimlik
hakkını kullanabilmesi için borcu yerine getirmemekte direnen (mütemerrit)
borçluya mehil vermek zorundadır (BK. 106/1). Ancak 107. maddede yazılı
hallerden birinin bulunması halinde (1-Borçlunun hal ve vaziyetinden bu
tedbirin tesirsiz olacağı anlaşılırsa; 2-Borçlunun temerrüdü-direnmesi-neticesi
olarak borcun ifası alacaklı için faidesiz kalmış ise; 3-Akdin hükümlerine göre
borç tayin ve tesbit edilen bir zamanda veya muayyen bir mehil içinde ifa
edilmek lazım geliyorsa) mehil tayinine gerek yoktur). Davalı yüklenicinin,
borcunu 36 ay içinde yerine getireceği sözleşmede kabul edildiğine göre, BK.nun
106/1. maddesi gereğince bir önel (mehil) belirlenmesine gerek yoktur. Buraya
kadar açıklanan hususlarda görüş ayrılığı bulunmamaktadır, sorun bundan sonra
ortaya çıkmaktadır.
1- BK.nun 106/II. maddesinde, (birinci
bende göre önel verilsin veya verilmesin), borcun yerine getirilmemesinde
direnilmesi halinde alacaklıya, üç seçimlik hak verilmiştir: 1- Her zaman
gecikmiş işi yerine getirme (ifayı) ve gecikme
tazminatı isteme; 2- Sözleşmenin yerine getirilmesinden vazgeçilerek olumlu
(müsbet) zararını isteme; 3- Sözleşmeden dönme (fesih) ve olumsuz (menfi)
zararı isteme.
Seçimlik hakkı, gündeme geldiğinde şu
soruya cevap aranması gerekmiştir: İş sahibi alacaklı, direnen yüklenici
davalıya uygun bir süre bekleyip BK.nun 106/II. maddesindeki seçimlik hakkını
kullandığını bildirmek zorunda mıdır?
Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin süreklilik
kazanan görüşüne göre davacı alacaklı, uygun bir süre bekledikten sonra
borçluya seçimlik hakkını kullandığını bildirmek zorundadır; bu bildirimin
106/1. maddedeki önel ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Hukuk öğretisindeki yerleşmiş görüşe
göre: Alacaklı, borcun yerine getirilmemesi halinde, başka bir anlatımla yerine
getirmede direnme halinde (gecikmiş ifa) alacaklı, BK. 106/II'deki hakkını
"her zaman" kullanabilir; ancak kullanmak zorunda da değildir. Bu
nedenle alacaklı borcun yerine getirilmesini (ifayı) ve gecikme tazminatını zamanaşımına (kural olarak 10
sene) içerisinde isteyebilir (Bkz., H. Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Sh: 501
; Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi Borçlar Kanunu 1. Kısım Genel Hükümler IV.
Fasikül, Dr. S. Özkök Çevirisi, Sh: 21; Oser Schönnenberger, Borçlar Kanunu,
Recai Seçkin Çevirisi, Sh: 777). Davacı olan alacaklı, bu seçimlik hakkını
kullanmadığı takdirde, sözleşmenin yerine getirilmesini ve tazminat istediği
(birinci seçimlik) yolunda "bir karinenin varlığı kabul edilir (F. Eren,
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, 1. Bası, Sh: 292). Bu karine yasa
koyucunun alacaklının borcun ifasının ve gecikme
nedeniyle zarar ve ziyanını "her zaman" isteyeceğini kabul etmekle
oluşmuştur.
Bu nedenlerle, Hukuk Genel Kuruluna
oluşturan üyelerin çoğunluğu, hukuk öğretisindeki yasaya uygun düşen yorumu
benimseyerek, alacaklının BK.nun 106/II. maddedeki seçimlik hakkını kullanmak
zorunda olmadığını ve bu halde dahi gecikme
tazminatı isteyebileceği sonucuna varmıştır.
