ŞUFA DAVASI PAY İPTALİ VE TESCİLİ
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 1993/6-507
Karar Numarası: 1993/605
Karar Tarihi: 27.10.1993
ŞUFA DAVASI
PAY İPTALİ VE TESCİLİ
ŞUFA BEDELİ
HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
743 s. MülgaTMK/2, 659
4721 s. TMK/2, 732
ÖZETİ: Şufa hakkının kullanılmasına yol açan satış
sözleşmesinden ve bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan Şufa
davalarında, dava paydaşın ekonomik ve objektif nedenlerle değişmiş yeni bedeli
ödemeksizin, tapuda gösterilen eski bedelle, payın tescilini talep etmesi
M.K.'nun 2. maddesinde tanımlanan objektif iyi niyet kuralı ile de
bağdaştırılamaz. İçtihadı. Birleştirme Büyük Genel Kurulu Karar’ında iyi niyet
iddiasının hukuki mahiyeti itibariyle def'i değil, itiraz niteliğinde bulunduğu
vurgulandığından, bu nitelikteki bedele yönelik iddianın yargılama sona
erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabii olmadan,
davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkündür.
Taraflar arasındaki "Şufa" davasından dolayı
yapılan yargılama sonunda; Polatlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın
kabulüne dair verilen 23.1.1992 gün ve 1991/179-1992/7 sayılı kararın
incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 28.5.1992 gün ve
6679-7207 sayılı ilamı :
(... Şufalı pay 7.3.1989 tarihinde davalıya satılmış,
davacı ise 17.4.1990 günü dava açarak, payın iptal ve adına tescilini
istemiştir. Davalı, bir aylık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olduğunu
savunmuş, ancak dinlettiği tanıklarla bu savunmayı ispatlayamamıştır. Bu
durumda davanın süresinde açıldığının kabulü gerekir.
Uyuşmazlık, Şufa bedelinin satış tarihinde tapuda
gösterilen bedel mi, yoksa dava açıldığı tarihte saptanacak bedel mi olacağının
tespitinde toplanmaktadır. Şufa bedelinin satıcı ile davalı arasındaki
anlaşmada kararlaştırılan bedel olması gerekeceğine dair Yasa'da bir açıklık
yoktur. Bu nedenle objektif olayların yarattığı kıymet değişikliklerinin, bir
aylık hak düşürücü süre geçirildikten sonra açılan Şufa davalarında, davayı
açan paydaşın ödeme borcuna yansıtılması icap eder. Bu itibarla, davalı
yargılama sırasında açıkça savunmamış olsa bile, hakimin kendiliğinden bu
hususu gözönünde tutması gerekir. 20.6.1951 gün ve 13/5 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararında da, hakimin hükümden önce re'sen nazara alarak tayin
edeceği uygun bir süre içinde Şufa bedelinin yatırılmasına karar vereceği, daha
sonra kaydın düzeltilmesine hükmedeceğini açıklanması, bu görüşü
doğrulamaktadır. Re'sen dikkate alınacak hususlar, hem uygun süre ve hem de
onun esas bağlantısı olan Şufa bedelidir. Kaldı ki, payı alan davalı satış
akdinin tarafı olduğu için ondan Şufa bedelinin, tapuda gösterilenden daha
fazla olduğu şeklinde savunma yapmasını beklemekte; Yasa'nın ve özelliği olan
Şufa davasının amacına ters düşer.
Özellikle, diğer paydaş ile, davalı arasında gerçekleştirilen
ve Şufa hakkının kullanılmasına yol açan satış sözleşmesinden ve bir aylık hak
düşürücü süre geçtikten sonra açılan Şufa davalarında, dava paydaşın ekonomik
ve objektif nedenlerle değişmiş yeni bedeli ödemeksizin, tapuda gösterilen eski
bedelle, payın tescilini talep etmesi M.K.'nun 2. maddesinde tanımlanan
objektif iyi niyet kuralı ile de bağdaştırılamaz. Böyle bir davranış, davalıyı
zorunlu olarak elinden çıkardığı gayrimenkul payı yerine, eline geçen para ile
aynı nitelik ve değerde bir başka gayrimenkul edinmek imkanından yoksun
bıraktığı için fevkalade adaletsiz ve hakkaniyet duygusunu zedeleyici bir sonuç
yaratır. 8.11.1991 gün 1990/4991/3 İçtihadı. Birleştirme Büyük Genel Kurulu
Kararı’nda da iyi niyet iddiasının hukuki mahiyeti itibariyle def'i değil,
itiraz niteliğinde bulunduğu vurgulandığından, bu nitelikteki bedele yönelik
iddianın yargılama sona erinceye kadar iddia ve savunmanın genişletilmesi
yasağına tabii olmadan, davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkündür.
