Davaya Vekalet
Genel olarak:
Davada, tarafların temsil edilmesi,
“kanuni temsil” ve “iradi temsil” olarak iki şekilde gerçekleşmektedir. Usul
Hukuku anlamında iradi temsilin ne anlama geldiğini açıklamak için, öncelikle
kanuni ile iradi temsil kavramlarının tanımlarını yapmak ve iradi temsilin
kanuni temsilden ayrılan yönlerini de incelemek gerekmektedir.
Kanuni temsil, dava ehliyetlerine sahip
olmayan kişilerin, davalarda kanuni temsilcileri tarafından temsil edilmeleri
anlamına gelmektedir. MK md.14’e göre,”Ayırt etme gücü bulunmayanların,
küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti yoktur”. MK md.15’e göre de, “Kanunda
gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan
kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz.” Bu hükümlerden de anlaşıldığı üzere,
bu kişilerin fiil ehliyetleri, dolayısıyla medeni hakları kullanma ehliyetleri
bulunmadığından ve yaptıkları fiiller hukuken bir sonuç doğurmadığından, bir
davada kendilerini temsil edebilmeleri mümkün değildir. Fiil ehliyetinin
yansıması dava ehliyetidir. O yüzden fiil ehliyeti yoksa dava ehliyetinden
bahsedebilmek de mümkün değildir. Bu husus, HUMK md.38’de de,”Davaya ehliyet
Medeni Kanun ile tayin olunmuştur” şeklinde, MK’nın ilgili maddelerine atıf
yapılarak düzenlenmiş olmaktadır. Zira bir davada taraf olabilmek için tam
ehliyetli olunması gerekir. Bu konuda MK md.14 ve 15 tarafından bir sınırlama
getirildiği için, bu noksanlık kanuni temsilci atanma yolu ile giderilir. Fakat
kişinin şahsına sıkı sıkıya bağlı haklar konusunda, ayırt etme gücüne sahip
küçük veya kısıtlılar bakımından kanun bir istisna getirmiştir. Kişiye sıkı
sıkıya bağlı haklar ile ilgili davalarda, ayırt etme gücüne sahip küçükler veya
kısıtlılar dava ehliyetine sahiptirler; boşanma, ayrılık, babalık davalarında
olduğu gibi. Bu husus, MK md.16/2’de belirtilmiş olan, “Ayırt etme gücüne sahip
küçük veya kısıtlıların kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanmada kanuni
temsilcilerinin rızasına bağlı olmamaları” hükmünün bir sonucudur.[1] Dava
ehliyeti bir dava şartı olduğundan, bu anlamda bir dava şartının noksanlığı
durumunda, hakim bunu re’sen dikkate almalı ve kanuni temsilcinin rızası
alınmassa esasa ilişkin incelemeye girmeden davayı reddetmelidir.
İradi Temsil:
İradi temsil ise, davada taraflarından
iradelerine dayanan temsildir[2]. HUMK md.59-71’de düzenlenmiştir. Türk
hukukunda, HMUK md. 70 ve 71’de belirtilen iki istisna dışında, taraflar
mutlaka avukat ile davada yer almak zorunda değillerdir. HUMK md.59’a göre,
davanın tarafı davayı bizzat takip edebileceği gibi, seçtiği bir vekil
aracılığıyla da takip edebilir. 2.fıkrası ise, kanuni temsilciler dahi bu hakka
sahiptir hükmünden, kanuni temsil durumunda dahi iradi temsil söz konusu
olabilir sonucunu çıkartmak mümkündür. O yüzden, şöyle bir ayrım yapmak
gerekir: Kanuni temsil, ancak davanın tarafının dava ehliyetine sahip olmadığı
durumlarda söz konusu iken, iradi temsil kanuni temsil hallerinde de söz konusu
olabilir. Örneğin, küçük veya mahcurlara atanan vasi, dilerse temsil ettiği
küçük veya mahcurun taraf olduğu bir davada, davayı bizzat ya da iradi bir
şekilde seçeceği bir vekil aracılığıyla takip eder. Aksine kanuni temsilde,
dava ehliyetine sahip olmayanların bu anlamda bir seçim yetkisi
bulunmamaktadır. Kendilerine bir kanuni temsilci atanması şarttır. İradi
temsile, HUMK “davaya vekalet” adını vermektedir. HUMK md.60’a göre davaya
vekalet hakkında, HUMK md.59-71 ile Medeni Kanun’un genel hükümleri uygulanır.