2- Teslim borcunun yerine
getirilmemesinde (teslimde gecikme), gecikme tazminatının (cezai şart) gecikmenin belirli bir süreyi aşması halinde tamamı
istenebilir mi? Özel Onbeşinci Hukuk Dairesi, bu soruya BK.nun 44 ve MK.nun 2.
maddesine dayanarak, olumsuz cevap vermek suretiyle yukarıda açıklanan yöntemi
benimsemiştir.
Bu konuyu tartışmaya almadan önce, eser sözleşmelerinde yüklenicinin "özen
borcu" üzerinde durulmalıdır: Eser
sözleşmelerinde yüklenici, kural olarak, işin görüşülmesi ve tesliminde işçiye
göre "daha yüksek özen" göstermelidir (BK. m. 356/I). Yüklenici bir
işi üstlenirken, kendi bilgisinin, uzmanlığının ve parasal gücünün o iş için
yeterli olduğunu iyice tartmak ve bunlar yetersiz ise sözleşmeyi yapmaktan
kaçınmak zorundadır. Aksi halde özen borcuna aykırı davranış olur ve borçlu
bundan sorumlu tutulur. Özen borcu, işin teslimine kadar devam eder (Tandoğan,
Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C: II, 1987 Bası, Sh: 56, 58).
A- BK.nun 44. maddesinin somut olayda
uygulama alanı: Zarar görenin kusuruna hukuki sonuçlar veren bu madde, BK.nun
98. maddesinin yaptığı yollama ile sözleşme ilişkilerinde de uygulanır. BK.nun
44. maddesinde, kural olarak, zarar görenin kusuru, tazminattan indirim sebebi
olarak (tazminatın tenkisi) kabul edilmiştir; buradaki kusur BK.nun 41.
maddesindeki teknik anlamdaki kusurdan farklıdır. Özel olarak belirlenen
davranışlar tazminatın saptanmasında etkili neden olarak kabul edilmiştir.
Zarar görenin "zarara razı olması" yahut "eylemi zararın
oluşmasına" veya zararın artmasına yardım etmesi". Bu özel nedenler
olmadıkça zararın sonuçlarının bir kısmı davacı işverene (davacıya)
yükletilemez. Teknik anlamda bir kusur olmamakla beraber zarar görenin kusuru
belirlenirken kusuru belirlenmesine ilişkin yöntem ve tanımlardan
yararlanılmaktadır. Bu nedenle zarar görenin kusurundan sözedebilmek için de,
"başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken o şekilde davranmayıp
somut olaydaki gibi kınanabilen bir eylemin bulunması" gerekir. Diğer
taraftan kusuru belirlerken alınan objektif ölçü burada da geçerlidir.
Davacının, zararın nedeni olan işin geç
tesliminde kınanabilecek bir eylemiyle zarara razı olduğu yahut zararın
oluşmasına veya artmasına neden olması kanıtlanmamıştır. Diğer taraftan
davacının, sözleşmeye göre, davalı yükleniciye vermesi gereken dairelerden bir
tanesinin satış yetkisini vermemiş olması gecikmeye
neden olan kusur olarak nitelendirilemez. Çünkü, bu dairenin satış yetkisi
davalının işi bitirmede direnmesi nedeniyle meydana gelecek zarara karşılık
güvence olarak verilmemiştir. Kaldıki, davalı yükleniciler satış yetkisi
verilseydi bu dairenin satılacağı satımın bu nedenle engellendiğini
kanıtlamamışlardır. Bu nedenle satış yetkisinin verilmemesiyle gecikme arasında uygun illiyet bağı da yoktur. Son
dairenin satış yetkisinin verilmemesi olgusu ne mahkeme ve nede, Onbeşinci
Hukuk Dairesi'nin bozma kararında tartışılmadığından davacı yararına kazanılmış
hak oluşmuştur. İş sahibinin 106/II. maddedeki seçimlik hakkını geç kullanması
kınanabilecek bir davranış olarak kabul edilemez. Çünkü, yukarıda açıklandığı
gibi seçimlik hakkını dilediği zaman ve zamanaşımı süresince kullanmak iş
sahibinin yasal hakkıdır; O nedenle bu kınanacak bir davranış değildir. Diğer
taraftan davacı sözleşmenin yerine getirilmesinde ve işin tesliminde davalıyı
duraksamaya düşürerek, işin gecikmesine neden
olan bir eylemi de bulunmamaktadır. Her iki tarafın, sözleşmenin yerine
getirilmesi ve teslimi konusundaki eylemli durumu bunun kanıtıdır.