Açıklanan nedenlere Şufa hakkının kullanıldığı tarihte
Şufalı payın karşılığının ve davalının Şufalı payda kullanma nedeniyle
yararlanma oranının saptanıp, davacının ödeme borcunun tayini ve bu bedelin
yatırılmasına hükmedilmesi gerekirken, satış tarihindeki Şufa bedelinin
yatırılmasına karar verilerek davanın kabulü hatalı görülmüştür...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama
sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının
süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü :
Taşınmaz mal mülkiyetinin yasadan doğan
daraltımlarından (takyitlerinden) biri de önalım (Şufa) hakkıdır. Yasal önalım
hakkı, yenilik doğuran (inşa-i) bir haktır. Paydaşa bir payı üçüncü kişiye
satılması durumunda o yer, alıcıya neye mal olmuş ise o miktar ile belirli süre
içerisinde satın alma yetkisi verir.
Bu husus 20.6.1951 gün 13/5 sayılı Yargıtay İnançları
Birleştirme Kararı’nda da aynen vurgulanmıştır. Dava hakkının kullanılması için
öngörülen belirli süre ise, satışın öğrenildiği tarihten itibaren başlayan ve
niteliği gereği hakkın özünü etkileyen bir aylık hak düşürücü süredir.
Olayda, Özel Daire ile Yerel mahkeme arasındaki
uyuşmazlık, Şufa hakkına konu yapılan payın, satış tarihi ile dava tarihi
arasında bir yılı aşan bir sürenin geçmiş olması dolayısıyla, bu zaman kesiti
içerisindeki ekonomik ve objektif nedenlerle meydana gelmesi kaçınılmaz bulunan
değer düşüklüğünün, Şufa bedelinin belirlenmesinde nazara alınması gerekip
gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Genel Kurul müzakerelerinde öncelikle
HUMK.’nun 73-74-75. maddeleri hükümleri gözönüne alınarak davalı alıcı
tarafından tapuda gösterilen satış bedeline, itirazda bulunup bulunulmadığı
hususu ön sorun olarak ele alınmıştır. Bir kısım üyeler, davalı alıcı
tarafından satış tarihi ile dava tarihi arasında geçen süre itibariyle
özellikle yaşanan ağır enflasyon koşullarından söz edilerek Şufalı payın tapuda
gösterilen satış bedeline itiraz da bulunulmadığını ifade ile, bunun re'sen
bozma nedeni yapılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüş çoğunluk
tarafından davalı alıcının gerek cevap layihasında, gerekse muhakeme safhasında
açıklıkla olması dahi çekişmeli pay için, tapuda gösterilen değerin çok düşük
kaldığı savunda bulunduğu, bu ileri sürüşün objektif olayların yarattığı kıymet
değişikliğinin, belirlenecek ödenmesi gereken Şufa bedeline yansıtılması
isteğini, dolayısıyla bedele itirazı kapsadığı gerekçesiyle paylaşılmamıştır.
Gerçekten hakikati yansıtmayan sicildeki düşük satış bedelinin kabul edilmesi,
Şufa hakkının kullanıldığı tarih ile satış günü arasında geçen sürede
taşınmazın değerinde, enflasyon ve diğer objektif nedenlerle meydana gelen
artışların gözetilmemesi hukukun amacı olan adaletin somutlaşmasını önlediği ve
çıkarlar dengesini bozduğu tartışılamayacak kadar açık bir olgudur. Zira ön
alım hakkı sahibi, sebepsiz zenginleşirken alıcı olan davalı fakirleşmektedir.