Davaya vekalet ile BK md.386 vd.’de düzenlenen vekalet sözleşmesini birbirine
karıştırmamak gerekir. Davaya vekalette, müvekkil ile vekil arasındaki ilişki
bir vekalet sözleşmesine dayanabileceği gibi, bir hizmet sözleşmesine de
dayanabilir. [3] BK md.386’ya göre, vekalet sözleşmesiyle vekil kendisine
verilen işleri ya da hizmetleri sözleşme uyarında görme borcu altına girer.
Fakat HUMK’un davaya vekalet ile ilgili hükümlerinde açıklık olmayan hallerde,
BK md.32 vd.(temsil) ve BK md.386 vd.(vekalete ilişkin hükümler) davaya
vekalette kıyasen uygulanmaktadır. Vekalet ilişkisindeki en önemli
unsurlarından birisi, müvekkil ile vekili arasıdaki güven bağıdır. BK
md.390/2’ye göre, “Vekil, müvekkiline karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile
mükelleftir. Bu hükümden, vekilin, müvekkilin iradesine uygun şekilde hareket
etmesi ve onun menfaatlerine aykırı ve zararına hareket etmemesi yükümlülüğü altında
bulunmasının söz konusu olduğu sonucu çıkarılabilir. Vekalet verenin çıkarının
gözetilmesi, dürüstlük kuralına aykırı davranılmaması gerekir. Kural olarak
avukat kendisine verilen talimatlara uymak zorundadır, fakat müvekkilin emri
altında değildir. Hukuki düşüncelerini ifade etme özgürlüğü kısıtlanamaz. AK
m.38/a’ya göre, teklifi haksız görürse reddetme hakkına sahiptir.
Davaya Vekalet Ehliyeti:
Hukukumuzda avukat ile temsil edilmek
şart olmadığı halde, HUMK md.70-71’de bu duruma iki istisna getirilmiştir. HUMK
md.70/1’e göre, davasını kendisi takip eden kimse mahkemede münasip olmayan hal
ve davranışlarda bulunmaya, hakimin ihtarına rağmen devam ederse, hakim derhal
dışarıya çıkarılmasını ve icap ettiği takdirde kendisine bir vekil tayin
edilmesini isteyebilirken, HUMK md.71’e göre de, bir tarafın davasını
kendisinin görebilecek durumda olmadığını tespit ederse yine kendisine bir
vekil tayin edilmesini emredebilir. Tarafın bu emre uymadığı takdirde ise
muhakemeye onun yokluğunda devam edilecektir. Kıyafetin uygun olmaması ve o
kıyafette direnilmesi durumunda da o tarafın mahkemeden çıkarılması ve
kendisine vekil tayin edilmesi hususunda bir talep, vekil tayin etmez ise
yargılamaya onun yokluğunda devam edilmesi söz konusu olacaktır.[4]
Eğer taraflardan biri vekil tutmak isterse,
HUMK md.67/3’e göre yargılama başka bir güne bırakılamaz. Ancak vekil tutması
kabul edilebilir bir özre dayanıyorsa, hakim, bir defaya mahsus olmak üzere
kendisine kısa bir süre verebilir. HUMK md.213 ve 377’ye göre, bu sürenin
geçmesinden sonra vekil davada hazır bulunmuyorsa, tahkikat veya yargılamaya
onsuz devam edilir veya 409.maddeye göre dosya işlemden kaldırılır. Fakat HUMK
md.61/1’e göre bunun için, gelmediği takdirde yargılamaya onsuz devam
edileceğinin bildirilmesi gerekir.