Bu nedenlerle davacının, BK.nun 44.
maddesindeki özel halleri oluşturma yönünde bir eylemi bulunmadığı gibi Yasaya
uygun davranışını tazminatın indirilmesinin nedeni (kusur) olarak kabul etmek
olanağı da yoktur.
B- MK.nun 2/I. maddesinde belirlenen
"doğruluk ve güven kurallarının (objektif hüsnüniyet) somut olayda
tartışılması: Sözleşmelerde kararlaştırılan hususların yerine getirilmesi,
verilen sözün tutulması (Pacta sunt serventa ahta vefa) ilkesi gereğidir. Çünkü,
doğruluk ve dürüstlüğün gereği budur. Bu nedenle olayımızda davalı eser sözleşmesiyle
işin geç tesliminden dolayı ve geç teslim süresinin bütünü için tazminat (cezai
şart)ödemeyi kabul etmiş olduğuna göre bunu davacıya eksiksiz olarak ödemek
zorundadır; bundan kaçınma sözleşmeye, doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı
davranış olur. Ne varki, bu kuralın ayrıcalıksız uygulanması bazı durumlarda
yine doğruluk, güven kurallarına aykırı olacak sonuçlar doğurabilir. Bunun için
"öngörülmeyen bir nedenin" sözleşmenin tamamının veya bir koşulunun
yerine getirilmesini taraflardan biri için çekilmez ve yıkım teşkil edecek
yoğunluğa getirmesi gerekir (S. Edis, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç
Hükümleri, Sh: 309).
Olayımızda, ne öngörülmeyen bir hal ve ne
de yapılan işin kapsamı gözetildiğinde 45.000.000 TL. tazminatın davalı için
çekilmez ve ekonomik yönden yıkım teşkil ettiği söylenemez. Kaldı ki, davalının
sözleşmeye sadakat göstermeyerek gecikme
tazminatını (Cezai şartı) ödememekte direnmekte, onun yönünden doğruluk ve
güven kurallarına (MK. m. 2/1) aykırıdır.
Davacının gecikme
süresinin tamamını kapsayan tüm tazminatı istemesi "hakkın kötüye
kullanılması olarak da nitelendirilemez (MK. 2/2). Hakkın kötüye kullanılması
hakkın sırf başkasına zarar vermek için kullanıldığı hallerin dışında "hem
kendine yarar sağlamak ve hem de karşı tarafa zarar vermek kastı ile hakkın
kullanıldığı haller" de söz konusu olabilir (S. Edis, age., Sh: 324).
Davacı, sözleşmeden doğan hukuka uygun bir hakkını kullanmakla kendine yarar sağlamaktadır;
ancak bu hakkını davalıya zarar vermek kasdıyla kullandığını söylemek olanağı
yoktur.
Sözleşme ilişkilerinde; alacaklının,
borcun uzun süre yerine getirilmemesine göz yumması halinde: Sözleşmenin yerine
getirilmesi ve tazminat istemenin hakkın kötüye kullanılması olarak
nitelendirilmesini gündeme getirebilir. Ancak bu yola seyrek ve olağan üstü
hallerin varlığı halinde başvurulmalıdır; özellikle uzun süre bekleme nedeniyle
fiyat dalgalanmalarından yararlanma borçluyu zarara sokmak ve onun durumundan
yararlanma kastının varlığı aranmalıdır (Tandoğan, Mesuliyet, Sh: 501, Borçlar,
Sh: 133-134; Becker, age., Sh: 21; Oser-Schönenberger, age., Sh: 777).