Şufa (önalım) hakkının kullanılması nedeniyle Şufa hakkı sahibi davacının,
bedele ilişkin yükümlülüğü, hakka konu olan payın kullanıldığı tarihteki
(önceden kullanılmamış ise dava tarihi) değeri olmalıdır. Nitekim bu görüş
Hukuk Genel Kurulu'nun 5.5.1993 gün 761-192 sayılı emsal nitelikteki kararında
da aynen benimsenmiştir. Bu itibarla mahkemece, hükmü temyiz eden davalı
vekilinin temyiz dilekçesindeki isteği de gözönüne alındığında yukarıda
açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde
Usul ve Yasa’ya uygun olmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü
ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA, )
oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, Şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazda
paydaş olduğunu, paydaşlardan Mehmet Yıldız'ın ¼ payını 7.3.1989 tarihinde
davalıya sattığını, bu satışın 10.4.1990 tarihinde öğrendiğini ileri sürerek
Sulh Mahkemesine açtığı dava ile, Şufalı payın iptali ile adına tesciline karar
verilmesini istemiştir.
Sulh Hukuk Mahkemesi payın satış değeri ile tapu harç
ve masrafları toplamı 2.160.000.- lira olduğundan bahisle görevsizlik kararı
vererek dosyayı Asliye Hukuk Mahkemesi’ne göndermiştir.
Davalı vekili gerek Sulh ve gerekse Asliye Hukuk
Mahkemeleri’nde, davacının satıştan haberi olduğunu, davanın süresinde
açılmadığını savunmuş; 17.12.1991 tarihli oturumda ise satış bedeli hakkında
beyanda bulunacağını, mehil verilmesini istemiştir. Davacı vekili bu beyanın
savunmanın genişletilmesi olduğu gerekçesiyle genişletmeye karşı çıkmış; davalı
vekili daha sonraki oturuma gelmemiştir.
Mahkeme süre konusunda taraf delillerini topladıktan
sonra davanın bir aylık hak düşürücü süre içerisinde açıldığını kabulle istem
gibi karar vermiştir. Hükmü davalı vekili temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde,
sürenin geçirildiği savunmasını tekrarla birlikte Şufalı payın iki milyon
liraya değil, onmilyon'a satıldığını (yani muvazaa olduğunu) ileri sürmüştür.
Görülüyor ki, davalının tüm aşamalardan Şufalı payın aradan geçen zaman
içerisinde arttığı yolunda bir savunması yoktur. Davalı vekilinin anılan
beyanında belirtilen biçimde savunmanın var olduğu yolundaki yüce çoğunluğun
görüşüne bu açıdan katılamıyoruz.
Bir an için bedelde muvazaa iddiasının varlığı kabul
edilse dahi, davalının satış aktinin tarafı olması nedeniyle, böyle bir iddiada
bulunmasına olanak yoktur.
Davanın, satışın öğrenilmesinden itibaren bir aylık
hak düşürücü süre içinde açıldığı kesinleştiğinden kanımızca davada, öncelikle
halli gereken husus, Şufa bedelinin tespitinde, bir itiraz bulunmadığı halde
mahkemece bu konuda resen araştırma yapılıp yapılamayacağı, yapılacak ise Şufa
bedelinin ne olacağıdır.
Yargı sistemimize göre, Hakim kendiliğinden bir davayı
inceleyip uyuşmazlığı çözemez. Bunu tabii sonucu da Hakimin incelenmesini
tarafların kendisine bildirilmiş olduğu vakıalar üzerinde yapmasıdır. Bildirilmeyen
vakıaları kendiliğinden incelemeyeceği gibi hatırlatmada dahi bulunamaz.
Kanunda açık hükmün bulunduğu hallerle, kamu yararının gerekli kıldığı
durumlar, kuralın istisnasını oluşturur.
Kanuni Şufa hakkı mülkiyetin kanuni takyitlerinden
olmakla beraber kamu menfaati için değil hissedarların şahsi menfaatlerini
korumak için kabul edilmiştir.