Hukukumuzda dava için bir vekil tutmak
zorunlu değilse de, davanın tarafının, davayı bizzat değil de bir temsilci
atamak suretiyle takip etmek hususundaki seçimlik hakkını kullanmak isterse,
ancak kanun tarafından belirlenmiş ve davaya vekalet ehliyetine sahip olan
vekil aracılığıyla davasını takip edebilir. Kural olarak, davaya vekalette
vekil olarak atanacak olan kişi Avukat’tır. Bu husus, Av.Kanunu madde 35’te
düzenlenmiştir. Bu kanuna göre, en az üç avukat ve davavekili bulunan yerlerde
(il ve ilçelerde) ancak baroya kayıtlı avukatlar ve dava vekilleri vekil olarak
davayı takip edebilirler. [5] En az üç avukat ve dava vekili bulunmayan
yerlerde vekil olarak “dava takipçileri” görev alırlar. O yerde hiç avukat,
dava vekili ve dava takipçisi bulunmuyorsa, HUMK md.212’ye göre yazı bilmeyen
tarafın iddia ve savunmasını zabıt katibine söyleyerek yazdırır. Fakat bu
hallerde, hak arayanları korumak için 212.madde yeterli değildir. Çünkü HUMK
md.61’in son maddesi, yani dilenilen kişiye dava vekaleti verilmesi hakkındaki
hükmün kaldırılması, hakkın aranması bakımından bir zorluğun çıkmasına sebep
olmuş, bu hususta bir kanun boşluğu ortaya çıkmıştır.
HUMK md.61’e göre, kanuna göre davaya vekalet
ehliyeti olmayan kişiler mahkemeye vekil olarak kabul edilmezler ve bu durumda
müvekille, hakim tarafından bir defaya mahsus olmak üzere davetiye gönderilir.
Hakim bu durumu re’sen dikkate alacaktır. Çünkü davaya vekalet ehliyeti bir
dava şartıdır. HUMK md.61’e paralel olarak, davaya vekalet ehliyeti bulunmayan,
örneğin avukat olmayan bir kişinin vekil olarak davanın bir tarafını temsil
etmesi durumunda, dava şartı olmasının bir sonucu olarak, hakim durumu re’sen
gözeterek davayı reddedecektir.
Ancak reddetmeden önce, davacı tarafa, davaya
izacet verip vermeyeceğini bildirmesi için münasip bir süre verilecektir.
Davacı davaya icazet verirse, davaya devam edilir. Davacı davaya gelerek
davasını kendisi takip ederse veya davaya vekalet ehliyeti olan bir kişiyi
vekil olarak tayin ederse davaya icazet vermiş sayılır. Ancak, davaya icazet
vermezse dava esasa ilişkin inceleme yapılmadan reddedilir ve davaya vekalet
ehliyeti olmadan dava açmış olan kişiye yargılama giderlerini karşılaması
hususunda bir talep hakkı doğar.
Kanunen davaya vekalet ehliyeti
olanların, davanın tarafını davada temsil edebilmesi için, kendisine özel
olarak bir temsil yetkisi verilmesi gerekir. Kişiye temsil yetkisi sağlamak
için verilen temsil belgesine uygulamada “vekaletname” adı verilmektedir.
Vekaletname verilmesi, her iki tarafın da irade beyanına dayanan vekalet veya
hizmet sözleşmesinin aksine, müvekkilin tek taraflı irade beyanı ile verilir,
tek taraflı bir hukuki işlemdir.
Vekaletname:
Vekaletname, özel ve genel olarak ikiye
ayrılmaktadır. Genel vekaletname ile, avukat, müvekkilinin açmış olduğu ya da
kendisine karşı açılan bütün davalarda kendisini temsil etmekte, fakat bununla
birlikte müvekkilini davada temsil edebilmesi için o konuda özel bir talimat
alması gerekmektedir. Vekaletname çıkarılması, avukatın onayı olmaksızın da söz
konusu olabilir. Avukat ile müvekkili arasında bu hususta daha önceden yapmış
oldukları bir sözleşme yoksa, vekaletname verilmesi avukat için bir icap
niteliği taşır ve avukat kabul ettiği takdirde hüküm ifade eder. Aksi takdirde,
avukatın vekaletnameyi kabul etme zorunluluğu bulunmamaktadır.
BK md.388/3’e göre, avukat, kendisine
genel bir vekaletname verildiği takdirde, dava açma ve müvekkilini dava savunma
yetkisine sahip değildir. Bu yetkiye sahip olabilmesi içine kendisine ya bu
hususta ayrı bir vekaletname verilmeli ya da genel vekaletnamenin içerisinde
kendisinin özel olarak davayı takip etme yetkisinin verilmiş olması gerekir .