Yargıtay denetiminin yapıldığı bu davada
ise, davacıyı sözleşmeden doğan hakkını istemesinde ne eleştirilecek yan ve ne
de davalıya zarar vermek kastı olduğu söylenebilir. Davacının geç teslim
nedeniyle gerçekleşen zararının karşılığını istediği de gözardı edilmemelidir.
C- Davalı, işin süresinde teslim
edilmemesi halinde davacıya verilecek her daire için aylık 300.000 lira
ödeyeceğini kabul etmiştir. Bu, BK.nun 158/II maddesinde belirlenen bir cezai
şart niteliğindedir. BK.nun 161/3. maddesi gereğince cezai şartın, "fahiş
olduğu gerekçesi ile tenkisi" gerekeceği düşünülebilir. Ancak davalılar
tacir olduğundan böyle bir indirim söz konusu olamaz (Türk Ticaret Kanunu madde
24). Özen borcuna aykırı davranarak kusurlu durumunda bulunan davalı yüklenici
teslim gününden itibaren işleyecek cezai şartı tam olarak ödemek zorundadır
(Tandoğan, Borçlar, Sh: 133-135). Kaldı ki, davacının geç teslim süresince enaz
kabul edilen cezai şart kadar zarara uğradığı da bir olgudur. Bu nedenle de
davacı hiç bir indirime tabi tutulmadan gerçek zararını isteyebilecek
durumdadır (BK. m. 159/II).
Bu durumda, tüm bu nedenlerle yüklenici
olan davalıların, işi zamanında teslim etmemesinden doğan cezai şartı davacıya
hiç bir indirim yapılmaksızın ödemesi sözleşmeye, Borçlar Kanununun 356/I
maddesindeki özen borcuna ve doğruluk ve güven kurallarına uygun düşer.
3- Bir kısım üyeler, davacının
isteyebileceği tazminatın BK.nun 360. maddesinin ışığı altında belirlenmesini
önermişlerdir. Ancak BK.nun 360. maddesi, "tamamlanmamış, teslimi
önerilmiş eserin kusurlu veya sözleşmeye
aykırı olmasını" düzenlemektedir. Borçlunun direnmesini düzenleyen özel
hüküm (BK. m. 106) varken, örnekleme yoluyla BK.nun 360. maddelerine başvurmak
düşünülemez. Bu görüş açıklanan nedenlerle genel kurul çoğunluğunca
paylaşılmamıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemece mevcut
delillerin değerlendirilmesi suretiyle kurulan hüküm doğrudur.
O halde usul ve yasaya uygun bulunan
direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz
itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle
(ONANMASINA), gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç
alınmasına mahal olmadığına, 9.10.1991 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasında düzenlenen 26.12.1984
tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesinde
davacı arsa maliklerine bırakılan dairelerin 36 ay içinde, yani engeç 26.12.1987
tarihinde bitirilip teslim edilmesi öngörülmüştür. Davacılar bu tarihten
yaklaşık birbuçuk yıl sonra 29.5.1989 tarihinde açtıkları bu dava ile; 17 aylık
gecikme tazminatı talep etmişlerdir. Davalı
yükleniciler, inşaatı 1988 yılı Mayıs ayı sonunda yapıp bitirdiklerini aylık gecikme tazminatını ödediklerini, ancak davacı arsa
maliklerinin sözleşmenin 13. maddesinde yazın edimlerini ihtara rağmen yerine
getirmedikleri gibi, inşaatın % 95'inden fazlasını yaptıkları halde davacıların
teslim de almadıklarını bildirerek davanın reddini savunmuşlardır.