HGK’nun 4.3.1992 gün 1991/6-523 Esas 1992/147 sayılı
kararında;
(... Şufa bedelinin özellikle paranın ülkede yaşanan
enflasyon sonucu alım gücünün düşmesi nedeniyle azaldığı belirtilerek yeni
duruma göre değer tespiti yapılıp, bunun davacının Şufa borcuna yansıtılması
istenilmediği o itibarla da açık usul hükümleri karşısında mahkemede ileri
sürülmeyen hususların olayda usuldeki ayrık hallerde bulunmadığından bozma sebebi
yapılamayacağı) denilmekle de kanuni Şufa hakkında, kamu menfaatinin
bulunmadığı kabul edilmiştir:
Olayımızda, istisna hallerinin hiçbirisi olmadığına
göre talep dışına çıkılarak mahkemenin kendiliğinden araştırma yaparak Şufalı
payın değerine dava tarihine göre tespit edememesi, Yüce Genel Kurul'un önceki
kararlarına ters düşecek şekilde varıldığı sonuca bu nedenlerle de
katılmıyoruz.
Şufa müessesesi; çok eskiye dayanmakta olup,
Mecelle’de etraflıca ele alındığı halde, Medeni Kanunumuz’da yeterince hüküm
bulunmaktadır. Şöyle ki tarifin dahi yapılmasını, bu müessesenin gelişmesini
öğretiye ve mahkeme içtihatlarına bırakılmıştır. nitekim öğretide de çeşitli
tarifler yapılmıştır. Mecelle, "Şufa bir mülkü müşterayı müşteriye her
kaça mal olduğu ise o miktar temellük etmektir" diye tarif etmiştir.
Yargıtayımız ondan esinlenerek 20.6.1951 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararı’nda (Gayrimenkul mülkiyetinin kanuni takyitlerinden olan Şufa hakkı
gayrimenkulde hisse sahibi bulunan şahsa diğer bir hissenin üçüncü şahsa
satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli
bir süre içinde satın alma hakkı veren aynı bir haktır) demiştir. Aradan bunca
yıllar geçmesine rağmen Şufa bedelinin ne olacağını bu gün hala tartışılabiliyorsa
bunun başlıca nedeni mevzuatın yetersizliğidir. Merhum Ali Himmet Berki
11.6.1947 gün 5/18 sayılı İçtihadı Birleştirme müzakerelerinde aynen (çok
gariptir ki 1200 sene evvel ihtilaf mevzuu olan bu mesele aynı ihtilaflarla
karşımıza çıkıyor) demiştir ki bu söz bu gün de geçerliliğini korumaktadır.
Şufa hakkının, müşterek payın maliki tarafından üçüncü
bir şahsa satılması halinde diğer müştereklere tek taraflı irade beyanı ile ve
satıştaki şartlar dairesinde tercihen satın almak yetkisi veren, inşai bir hak
olduğu bilinmektedir. Şef'i tek taraflı olarak iradesini bildirdiği anda Şef’i
ile Şufa mükellefi arasında satış akdi meydana gelir. Bu hukuki ilke yönünden
mukaveleden doğan Şufa (M.K.'nun 658) ile kanuni Şufa (M.K.'nun 659) arasında
hiçbir fark yoktur. Akdi Şufada hak, tapu siciline şerh verildiği hallerde bu
şerhte tayin olunan müddet zarfında ve sicilde ayrı bir şart gösterilmemişse
payın davalıya satışındaki şarta itibar olunur. (M.K.nun 658/2) kanuni Şufa
için yasa ayrı bir esas getirmemiştir. Burada, bir ön sözleşme ve sicile şerh
verilme söz konusu olmamakla beraber, payın davalıya satışındaki şartlar
tapudaki akit tablosunda açıkça bellidir. Bu şartlara itibar olunması kanunun
sair hükmü nedeniyle zorunludur. Öyleyse, Şufa hakkı kullanılmakla davacı ile
davalı arasında doğan satış aktinin bedelinin, davalı ile satıcısı arasındaki
satışın şartlarından olarak tapuda belli olan miktar olduğunu kabul etmek
kaçınılmaz olmaktadır.