Özetle genel vekaletname ile, avukat, müvekkilinin rızası olmaksızın davada onu
temsil edememektedir. Kanunda aksi öngörülmedikçe, kural olarak, vekil, işin
gerektirdiği tüm yetkilere sahiptir. Hangi hususlarda özel yetki verilmesi
gerektiği ise HUMK md.63’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre vekil sulh olmak,
tahkim anlaşması yapmak, ibra, feragat, kabul, yemini kabul, haczin fekki, dava
konusunun kabzı hususlarında özel yetkilendirmek gerekir. Bunların dışında,
Hakimin reddi ( HUMK md.33/1), başkasına temsil yetkisi verme ( Avukatlık
K.171/3), Hakime karşı tazminat davası açılması, Anayasa Mahkemesinde dava
açmak gibi durumlarda da özel yetkilendirme gereklidir.[6] Yargıtay, bir
kararında ise vekaletname verilmeyen bir yetkinin vekil tarafından kullanılması
hukuken sonuç doğurmaz hükmüne varmıştır.[7]
Avukata verilecek olan vekaletname, HUMK md.65
uyarınca noter tarafından onaylanır.
Ancak
vekaletnamenin noter tarafından re’sen düzenlenmesi de mümkündür. Eğer dava
Sulh mahkemesinde görülecekse, HUMK md.65’e göre , vekaletnameler noterden
başka nahiye meclisi, ihtiyar heyeti veya sulh hakimi tarafından da
onaylanabilir. Bu hükmün son cümlesine göre ise, resmi dairelerin vekillerine
verilecek vekaletnamelerde ise onay söz konusu değildir. Yabancı bir ülkede
verilen vekaletnamenin Türk Konsolosluğu tarafından onaylanması gerekmektedir.
Bu takdirde, bu vekaletname, noter tarafından onaylanmış olan bir vekaletname
olarak sayılır. Vekaletnamenin tabi olduğu şekil şartı, bir dava şartı değil,
bir ispat şartıdır.
Vekaletnamenin Mahkemeye Verilmesi:
HUMK md.67’ye göre, usulüne uygun olarak
düzenlenmiş ve onaylanmış olan vekaletnamenin aslı veya örneği, vekil tarafında
mahkemeye verilmelidir. Vekaletname için öngörülmüş olan şekil şartının aksine,
vekaletnamenin dava dilekçesi ile birlikte vekil tarafından mahkemeye sunulması
zorunluluğu bir dava şartı teşkil eder. Bunun bir sonucu olarak hakim,
vekaletnamenin vekil tarafından mahkemeye sunulup sunulmadığını re’sen
araştıracaktır. Vekaletnamenin mahkemeye ibraz edilmemesi durumunda birden çok
değişik karar alınmıştır. Yargıtay, bir kararında, avukatın, vekaletnamesini
mahkemeye verememesi halinde, bir sonraki oturumda vereceğini beyan ettiği
takdirde, oturuma kabul edilmesi zorunluluğunda olunduğunu belirtirken, karşı
görüş teşkil eden diğer bir kararda ise, HUMK md.67’ye göre vekaletnamenin
aslını ve örneğini vermeyen vekilin dava açamayacağı, vekil olarak oturuma
kabul edilmeyeceği ve dava ile ilgili hiç bir görev yapamayacağı, anlaşıldığı
üzere mahkemeden bu konuda süre de istenmediği saptanmıştır.[8]
Vekaletnamesiz dava açan veya takip eden
avukat ile ilgili olarak HUMK md.67/1’de bir istisna hükmü bulunmaktadır. HUMK
md.67/1’e göre, “gecikmesinde zarar umulan hallerde mahkeme, vereceği kesin bir
süre içerisinde vekaletnamesini getirmek şartıyla vekilin dava açmasına veya
usul işlemleri yapmasına izin verebilir. Bu süre içerisinde vekaletname
verilmez veya aynı süre içerisinde asil(müvekkil), yapılan işlemleri kabul
ettiğini dilekçe ile mahkemeye bildirmezse dava açılmamış sayılır ve yapılan
işlemler hükümsüz kalır. Bu durumda vekil, oturum harcı ile diğer yargılama
giderleri ve karşı tarafın uğradığı zararları ödemeye mahkum edilir.” Örneğin,
hak düşürücü sürenin korunması veya zamanaşımının kesilmesi için müvekkil,
çeşitli iletişim araçlarıyla, vekile, dava açması için bildirimde bulunmuş
olabilir.Bu hallerde, vekil, dava açmak için vekaletnamesinin gelmesini
beklerse, hak düşürücü sürenin veya zamanaşımı süresinin geçmesi tehlikesi
vardır. Bu gibi, gecikmesi sebebiyle zarar doğabilecek hallerde, kesin bir süre
içerisinde vekaletnamesini getirmesi şartıyla vekile dava açma hakkı
tanınabilmektedir. Vekil, mahkeme tarafından kendisine verilen kesin süre
içerisinde vekaletnamesini getirir ise, dava geçerli olarak açılmış sayılır.
Şayet bu süre içerisinde vekaletnameyi mahkemeye ibraz etmez fakat müvekkili
tarafından bir dilekçe ile davanın kendi adına açılmış olduğunu kabul ettiği
konusunda bir onay verilirse, dava geçerli olarak açılmış sayılır. HUMK md.67/2
uyarınca, HUMK md.67/1’de hükme bağlanmış olan, verilen kesin süre içerisinde
vekaletnamenin mahkemeye verilmemesi vekilin kötü niyeti sonucu söz konusu
olmuş ise, vekil aleyhine ceza takibine başlanır ve disiplin cezası uygulanmak
üzere Cumhuriyet Savcılığı’na ve vekilin bağlı olduğu Baro Başkanlığı’na yazı
gönderilir. Vekaletnamenin dava dilekçesine ekli olmadığı fark edilmeksizin,
dava dilekçesi kabul edilmiş ve dava açılmış ise, bunun fark edilmesi üzerine
mahkeme, vekile, vekaletnamesini getirmesi için kesin bir süre vermelidir. Bu
süre içerisinde vekaletname mahkemeye verilmez ve müvekkil, kendi adına dava
açılmış olduğunu kabul ettiği dilekçesini mahkemeye sunmaz ise, HUMK md.67/1-2
kıyasen uygulanır ve dava açılmamış sayılır.
Davaya Vekaletin Kapsamı:
Davaya vekaletin kapsamı, kanuni kapsam olarak
HUMK md.62’de düzenlenmiştir. Davaya vekaletin bir diğer kapsamını ise, HUMK
md.63’te düzenlenmiş olan “vekile özel yetki verilmesini gerektiren işlemler”
oluşturur.Vekilin hangi işlemleri yapmak hususunda yetkisi olduğunu gösterir.
HUMK md.62’ye göre, kanuni kapsam çerçevesinde, vekil, kendisine verilmiş olan
özel veya genel bir vekaletname ile bu vekaletnemede ayrıca sayılmamış olsa
bile, kanunda sayılmış olan işlemleri yapma yetkisine sahip olur. Vekilin,
kanunda sayılmış olan işlemlerden başka işlemler yapabilmesi için ise,
kendisine bu hususta özel olarak bir yetkinin verilmiş olması gerekmektedir. Bu
sebepten ötürü, vekilin, kendisine kanun tarafından verilmiş olan bir yetkiyi
kullanabilmesi için ayrıca kendisine özel bir yetkinin verilmiş olması aranmaz.
Kendisine özel veya genel bir vekaletname verilmesi yeterlidir. Zira
kullanabileceği yetki, kendisine kanun tarafından tanınmıştır.Bu durumda vekil,
hüküm kesinleşinceye kadar davanın takibi için gerekli bütün işlemleri
yapabilir.[9] Dava açabilir, davada her türlü savunma ve iddiada bulunabilir,
delil tespiti isteyebilir, verilmiş olan kararı temyize götürebilir, üst
mahkemedeki duruşmalara katılabilir. HUMK md.62 uyarınca, vekaletname, dava
süresince yapılan bütün maddi hukuk işlemlerini kapsamaktadır. Bu sebeple
vekil, davada takas, sözleşmeden dönme gibi beyanlarda bulunabilir. Hükmün
sonuçlanması durumunda ise, vekalet ücretini, müvekkiline ödenmesine karar
verilen yargılama giderlerini tahsil edebilir. Ancak, davalının, hükmolunan
şeyin kendisini tahsil edemez. Yukarıda da belirtildiği gibi, sulh olmak,
tahkim, karşı tarafı ibra etmek, davadan feragat, davayı kabul etmek, yemini
kabul veya yeminin reddi, hükmolunan şeyi almak, haczi kaldırmak, hakimin
reddi, vekilin müvekkili için başka bir vekil tayin edebilmesi, hakimlere karşı
tazminat davası, yargılamanın iadesi talebinde bulunabilmek ve davanın
tamamında ıslah için, vekaletnamede vekile bu hususlarda özel bir yetkinin
verilmesi gerekir.Bazen de, müvekkili için oldukça önem arz eden işlemlerin
yapılması için vekiline, vekaletnamede özel bir yetki vermesi de söz konusu
olabilmektedir. Bazı görüşlere göre, vekilin, müvekkili adına boşanma davası
açması için de kendisinin bu konuda özel olarak yetkilendirilmesi
gerekmektedir.[10]
Vekil, davanın takibi sırasında,
müvekkili adına usuli işlemleri yapar.Yalnız, müvekkilin şahsına sıkı sıkıya
bağlı hakları kullanamaz.Örneğin, müvekkil adına yemin edemez.Özel yetki
verilmesi gereken hususlarda, eğer kendisine özel bir yetki verilmemişse,
müvekkili temsil edemez. Örneğin kendisine bu hususta özel bir yetki verilmemiş
olan vekil, davadan feragat edemez. Müvekkil, vekil ile birlikte duruşmada
bulunmak zorunda değildir,ancak isterse hazır bulunabilir. Bu durumda vekilin
vermiş olduğu beyanlar, müvekkil tarafından derhal reddedilmez ise, HUMK
md.69’a göre kabul edilmiş sayılır. Vekil, kural olarak müvekkilin talimatına
uymak zorundadır, ancak bu talimatı doğruluk kurallarına aykırı görürse
reddedebilir.Müvekkil, vekilin davayı takip şeklini beğenmezse onu her zaman
azledebilir.Tebligat K.md.11/1’e göre, tüm tebligatların vekile yapılması
gerekir. Bu, emredici bir hukuk kuralıdır,taraflar tersine bir hükmü aralarında
kararlaştıramazlar.
Davanın Birden Fazla Vekil İle Takibi:
HUMK md.64’te, “Davanın birden fazla
vekil ile takibi” hususu düzenlenmiştir. Müvekkil, bir davanın takibinde,
birden fazla vekile vekalet verebilir.Eğer müvekkil, davanın başlangıcında
birden fazla vekalet vermiş ise, bir sorun yoktur.Fakat dava başladıktan sonra,
aynı davada, vekalet vererek davanın takibi yetkisini verdiği vekilden başka
vekil veya vekiller de yetkilendirmek istiyorsa, bunun için davanın başında
yetkilendirdiği, yani ilk avukatın yazılı bir onayına ihtiyacı vardır. Onay
verilmez ise, ilk avukatın vekaleti kendiliğinden sona erer. Bu durumda, AK
md.172’ye göre müvekkil, birinci avukata ücretinin tamamını ödemekle
yükümlüdür. HUMK md.64’e göre, gerek başlangıçta birden fazla avukat
yetkilendirilmiş, gerekse ilk avukatın onayıyla birden fazla avukata vekalet
verilmiş olsun, bu vekillerden her biri davayı yalnız başına takip edebilir.
Tebligat K.md.11/1’e göre, tebligat birden fazla olan vekillerden sadece
birisine yapılır, diğer vekillere tebligat yapılmış olsa bile süreler, ilk
vekile yapılan tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar.
1.Davaya Vekaletin Sona Ermesi:
Davaya vekalet, iki yol ile sona
ermektedir. İlk olarak vekalet, davanın sona ermesi, başka bir ifadeyle, hükmün
kesinleşmesi ile davaya vekalet son bulmaktadır. Buna, davanın normal yolla
sona erişi de denmektedir. Fakat davaya vekalet, dava devam ederken de sona
erebilir. Dava devam ederken,vekaletin sona eriş hallerini birkaç başlık
altında incelemek mümkündür:
1.a.Vekilin İstifası:
Davaya vekalet, vekilin istifası ile son
bulur. Ancak Av. Kanunu md.41’e göre, istifasını müvekkiline tebliğ etmesinden
itibaren 15 gün süre ile vekalet görevine devam eder. Bu durum, vekil ile
müvekkili arasındaki iç ilişkiyi düzenlemektedir. Yargıtay’ın bir kararına
göre, vekaletten çekilen bir vekilin, durumu müvekkiline tebliğ edildikten
sonra, yeni bir vekaletname ibraz etmeksizin mahkemede verilen kararı temyiz
edilmesi HUMK md.67’ye aykırı görülmüştür. Çünkü HUMK md.67’ye göre, vekilin,
davaya kabul olunması için, dava dilekçesi ile birlikte vekaletnamesini mahkemeye
ibraz edilmesi gerekmektedir.Aksi takdirde dava şartı noksanlığından dava hakim
tarafından reddedilir. Vekilin istifası ile ilgili olarak düzenlenmiş diğer
hükümler ise, HUMK md.67/3 ve md.68’de düzenlenmiştir. HUMK md.67/3 c.1’e göre,
“bir tarafın vekil tutmak istemesi, vekilin azledilmesi, vekilini azletmesi,
vekilin istifa etmesi, kendisinin yahut vekilinin incelememiş bulunmaları
sebepleriyle yargılama başka bir güne bırakılamaz.” Vekilin istifa etmesi
durumunda, davaya ara verilmeyecek, istifa eden vekilin huzurunda yargılamaya
devam edilecektir. İstifa eden vekil veya müvekkili duruşmaya gelmez ise,
mahkeme, karşı tarafın talebi üzerine tahkikata veya yargılamaya gelmeyen
tarafın yokluğunda devam eder.(md.213 ve 377) veya işlemin dosyadan kaldırılmasına
karar verir; yoksa duruşmayı başka bir güne bırakmakla yetinemez.[11]
Bir tarafın vekili istifa etmiş ve
müvekkile bu durum tebliğ edilmiş ise, bu tebliğden itibaren AV kanunu
md.41’deki 15 günlük süre geçmiş olsa dahi, HUMK md.68’e göre, vekil, istifa
ettiğini dava zaptına kayıt veya tebliğ ettirmek suretiyle diğer tarafa
bildirmez ise, istifa, diğer taraf için hüküm ifade etmez. Bu durumda, vekilin
istifası mahkemeye ulaşıncaya kadar veya diğer tarafa bildirilinceye kadar
istifa etmiş olan vekile işlem yapılmaya devam edilir. Hüküm, istifa etmiş olan
vekile bildirildiği zaman, temyiz süresi hükmün vekile tebliğ edilmesinden
itibaren başlar.
1.b.Vekilin Azledilmesi:
Vekilin müvekkil tarafından azledilmesi
durumunda da, davaya vekalet sona erer.İstifada da olduğu gibi, bu durumda,
HUMK md.67/3’e göre başka bir güne bırakılamaz. Bir tarafın vekilini azlettiği
mahkemeye ve karşı tarafa bildirilmedikçe, azil mahkeme ve karşı taraf hakkında
hüküm ifade etmez yani sonuç doğurmaz. Bir taraf vekilini azletmiş ve bunu
vekiline bildirmiş olsa bile, vekilin azledildiği HUMK md.68’e göre mahkemeye
bildirilmedikçe, mahkeme ve karşı taraf için hüküm ifade etmez. Mahkeme ve
karşı taraf usul işlemlerini (azledilmiş olan) vekile karşı yapmaya devam
ederler; mesela vekil duruşmaya kabul edilir, tebligat vekile yapılır ve
süreler bu tebligat ile işlemeye başlar. Müvekkil veya yeni vekil duruşmaya
gelmemiş ise, mahkeme, karşı tarafın talebi üzerine tahkikata veya yargılamaya
gelmeyen tarafın yokluğunda devam eder veya dosyanın işlemden kaldırılmasına
karar verir.
1.c.Davaya Vekaletin Diğer Sona Eriş
Halleri:
Avukatın ölümü, meslekten veya işten
çıkarılması, işten yasaklanması veya geçici olarak iş yapamaz hale gelmesi
durumunda da vekalet ilişkisi sona erer.Müvekkilin ölümü halinde de bu ilişki
sona erecektir.Zira,BK md.397/1’e göre, “aksi sözleşmeden veya halin icabından
anlaşılmadıkça, vekalet, gerek vekilin, gerekse müvekkilin ölümü ile son
bulur.”Bu hüküm, müvekkil ile vekil arasındaki güven ilişkisinin bir
sonucudur.Şöyle ki, bu ilişkiden doğan hak ve borçlar kişiye sıkı sıkıya
bağlıdır.Müvekkilin ölümü halinde,bu husustaki iradesi ortadan
kalkmaktadır.Vekil açısından durum incelendiğinde ise, müvekkil, vekilin
şahsına bağlı olarak, belirli bir güven çerçevesinde o vekili davasını takip
etmesi için yetkilendirdiğinden, vekilin ölümü halinde de vekalet ilişkisi sona
erecektir.Fakat bir Yargıtay kararında,BK md.397/1’deki hükme uygun olarak,
müvekkil ölmüş olsa dahi, işin niteliği gereği vekalet ilişkisinin sona
ermediği belirtilmiştir[12], fakat bu, istisnai bir durumdur.Dava açıldıktan
sonra müvekkil ölürse, mahkeme, müvekkilin mirasçılarını davaya davet eder.
Vekilin veya müvekkilin iflası, vekilin veya müvekkilin fiil ehliyetini
kaybetmesi durumunda da davaya vekalet sona erer.
Vekalet Ücreti:
Vekil, vekalet hizmetine karşı belirli
bir ücret isteyebilir. Bir ücret sözleşmesi ile, bu ücretin miktarı, vekil ile
müvekkili arasında belirlenebilirken, diğer yandan HUMK md.423/6’ya göre,
yargılama giderlerinin kapsamına alınarak kanunen,bir ücret tarifesi baz
alınarak belirlenmesi de mümkündür. Müvekkil, dava dilekçesini yazmasının
karşılığında avukata ödemiş olduğu dilekçe yazma ücreti, yargılama giderlerine
dahil olduğu için, o taraf davayı kazandığı takdirde, aleyhine hüküm verilmiş
olan taraftan bu gider de talep edilir. Ücret Tarifesi md.5’e göre, davanın lehine
hüküm verildiği tarafın avukatı, tarife hükümleriyle belirli ücretin tümüne hak
kazanır. Yargılama giderleri kapsamında olan vekalet ücretinin belirlenmesinde,
müvekkil ile vekil arasındaki sözleşmede belirlenen vekalet ücreti dikkate
alınmaz, fakat istisnaen,HUMK md.421’e göre, vekil ile müvekkil arasında bir
sözleşme ile belirlenen vekalet ücreti, yargılama giderlerine dahil olan,yani
ücret tarifesi ile belirlenen vekalet ücreti olarak esas alınabilir.Örneğin,
taraflardan biri, kötü niyetli olarak, hiçbir hakkı olmamasına rağmen dava
açmış ise, mahkeme, bu tarafı, diğer yargılama giderlerinden başka, vekil ile
müvekkili arasında kararlaştırılan vekalet ücretini ödemeye mahkum edebilir.
Mahkeme, davada aleyhine hüküm verilmiş tarafı, doğrudan vekalet ücreti ödemeye
mahkum eder. Bunun için ayrıca bir talepte bulunulması gerekmez. Yargılama
gideri olan vekalet ücreti, avukatlık asgari ücret tarifesine göre
hesaplanır.Müvekkil ile vekil arasında bir sözleşme ile kararlaştırılmış olan
vekalet ücreti, asgari ücret tarifesinden az olamaz. Müvekkil ile vekil
arasında, bir sözleşme ile ücret belirlenmediği zaman da, bu ücret asgari ücret
tarifesine göre hesaplanacaktır. Davalar için hesaplanacak olan vekalet ücreti,
nispi ve maktu olarak ikiye ayrılmaktadır.
DİPNOTLAR:
[1] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul Hukuku,
s.245, Yetkin Yay.
[2] 2.HD 20.1.1998 E.1997/13242
K.1998/533
[3] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku, s.255, Yetkin Yay.
[4] 8.CD.5.11.1997 13604/15032 YKD 1998/1
s.138
[5] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku, s.256, Yetkin Yay.
[6] Alangoya,Yıldırım,Deren, Medeni Usul
Hukuku Esasları Alkım Yay. S.163
[7] 16.HD. 4.6.1996 2069/2636
[8] 15.HD.2.3.1999 98/4636-752 İst. BD
1999/ 3 S.801
[9] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku, s.266, Yetkin Yay.
[10] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku, s.266, Yetkin Yay
[11] Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul Hukuku,
s.269, Yetkin Yay
[12] HGK. 26.12.1960 gün ve 1/65 E
Yorumlar
Yorum Gönder