Gerçekten, sözleşmenin 13. maddesinde bir
üst katın kabası yapıldığında, müteahhit firmanın yazılı talebi ile 10 gün
içinde bir alt katın satış yetkisinin verileceği kararlaştırılmıştır. Davalılar
26.5.1988 ta ihtarname ile davacılara bu hususta ihtarda bulunmuş iseler de;
davacılar bu daireyi teminat olarak tuttuklarını, satış yetkisi
vermeyeceklerini bildirmişlerdir. Oysa, sözleşmeye göre davacıların bu dairenin
satış iznini inşaat tamamen bitmeden vermeleri gerekir. Davalılar da bu daireyi
satamadıkları için geri kalan % 5'lik eksiklikleri tamamlayamadıkları, gecikmeye davacıların sebebiyet verdiklerini
savunmuşlardır. Bu durumda davacıların, büyük bir bölümü bitirilmiş olan
inşaatı teslim alıp eksiklikleri kendileri gideri borçlarından düşmeleri, yahut
bir dairenin satış yetkisini vererek eksiklikleri davalıların tamamlanmasını
istemeleri gerekirdi. Bu iki seçenekten hiç birisini yapmadan Mayıs 1988
tarihinden itibaren dava tarihine kadar bir yıl bekledikten sonra gene aynen
ifa istemeden bütün bu süre için gecikme
tazminatı istemeleri hakkaniyet ve adaletle bağdaşmaz. Öte yandan, davacılar
dava devam ederken gönderdikleri 24.1.1990 tarihli ihtarname ile inşaatı
eksiklikleri ile birlikte teslim almaya hazır olduklarını bildirmişlerdir. Anc
Borçlar Kanunu'nun 360. maddesi gereğince bu isteklerini bir yıl beklemeden ve gecikmeden bildirmeleri gerekirdi. Çünkü bu
maddenin son fıkrası gereğince, yapılan şey iş sahibinin arsası üzerine
yapılmış olup yıkılması fazla bir zararı mucip ise ve işin kusurlu olması veya
sözleşmeye aykırı bulunması önemli derecede değilse iş sahibi inşaatı kabulden
imtina edemeyip, ancak işin kıymetinin noksan nisbetinde fiatı tenzil veya o
işin ıslahı büyük bir masrafı mucip değilse müteahhidi tamire mecbur edebilir.
Bu hükümden de anlaşılmaktadır ki; kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde, arsa
maliki, büyük bir bölümü biten inşaatı uzun süre teslim almaktan kaçınarak,
sürekli bir şekilde gecikme tazminatı talep
edemez. Bu hüküm, olayda doğrudan doğruya uygulama yeri bulmasa da, kanunun bu
konudaki ruh ve maksadını göstermektedir. Büyük bir bölümü bitirilmiş olan
inşaatta, o tarihe kadar olan beş aylık gecikme
tazminatını da kendi arası ile ödeyen müteahhide, ihtar üzerine bir dairenin de
satış yetkisini vererek inşaatın süratle bitirilmesine yardımcı olmaları
gereken davacıların bunu yapmayarak bir yıl daha bekleyip gecikme tazminatı istemeleri gerek inşaat
sözleşmelerine ait yasa koyucunun amacına gerekse MK.nun 2. maddesindeki
dürüstlük kuralına uygun düşmez. Bu durumda, Mayıs 1988 tarihinden sonrası için
gecikme tazminatı talebinin tümüyle reddi
gerekir ise de; Onbeşinci Hukuk Dairesi'nce, eksikliklerin ne kadar sürede
tamamlanabileceği bilirkişi aracılığıyla tesbit edilerek bu süre ile sınırlı
olmak üzere tazminata hükmedilmesi gerektiğinden bahisle hüküm bozulmuş ve
davalılar karar düzeltme yoluna başvurmadıkları gibi, bu bozma kararına
uyulmasını da istemiş bulunduklarından; mahkemenin direnme kararının bu
gerekçelerle bozulması görüşündeyiz.
A. İsmet ARSLAN
13. Hukuk Dairesi Başkanı
Mustafa AYKONU
13. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY YAZISI
Taraflar arasındaki uyuşmazlık arsa
karşılığı inşaat sözleşmesinden
kaynaklanmaktadır.
Davacılar arsa sahibi, davalılar
yüklenicidir. Yanlar arasındaki 26.12.1984 günlü sözleşme uyuşmazlık konusu
değildir.