Açıklanan esaslar sebebiyle yıllardır istikrarla
uygulana gelen Yargıtay kararlarında ve özellikle 20.6.1951 gün 13/5 sayılı
İçtihadı Birleştirme Kararı’nda Şef'i ödenecek Şufa bedelinin, satış bedeli
şefie ait olması gereken satış masrafları tutarından ibaret olduğu ve 658.
maddedeki hükümlerin kaffesinin 659. maddeye tatbiki lüzumu açıkça
belirtilmiştir. İçtihadı Birleştirme Kararları, benzer hukuki konularda
Yargıtay Genel Kurulları, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar. (2797
sayılı Kanun’un 45. maddesi) Kanuni Şufada da uygulanan sükutu hak süresi içinde
açılan dava, ister satış tarihinden itibaren bir yıl içerisinde, ister
öğrenmeden itibaren bir ay içerisinde açılmış olsun Şefi’in ödenmesi gereken
Şufa bedeli değişmez. aksinin kabulü satış akdinin ve Şufa hakkının hukuki
niteliklerini zedeleyeceği gibi gerek maddi hukuk gerekse usul hukuku açısından
çok değişken ve sakıncalı haller oluşmasına neden olur. Bu şekildeki olgular,
yargıya ve kararlarına olan güvenini sarsar. Çoğunluğu bu karara almaya
zorlayan tek neden, satış tarihinden itibaren uzunca bir zaman sonra Şufa
hakkının kullanılması durumlarında Şufa borçlusu alıcıları enflasyonunun
etkisinden uzak tutmaktır. Enflasyon bugünün konusu değildir. Asırlardan beri
devam edegelmektedir. Bu halin kabulü Şufa bedeli yönünden değişik ve tutarsız
durumlar yaratır. Şöyle ki; Satıştan kısa bir müddet sonra Şufa hakkının
kullanılması hallerinde Şufa bedeli tapuda gösterilen satış bedeli olduğu
halde, elinde olmayan nedenlerle pay satışını geç öğrenen Şufa hakkı sahibinin
geç öğrenmeden dolayı açtığı davada, davalı hak düşürücü sürenin geçirildiği
savunmasını kanıtlayamamış ise aradan geçen zaman davalının yararına, bunun
tabii sonucu da, kanundan doğan Şufa hakkını kullanan Şufa alacaklısı davacının
zararı olacaktır ki elde edilmesi istenen yasanın amacına da ters düşer.
Öte yandan Şufa hakkı dava yolu ile kullanılabileceği
gibi dava dışı irade bildirimiyle de kullanılabilir. Bunu önleyen yasal bir
engel yoktur. Satıştan hemen sonra irade bildirimi ile bu hakkı kullanılmasında
Şufa borçlusu payı devretmez, Şufa alacaklısı da çok sonradan dava açarsa; veya
satıştan bir ay sonra Şufa davacısı açılıp da dosya işlemden kaldırılır, yasal
süre geçmeden dava yenilenir ise hangi tarihteki bedel Şufa bedeli kabul
edilecektir. Yine dava satıştan itibaren bir aylık sürede açıldığı halde
yıllarca devam etmesi durumunda ne olacaktır. misalleri çoğaltmak tabii ki
mümkündür.
Kanımızca meselenin yegane hal tarzı yasalarda gerekli
değişikliğin yapılması, bu değişiklikler yapılıncaya kadar da pay satışının
Şufa hakkı sahibine bildirilmesidir. Yasalarımız da buna müsaittir.
Federal mahkemeye göre de; Sözleşmeden doğan Şufa
hakkının koşullarına ve kullanılmasına ilişkin hükümler paydaşın kanuni Şufa
hakkı hususunda uygulanır. Mesela "sözleşmeden doğan Şufada olduğu gibi
kanuni Şufada da satıcı Şufa hakkı sahibine ihbar etmelidir"
denilmektedir. (B.G.E. 73 11 162 - Jdt 1948 1 209)
Açıkladığımız nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne
katılmadığımızdan kararın Onanması gerektiği oyundayız. 27.10.1993
Ö. Nureddin Doğan
6. Hukuk Dairesi Başkanı
Erbay Taylan
4. Hukuk Dairesi Üyesi
Yorumlar
Yorum Gönder