Davacılar bu davaları ile davalının
davacılara ait bağımsız bölümleri sözleşmede öngörülen sürede teslim
etmediklerinden 17 aylık kira tazminatı istemişlerdir.
Sözleşmenin 8. maddesine göre, inşaat
süresi bu akdin imza tarihinden itibaren 36 ay olduğu; davacılara arsaları
karşılığı 9 bağımsız bölümün verileceği ve sözleşmenin 11. maddesine göre her
geçen ay için beher bağımsız bölüm için 300.000 TL. gecikme
tazminatı ödeneceği yanlarca kabul edilmiştir.
Sözleşmenin 11. maddesindeki beher ay
için kabul edilen gecikme tazminatı cezai
şart olmayıp kira giderimi durumundadır. Zira, taraflarca sözleşmenin 18.
maddesinde sözleşmenin feshi halinde ayrıca cezai şart kararlaştırılmıştır. Öte
yandan, 11. maddenin ifade tarzından da anılan miktarın kira tazminatı olduğu
kuşkusuzdur. Öyleyse bahse konu edilen tazminatın çoğunluk tarafından cezai
şart olarak nitelendirilmesi yasaya uygun düşmemektedir.
Borçlar Yasasının 98. maddesine göre
davalı yükleniciler her kusurdan sorumludurlar. Öte yandan sözleşme şekle uygun
olarak düzenlenmiş olup tarafları bağlar niteliktedir. Davalılar edimlerini
sözleşmenin tanzim tarihinden itibaren 36 ay içerisinde ifa etmekle yükümlüdürler.
Ne varki anılan 36 aylık kesin süre sonunda davalı yükleniciler edimlerini
yerine getirmemişlerdir. O halde BK. md. 101'e göre davalılar direngen
(Temerrüt) duruma düşmüşlerdir.
Edimini ifa etmeyen mütemerrit borçlu
(davalılar) hakkında alacaklı davacılar gecikmeden
Medeni Kanunun 2. maddesindeki doğruluk kurallarına göre haklarını kullanmaları
gerekir. Çünkü objektif iyiniyet kurallarına uygun olarak davranma ödevi
hukukun bütün alanları için konulmuştur (HGK., 1.7.1964 T., 836/D-T esas 500
K).
Tarafların ittifakı ile tayin edilen bir
zamanda davalı yükleniciler borçlarını ifa etmediklerine gör md. 107/3. bent).
Davacılar, davalılara BK. md. 106/1'deki
münasip süreyi tanımak ve vermek zorunda değillerdir. O halde davacılar, BK.
md. 106/2'deki haklarını münasip bir süre tayin etmeden veya böyle bir sürenin
hakim tarafından tayinini istemeden seçimlik haklarını kullanmalıdırlar.
Davacılar, 11.5.1988 günlü itirazlarından
da anlaşılacağı üzere ifa ile gecikme
tazminatı yani kira tazminatı isteme hakkını seçmişlerdir. Bu konuda yanlar
arasında hiçbir uyuşmazlıkda bulunmamaktadır. Öyleyse kural olarak davalılar
sözleşme ile bağlı olup ifada gecikmeleri
sebebiyle davacıların tüm zararlarını ödemelidirler. Ne varki davacılarda hal
ve davranışlarıyla davalıların durumunu ağırlaştırmamak yükümlülüğü
altındadırlar (BK. md. 98/2 ve 44). Yasa hükümleri burada yanların yararlarının
dengelenmesini öngörmüştür. O halde davacılar sözleşmede kararlaştırılan 36
aylık kesin süre sonunda eksik işlerin davalılar hesabına kendileri tarafından
yapılmasını istemeleri gerekir (BK. md. 97). İşte bu nedenlerle davacılar ancak
ve ancak davalı yüklenicilerin eksik bıraktıkları işlerin normal koşullarda
tamamlanması süresi kadar bir zaman dilimi için kira tazminatı isteyebilirler.
Bu nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım.
Yusuf Ziya TANRIBİLİR
15. Hukuk Dairesi Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder