Lehe Temyiz Davası Üzerine Cezanın Aleyhe Değiştirilmemesi Kuralı Uyarlama Kararlarının Temyizi Halinde Geçersizdir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2006/10-124
K. 2006/165
T. 20.6.2006
• UYARLAMA KARARLARI (Temyizi Halinde Cezanın Aleyhe Değiştirilmemesi Kuralının Geçersizliği – Kuralın Hakkında Henüz Kesinleşmiş Bir Hüküm Bulunmayan ve Sanık Sıfatı Sona Ermeyenlere Tanınan Sınırlı Bir Hak Olduğu)
• ALEYHE BOZMA YASAĞI (Lehe Temyiz Davası Üzerine Cezanın Aleyhe Değiştirilmemesi Kuralının Uyarlama Kararlarının Temyizi Halinde Geçersiz Olduğu – Hakkında Kesinleşmiş ve İnfaz Yeteneği Bulunan Mahkumiyet Hükmü Verilmiş Kişilere Uygulanamayacağı)
• LEHE TEMYİZ DAVASI (Cezanın Aleyhe Değiştirilmemesi Kuralının Uyarlama Kararlarının Temyizi Halinde Geçersiz Olduğu – Kuralın Hakkında Henüz Kesinleşmiş Bir Hüküm Bulunmayan ve Sanık Sıfatı Sona Ermeyenlere Tanınan Sınırlı Bir Hak Olduğu)
• LEHE YASA UYGULAMASI (Uyarlama Yargılamasında Hükümlünün Aleyhe Bozma Yasağından Yararlanamayacağı – “Hükümlüyü” “Sanığa” Kıyaslamanın Doğru ve Olanaklı Bulunmadığı/Kuraldan Sanık Sıfatı Sona Ermeyenlerin Yararlanabileceği)
• CEZA YARGILAMASINDA KIYASIN GEÇERLİLİĞİ İLKESİ (Dayanılarak Hükümlülere de Teşmil Olunamayacak Kural – Lehe Temyiz Davası Üzerine Cezanın Aleyhe Değiştirilmemesi Kuralının Uyarlama Kararlarının Temyizi Halinde Geçersiz Olduğu)
• CEZANIN ALEYHE DEĞİŞTİRİLMEMESİ KURALI (Uyarlama Kararlarının Temyizi Halinde Geçersiz Olduğu – Hakkında Kesinleşmiş ve İnfaz Yeteneği Bulunan Mahkumiyet Hükmü Verilmiş Kişilere Uygulanamayacağı)
ÖZET : CYUY’nın 326/son maddesinde belirtilen, lehe temyiz davası üzerine cezanın aleyhe değiştirilmemesi kuralı uyarlama kararlarının temyizi halinde geçersizdir.
Bu kuralın düzenlendiği fıkrada; “Hüküm yalnız
sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede
gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki
hükümle tâyin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” hükmüne yer verilmiştir.
Görüleceği üzere, bu ilke sanıklar yönünden kabul edilmiştir. Sanık, hakkında
henüz kesinleşmiş bir hüküm bulunmayan kişidir. Halbuki uyarlama yargılaması,
hakkında kesinleşmiş ve infaz yeteneği bulunan bir mahkumiyet hükmü verilmiş
kişilerle, başka deyişle hükümlülerle ilgilidir. Yasadaki mevcut düzenleme
karşısında, bu prensibin yorum ve kıyas yöntemiyle genişletilmesi mümkün
değildir ve hükümlüler bakımından uygulanamaz
Bu atıfet Yasa Koyucu tarafından, sadece sanık
sıfatı henüz sona ermeyenlere tanınan bir sınırlı haktır. Bu niteliği nedeniyle
de genişletilmeye elverişli olmayan istisnai haklar cümlesindendir.
Bu nedenle Yasa Koyucu”nun iradesi dışında bir
genişletmeye konu edilmesi, “ceza yargılaması hukukunda kıyasın geçerliliği
ilkesi”ne dayanılarak hükümlülere de teşmil olunması ve böylece suçunun sübutu
kesinleşen ve hakkındaki mahkumiyet kararı kamunun takibine tevdi edilenlerin
de, sadece lehteki yasa kapsamından değil ve fakat yeni hatalı uygulamalardan
da yararlanabilir duruma kavuşturulması hak ve adalet ölçüleriyle
bağdaşmayacak, ceza hukukunun toplum yararı ve düzenini sağlama hedefiyle de
çelişecektir.
Açıklanan nedenlerle, “hükümlüyü” “sanığa”
kıyaslamanın doğru ve olanaklı bulunmadığını ve sonradan yürürlüğe giren lehteki
yasa nedeniyle yapılan uyarlama yargılamasında, aleyhe bozma yasağından
yararlanmasının, Yasa Koyucu”nun amacıyla ve bu amaç doğrultusunda oluşan
Yargıtay içtihatlarıyla bağdaşmayacağını kabullenmek icap eder.
DAVA : Jak’ın eroin ticareti
suçundan dolayı 765 sayılı TCY’nm 403/5-6, 59 ve 81/2. maddeleri uyarınca 7
sene 9 ay 10 gün ağır hapis ve 1.526.333 lira ağır para cezasıyla
cezalandırılmasına, hakkında TCY’nın 31 ve 33. maddelerinin uygulanmasına,
emanette kayıtlı uyuşturucu maddelerin TCY’nın 36. maddesi gereğince
müsaderesine ilişkin B… Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nden verilen 03.12.1988 gün
ve 132-324 sayılı hükmün kesinleşmesinden ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın
yürürlüğe girmesinden sonra B… C.Başsavcılığı tarafından lehe yasanın saptanarak
uygulanması istemi ile başvuruda bulunulması nedeniyle B… Birinci Ağır Ceza
Mahkemesi’nce evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda 12.09.2005 gün ve 313-256
sayı ile; eylemden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasa hükümlerinin daha
lehe sonuç doğurduğu kabul edilmek suretiyle, Jak’ın uyuşturucu madde satmak
suçundan 5237 sayılı TCY’nın 188/3-4 ve 62. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis
ve 1 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Yasa’nın 53.
maddesinin a, b, c, d ve e bentlerinde belirtilen haklarından cezanın infazı
tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, uyuşturucu maddenin 5237 sayılı
TCY’nın 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir.
Hükümlü tarafından temyiz yoluna başvurulması
üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Onuncu Ceza Dairesi 01.03.2006 gün ve
20009-3119 sayı ile;
( … 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve
Uygulama Şekil Hakkında Kanun’un 9/3. maddesine aykırı olarak; para cezasının,
5237 sayılı Kanun’un 52. maddesi uyarınca belirlenecek tam gün sayısının, bir gün
karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle tayini yerine,
765 sayılı TCK’nın 403 ve 19. maddeleri uyarınca belirlenmesi suretiyle, önceki
ve sonraki Kanunlar birlikte uygulanarak karma uygulama yapılmış ise de, sonuç
adli para cezasının, miktar itibariyle sanığın lehine olması karşısında, temyiz
edenin sıfatına göre, bozma nedeni yapılmamıştır.
Dosya içeriğine göre araştırma ve incelemeyi
gerektiren başka neden bulunmaması, hükmün kurulması sırasında öngörülen
cezanın alt sınırdan tayin edilmesi, artırım ve indirim nedenlerinin
uygulanmasında sabit ve lehe oranların uygulanması, kararın içeriği itibariyle
5237 sayılı TCK’nın lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği haller
içinde bulunması ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli
Hakkında Kanun’un 9/1. maddesi hükmüne uygun olarak karar verilmiş bulunması
karşısında, tebliğnamedeki duruşma açılmaksızın karar verilmesi nedeniyle
hükmün bozulması yönündeki bozma nedenine iştirak edilmemiştir.
Yargılama sürecinin kanuna uygun olarak
yapıldığı; eyleme uyan suç tipi İle artırma ve indirme nedenlerinin
tartışılarak cezanın doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, hükümlünün
yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme aykırı olarak
onanmasına… ( karar vermiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 07.04.2006 gün ve
183335 sayı ile;
( … 1-… Hükümlünün, uyuşturucu madde ( eroin (
ticareti yapmak suçunu oluşturan ey/emine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın
188/3-4 ve 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 403/5-6. maddelerindeki suç
unsurlarında değişiklik bulunmamaktadır. Ancak hapis cezalarının süresi ile
para cezalarının miktarları ve uyuşturucunun eroin olması nedeniyle artırım
oranları yönünden farklılıklar olup 188/3. maddesinin ” ( 3 ( Uyuşturucu veya uyarıcı
maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz
eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul
eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne
kadar adil para cezası ile cezalandırılır.”hükmü uyarınca, uyarlama kararında,
765 sayılı Yasa’dan farklı olarak oluşturulan bu alt ve üst sınır arasında
mahkemenin takdir hakkını kullanıp bireyselleştirme yaparak para cezasının
belirlenmesi gerektiğine göre; 5252 sayılı Yasa’n/n 9/1. maddesinin kapsamı
dışında kalacağı anlaşılan uygulama nedeniyle duruşma yapılarak karar
verilmelidir.
2- İnfaz aşamasında duruşma açılarak ya da
açılmaksızın verilen uyarlama kararları, hükümlü lehine kazanılmış hak
oluşturmaz… ( görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire onama
kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesini
talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı’na
gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup
düşünüldü:
KARAR : Hükümlü Jak’ın eroin
ticareti suçundan dolayı 765 sayılı TCY’nın 403/5-6, 59 ve 81/2. maddeleri
uyarınca 7 sene 9 ay 10 gün ağır hapis ve 1.526.333 lira ağır para cezasıyla
cezalandırılmasına ilişkin hükmün kesinleşmesinden ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın
yürürlüğe girmesinden sonra lehe yasanın saptanıp yeniden bir hüküm kurulması
yolundaki başvuru nedeniyle evrak üzerinde inceleme yapan Yerel Mahkeme, 5237
sayılı TCY’nın daha lehe sonuç doğurduğunu kabul etmek suretiyle hükümlü
hakkındaki cezanın değiştirilmesine, hükümlünün 5237 sayılı Yasa’nın 188/3-4 ve
62. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis ve 1 YTL adli para cezası ile
cezalandırılmasına karar vermiştir.
Hükümlünün temyiz yoluna başvurması üzerine Özel
Daire, hürriyeti bağlayıcı cezanın 5237 sayılı Yasa, adli para cezasının 765
sayılı Yasa hükümlerine göre verilmesi suretiyle karma uygulama yapılmasını
isabetsiz bulmuş ise de, sonuç adli para cezasının miktar itibarıyla sanığın
lehine olması karşısında, bu aykırılığı temyiz edenin sıfatına göre bozma
nedeni saymayıp eleştiri konusu yapmış, ayrıca uyarlama hükmünün evrak üzerinde
inceleme gerçekleştirilerek verilmesi uygulamasını da yerinde görüp hükmü
onamıştır.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise, somut olaydaki
uyarlama yargılamasının duruşma açılarak yapılması gerektiğini, ayrıca, “lehe
temyiz davasında cezanın aleyhe değiştirilmemesi ilkesi’nin uyarlama
yargılamasında verilen kararlar bakımından geçerli olmadığını ileri sürerek
itiraz yoluna başvurmuştur.
Görüldüğü üzere, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı
arasındaki uyuşmazlıklar;
1- Somut olaydaki uyarlama yargılamasının evrak
üzerinden yapılmasının mümkün olup olmadığı,
2- 1412 sayılı CYUY’nın 326/son maddesinde
öngörülen “lehe temyiz davasında cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin,
uyarlama yargılaması sonunda verilen kararlar bakımından da geçerli olup
olmadığına ilişkindir.
Uyuşmazlık konusu hukuki sorunları sırasıyla
inceleyecek olursak;
1- 5252 sayılı Türk Ceza Yasası’nın Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul”
başlıklı 9. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki
kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların
birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.”denilmiş, böylelikle,
lehe yasanın saptanmasında başvurulacak yöntem düzenlenmiştir.
Bu hüküm uyarınca, sonradan yürürlüğe giren 5237
sayılı Türk Ceza Yasası’nın, önceden kesin yargı haline gelmiş olan ve 765
sayılı Türk Ceza Yasası’na göre kurulmuş bulunan bir hükümde değişiklik
yapılmasını gerektirip gerektirmediğini saptamak ve gerektiğinde yeni bir hüküm
kurmakla i sınırlı uyarlama yargılaması, önceki hükümde sabit kabul edilen
olaya, önceki ve sonraki Ceza Yasalarının ilgili tüm hükümlerinin birbirlerine
karıştırılmaksızın uygulanmasını ve her iki yasaya göre ayrı ayrı sonuçlar
belirlenmesini gerektirmektedir.
Bu belirleme, herhangi bir inceleme, araştırma,
kanıt tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmeyen; eylemin suç
olmaktan çıkarılması, ceza sorumluluğunun kaldırılması ya da önceki hükümle
belirlenen cezanın bir değerlendirme ve takdiri gerektirmemesi gibi hallerde,
evrak üzerinde yapılabilecektir.
Ancak; sonraki yasa ile suçun unsurlarının veya
özel hallerinin değiştirilmiş olması, cezanın, 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesi
gözetilerek tayin ve takdirinin gerekmesi, artırım ve indirim oranlarının
belirlenmesinin takdiri gerektirmesi, seçimlik cezalardan birinin tercihinin
söz konusu olması, seçenek yaptırımların ya da cezanın kişiselleştirilmesini
gerektiren hallerin değerlendirilmesinin gerekmesi gibi durumlarda, duruşma
açılarak değerlendirme yapılmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde,
Hükümlünün sabit eylemi uyuşturucu maddelerden
eroin satışı yapmaktır. Bu eylemin yaptırımı 765 sayılı TCY’nın 403. maddesinin
5. fıkrasında 4 yıldan 10 yıla kadar ağır hapis ve uyuşturucu maddenin her gram
ve küsuru için ellibin lira ağır para cezası olarak saptanmış, 6. fıkrasında da
uyuşturucu maddenin eroin olması, cezanın bir misli artırılmasını gerektiren
bir ağırlatıcı neden olarak düzenlenmiştir. Bu suç, benzer unsurlarla 5237
sayılı TCY’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında da düzenlenmiş ise de, yaptırımı 5
yıldan 15 yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası olarak
öngörülmüş, 4. fıkrada ise suça konu uyuşturucunun eroin olması, cezanın yarı
oranında artırılmasını gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir. Önceki ve
sonraki yasalarda cezaların aşağı ve yukarı hadlerinin birbirinden çok farklı
süreler olarak saptanmış bulunması, uyuşturucunun cinsinden dolayı yapılacak
artırım oranlarının da farklı misillerle belirlenmiş olması karşısında, somut
olayda cezanın 5237 sayılı TCY’nın 61. maddesindeki ölçütler de gözetilerek
tayin ve takdiri gerekmektedir. O halde, lehe yasanın saptanması ve sonuç
cezanın belirlenmesi işlemlerinin, duruşma açılıp, davanın diğer süjelerinin de
takdirin belirlenmesi ve kullanılması sürecine katkıları sağlanmak suretiyle
gerçekleştirilmesi gerekir. Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığının bu hususa
ilişen itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden A.
Kınacı;
“1- 5252 sayılı Kanun ‘un 9. maddesinin birinci
fıkrasına göre, “1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili
olarak, Türk Ceza Kanunu’nun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği
hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir”
2- 5252 sayılı Kanun ‘un 9. maddesi kapsamında,
lehe yasanih belirlenmesi ve sonraki yasa lehe ise bu yasaya göre uyarlama
hükmü kurulması için hangi durumlarda duruşma yapılması gerektiği Yargıtay Ceza
Genel Kurulu’nun 27.12.2005 tarih ve 162-173 sayılı kararında ayrıntılı olarak
belirtilmiş ve özet olarak “lehe yasanın saptanıp uygulanması, herhangi bir
inceleme ve araştırma yapılmasını, kanıt toplanmasını, takdir hakkının
kullanılmasını gerektiriyorsa ya da cezanın kişiselleştirilmesine ilişkin bir
hükmün uygulanması olanağı sonraki yasa ile doğmuşsa, hükümde değişiklik
yargılamasının duruşmalı yapılması zorunludur. Evrak üzerinde ince/eme
yapılabilmesi ise ancak belirtilen haller dışında söz konusu olabilecektir.”
denmiştir. Aynı kararda takdir hakkının
kullanılması “cezanın yasada öngörülen sınınn üzerinde belirlenmesi halinde
takdir hakkının kullanılması söz konusu olacaktır ki, bu durumda, yargılamanın
diğer süjelerinin de yargıcın takdir hakkını kullanması sürecine görüşleriyle
ve gerektiğinde kanıt sunarak katkıda bulunmaları sağlanmalıdır” biçiminde
agklanmıştır. Başka bir anlatımla, uyarlama sonucu hüküm kurulurken; temel ceza
alt sınırdan saptanmış, artırma ve İndirim omnları hükümlünün en lehine olarak
uygulanmış ise duruşma yapılmasına gerek yoktur.
3- İtiraza konu olan uyarlama hükmünü bu açlardan
incelemek gerekir:
a ( İtiraza konu olan uyarlama hükmü kurulurken;
aa ( Temel hapis cezası alt sınırdan
belirlenmiştir,
bb ( Temel para cezası 765 sayılı TCK’ya göre
tayin edilerek karma uygulama yapılmış ise de, belirlenen miktar 5237 sayılı
TCK’nın 188/3 ve 52. maddeleri uyarınca alt sınırdan belirlenecek miktarın ( 5
gün x 20 YTL * 100 YTL’nin ( çok altındadır.
cc ( Hapis cezası maktu olan oran üzerinden (
yarı oranda ( artırılmıştır.
dd ( Para cezası ise, maktu olan yarı oranda
artırılması gerekirken, eksik artırılmıştır.
ee ( Takdiri indirim yapılırken sanık lehine
olarak üst sınırdan indirim yapılmıştır.
Buna göre; temel cezanın belirlenmesi sırasında
teşdit uygulanmamış; artırma ve indirim yapılırken hep sanığın en lehine olacak
şekilde hareket edilmiştir.
b ( Araştırmayı ve kanıt toplanmasını gerektiren
bir durum bulunmamaktadır.
c ( Bu açıklamalara göre; uyarlama yargılamasının
duruşmalı olarak yapılmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, itirazın
reddi gerekir.
4- 5237 sayılı TCK’da temel cezanın alt ve üst
sınırlar arasında gösterilmesi durumunda, uyarlama hükmü kurulurken alt
sınırdan ceza belirlenmiş olsa bile duruşma yapılmasının zorunlu olduğuna
ilişkin görüşün kabul edilmesi mümkün değildir. 5237 sayılı TCK’da yer alan tüm
suçlar için öngörülen temel cezalar alt ve üst sınırlar arasında
düzenlendiğinden, bu görüşün benimsenmesi 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesinin (
1 ( ve ( 2 ( numaralı fıkralarının uygulanmasını olanaksız kılacağı gibi Ceza
Genel Kurulu’nun sözü edilen kararı ile de çelişecektir, “görüşü ile,
Diğer 7 Kurul üyesi ise; “Dosya içeriğine göre
araştırma ve incelemeyi gerektiren başka neden bulunmaması, hükmün kurulması
sırasında öngörülen cezanın alt sınırdan tayin edilmesi, artırım ve indirim
nedenlerinin uygulanmasında sabit ve lehe oranların uygulanması, kararın,
içeriği itibariyle 5237 sayılı TCY’nın lehe olan hükümlerinin derhal
uygulanabileceği haller içinde bulunması ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’nın 9/1. maddesi hükmüne uygun olarak
karar verilmiş bulunması karşısında, uyarlama yargılamasının evrak üzerinde
gerçekleştirilebileceği, duruşma açılmasının gerekmediği, Yargıtay
C.Başsavcılığının bu hususa yönelen itirazının reddi gerektiği”‘görüşüyle karşı
oy kullanmışlardır.
2- “Lehe temyiz davasında cezanın aleyhe
değiştirilmemesi” ilkesinin, uyarlama yargılamasında verilen kararlar
bakımından da geçerli olup olmadığı sorununa gelince;
Bu konuda sağlıklı bir hukuki çözüme
ulaşılabilmesi için öncelikle, kesinleşmiş hükümlerde lehe yasanın uygulanması
için yapılan yargılamanın niteliğinin belirlenmesi, ardından da “lehe temyiz
davasında cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin tanımlaması yapılıp, iç
hukukumuzdaki düzenlemesi ve evrensel ceza yargılamasındaki uygulamasının
incelenmesi, ceza yargılamasının hangi aşamalarında uygulanabileceğinin
irdelenmesi gerekir.
Ceza yasalarının zaman bakımından uygulanmasına
ilişkin kurallar, 1 Haziran 2006 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 sayılı
Türk Ceza Yasası’nın “Zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesinde, aynı
tarihte yürürlükten kalkmış olan 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 2. maddesine
benzer biçimde düzenlenmiştir.
Her iki düzenlemede de, maddi ceza hukukuna
ilişkin kuralların yürürlüğe girdiği andan itibaren işlenen suçlara
uygulanmasını öngören ve ceza hukukunun en önemli ilkelerinden olan, “ileriye
etkili olma prensibi”ne ve ayrıca bu ilkenin istisnasını oluşturan, fail lehine
yasanın geçmişe etkili olrnası, kısaca “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe
yürürlük” ilkesine yer verilmiştir. Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe
giren ve fail lehine hüküm içeren yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate
alınmalı, uygulanmalıdır. Hemen belirtilmelidir ki, sonradan yürürlüğe giren
yasanın, suçun unsurlarını değiştirmesi, suça etkili halleri yeniden
düzenlemesi, ceza miktarlarını öncekinden farklı alt ve üst sınırlar arasında belirlemesi
gibi nedenlerle, önceki suç bakımından doğurduğu farklı ve lehe sonucun bir
mahkeme kararı ile saptanması gerekir. Bu durumda, “kesinleşmiş mahkumiyet
hükmünde değişiklik yargılaması”veya kısaca “uyarlama yargılaması”
denilebilecek bir yargıjama faaliyetine ihtiyaç vardır. Asli veya tali her
yargılama faaliyeti gibi bu yargıjama da bir davanın varlığını gerektirir.
Önceleri hukukumuzda, kesinleşmiş mahkumiyet
hükmünde değişiklik yargılamasını düzenleyen bir pozitif hukuk normu
bulunmadığından bu yargılama yerleşik yargısal kararlar doğrultusunda, 1412
sayılı CYUY’nın mahkumiyet hükmünün yorumunda doğan tereddüdün giderilmesi için
mahkemeden karar istenmesi yöntemini düzenleyen 402. maddesi kıyasen uygulanmak
suretiyle gerçekleştirilmekteydi. Bilahare 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe
giren 5252 sayılı Türk Ceza Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Yasa’nın 9. maddesi ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Yasa’nın 98 vd. maddelerinde, lehe yasanın saptanmadı ve uygulanmasında
başvurulacak yargılama yöntemiyle ilgili ayrıntılı hükümler getirilmiştir.
Bunlardan, 5252 sayılı Türk Ceza Yasası’nın
Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’nın “Lehe olan hükümlerin
uygulanmasında usul” başlıklı 9. maddesinin 1. fıkrası;
A ( Sadece 1 Haziran 2005 tarihinden önce
kesinleşmiş mahkumiyet hükümlerinde ve
B ( Münhasıran 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın
yürürlükten kalkması, yerine 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğe girmesi
nedeniyle hükümde bir değişiklik yapılması gerektiğinde uygulanabilecektir. Bu
iki koşulun birden gerçekleşmediği durumlarda ise, kesinleşmiş mahkumiyet
hükmünde değişiklik yargılaması 5275 sayılı Yasa’nın 98. maddesine göre
gerçekleştirilecektir.
Bu yargılamanın temel özelliği, tali yargılama
olmasıdır. Bu bağlamda, sonraki yasanın lehe sonuç doğurup doğurmadığının
saptanması, lehe ise uygulanması ile sınırlı, kendine özgü bir yargılamadır. Bu
tali yargılamada, asli ceza yargılaması sürecinde kesinleşmiş bulunan önceki
kararın dışına çıkılamayacak, oradaki suça konu sabit eyleme uygulanması
olanağı bulunan yeni yasadaki hükümler bütünüyle tatbik olunduktan sonra yeni
yasanın lehe sonuç doğurduğunun saptanması halinde, hükümlünün bu sonuçtan
faydalanması için, infaza konu olabilecek nitelikte bir hüküm kurulmasıyla
yetinilecektir.
Bu özellikleri itibariyle uyarlama
yargılamasında, asıl ceza yargılamasının esasları ancak zorunlu olduğu ölçüde
uygulanacaktır; genel yargılama kurallarının bütünüyle uygulanması söz konusu
değildir. Nitekim, sanığın sorguya çekilmesi, gelmeyen sanık hakkında duruşmaya
devam olunamaması, sanığın beraberinde getireceği tanıkların dinlenmesinin
zorunlu olması gibi bir çok kural, hükümlüler hakkında uygulanmayabilecektir.
Keza uyarlama yargılamasında, esas itibariyle yargılamanın yenilenmesine konu
olabilecek biçimde yeni kanıt ileriye sürülmesi ve toplanması da mümkün
olmadığından, olay yargılamasının zorunlu olduğu durumlar dışında sübut sorunu
da çözümlenemeyecek, sadece hukuki değerlendirme yapılabilecektir.
Görüldüğü gibi, “kesinleşmiş mahkumiyet hükmünde
değişiklik yargılaması”, asıl ceza yargılamasının bütünüyle sonuçlanıp hükmün
kesinleşmesinden sonra, ancak infazından önce yürürlüğe giren bir ceza
yasasının, kesinleşmiş mahkumiyet hükmüne, dolayısıyla infaza etkisi bulunup bulunmadığının
saptanmasına ilişkin tali bir yargılama faaliyetidir. Hükmün infazı söz konusu
değilse, böyle bir yargılama faaliyetine de ihtiyaç olmayacaktır. O nedenle,
infaz aşamasında verilen bu kararlar, infazı ilgilendiren ve etkileyen, başka
deyişle infaza ilişkin kararlardır. Tali yargılamada verilen bu kararlara karşı
temyiz yasa yoluna başvurulabilmesi, bunların infaza ilişkin olma niteliklerini
değiştirmez.
Mahkumiyet hükmünde değişiklik yargılamasının
infaza ilişkin tali bir yargılama faaliyeti olduğunu bu şekilde ortaya
koyduktan sonra, “cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesini inceleyecek olursak;
“Reformatio in pejus” olarak adlandırılan ve
doktrinde “cezayı alâyhe değiştirmeme ilkesi” veya “aleyhte düzeltme yasağı”
gibi kavramlarla İfade edilen ilkenin amacı; hükmün aleyhe de bozulabileceğini
düşünen sanığın, bazı olaylarda Yargıtay’a başvurmaktan çekinmesinin önüne
geçmek, yasa ydluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Bu kural, Yasamızda şu şekilde ifade edilmiştir;
“Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291.
maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm,
evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz.” ( 1412 s. CYUY
326/4 ( Ceza yargılamasına ilişkin yasalarda böyle bir kurala ihtiyaç bulunup
bulunmadığı hususu öğretide oldukça tartışmalıdır. Bu kuralın kaldırılmasını
isteyenler olduğu gibi, korunmasını uygun bulanlar da vardır.
Kuralın muhafazasından yana olanların düşüncesi
şu gerekçelere dayanmaktadır:
a ( Vicahllik: Cezayı aleyhe değiştirme yasağı
kendi başına açıklanamaz. Esasen bu yasağı yargılama hukukunun bazı
prensiplerinden çıkarmak gerekir. Ceza Yargılama Hukuku’nda “vicahilik
prensibi” esastır. Sanık, aleyhinde olan hususlar bakımından “savunma”sını
bildirmek hakkına sahiptir. Şayet cezayı aleyhe değiştirme yasağı olmazsa,
savunması alınmaksızın ( diyalektik bozularak ( sanık aleyhine bir karar
verilmiş olacaktır.
b ( Talep dışı karar: Ceza davasını, hukuk
davasına benzeten bir anlayışa göre, yalnız sanığın temyiz yoluna başvurmuş
olmasına karşın hükmün aleyhine bozulması davacı kişinin lehine, istemi
olmadığı halde bir karar verilmesi anlamına gelmiş olacaktır.
e ( Yasa yolundan beklenen fayda: İlgilinin
beklediği bir faydanın mevcut olması yasa yoluna başvurmanın önşartı olmasına
nazaran hükmün aleyhe bozulması bu şartın gerçekleşmediğini, dolayısıyla
kararın aleyhe bozulamayacağını gösterir.
Kuralın kaldırılması ve yasa yoluna başvuranın
kim olduğuna bakılmaksızın hükmün sanık lehine de aleyhine de bozulması
olanağının benimsenmesini önerenlerin dayandıkları esaslar ise şunlardır:
a ( Yasal iradeye aykırılık: Cezayı aleyhe
değiştirmeme kuralı, sonuçta yasaya karşı gelmektedir; Ceza Hukukunun normal
yönü yasal isteğin, somut olaylarda gerçekleşmesidir. Sonucu aleyhe
değiştirmeme zorunlu olunca, suç-ceza-sorumluluk gibi kavramlar arasında
yasanın benimsediği denge bozulmuş olacaktır. Bu suretle, yargılama hukukunda
kabul edilen bir kural, Ceza Hukukunda mevcut diğer bir kuralı etkisiz hale
getirmiş olmaktadır.
b ( Görevin sınırlandırılması: Gördüğü hataya
rağmen kararı bozamamak, üst mahkemenin görevini daraltmış olur ve suçlar
arasında fark görmeyen, bir çeşit “yasal azaltıcı” sebep meydana gelir.
Yargılama Yasasından kaynaklanan azaltıcı neden izahsızdır.
c ( Usulün bütünlüğünün bozulması: Cezayı aleyhe
değiştirmemek, diğer bazı kurallara ters düşmektedir. “Suç niteliğinde
değişiklik” uyarısı yapılarak ilk suçlamadan daha ağır bir ceza verilebilmesi
olanağı ( 1412 s. CYUY m. 258; 5271 s. CYY m. 226 ( vardır. O halde, neden
aleyhe de bozma olanağı kaldırılmaktadır. ( Faruk Erem, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu ( Şerh ( , Ankara, 1996, s. 753 vd. (
Mukayeseli hukuk açısından bakıldığında ise,
Almanya’da mehazımız olan 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası
gerek istinafta ( 331 ( , gerek temyizde ( 358 ( ve gerek muhakemenin iadesinde
( 373 ( lehte müracaatta aleyhte düzeltmeyi kabul etmemişti. Fakat 28 Haziran
1935 tarihli tadilden sonra her üç halde de aleyhte düzeltmeye cevaz verilmiştir.
İngiltere’de bu yasak 1907 tarihli İstinaf Mahkemeleri Yasası ile kaldırılmış
bulunmaktadır. İtalya’da da eski Yargılama Yasası hem temyizde hem istinafta
aleyhte düzeltme yasağını kabul etmişken bugün ancak istinafta bu yasak vardır.
( Nurullah Kunter, Aleyhte Düzeltme Yasağı, İÜHFM., İstanbul-1952, C. XVIII, S.
3-4, s. 665 (
Görüldüğü gibi, “Cezayı aleyhe değiştirmeme”
ilkesinin gerekliliği doktrinde tartışmalıdır. Mukayeseli hukuk açısından ise,
genel kabul görmüş ve çeşitli ülkelerce pozitif hukuk normu haline getirilmiş
bir ilke olduğu, başka deyişle, yerleşmiş evrensel hukuk ilkelerinden biri
olduğu söylenemez.
“Cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesinin,
mahkumiyet hükmünde değişiklik yargılaması sonucunda verilen kararların temyizi
halinde de uygulanıp uygulanamayacağı sorunu, öğretide ve bilimsel eserlerde
henüz geniş kapsamlı tartışılmamış olması nedeniyle, çeşitli üniversitelerde
görevli bilim adamlarımızın düşünceleri sorulmuştur. Yanıtların sonuç bölümünde
özetle;
Prof. Dr. Erdener Yurtcan; “Türk uygulamasının
‘kazanılmış hak’, doktrinin ise Yeformatio in pejus yasağı’ olarak adlandırdığı
kavram, temel bir amaç taşır. Bu amaç şudur: Yalnızca sanık ya da sanık lehine
temyiz başvurularında, sonraki mahkumiyet sonucu, öncekinden ağır olamat Bu sonuç,
kendisi için lehte sonuçların yaratılması amacı güdülen bir ortamda, yasa
yoluna başvuran kişiyi bir sürprizle karşı karşıya bırakmamak düşüncesine
dayanır.
Amaç dikkate alınarak, sorunun cevabı kanımca
şöyle olmalıdır: CYY’da bugün için de yer alan kural, uyarlama yargılamasında
da uygulanacaktır. Açıklık getirmek bakımından söylemek gerekirse, bu kuralın
uygulanması için yasada öngörülen koşullar söz konusu olduğunda, yapılan
yargılama uyailama yargılaması olsa da sonuç değişmemek gerekir.
Bu konunun çekirdek noktasını aleyhte temyiz
istemi olmkması oluşturduğuna göre, bu tür bir istem söz konusu olduğunda, bu
kural zaten işlemez. Daha ince bir tahlilde şu noktalar kanımca öne çıkar:
Uyarlama yargılaması sonucu, lehte hüküm ortaya çıkarılacaktır. Temel amaç
budur. Bu hüküm, önceki ve sonraki yasanın karşılaştırılması ile tesis
edilecektir. Yeni yasa lehte olduğunda, önceki hüküm buna göre
değiştirilecektir. Bu konuda temyiz devreye girdiğinde, aleyhte temyiz yoksa,
sorunu çözmek kolaydır. Sonuçta, sanık lehine olacak hüküm, önceki hükümden
daha hafif, olan hükümdür.
Aleyhte temyiz olduğunda, lehte olan hüküm
bulunacaktır ve sanık için uygulanacaktır. Bu konu temyiz yolunda
tartışıldığında, esas mahkemesinin hükmü sanık aleyhine bozulabllecektir.
Ancak, bu konu da bir temel mupaklık taşır. Yeni hüküm, sanık lehine olmalıdır.
Aksi takdirde, lehte hükmün bulunması sonucu bertaraf edilmiş olur ki, uyarlama
yargılamasının amacı bu değildir.”
Prof. Dr. Bahri Öztürk; “Hüküm yalnız sanık
tarafından veya onun lehine savcı veya kanuni mümessil veya sanığın eşi
tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin
edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz. ( CYUY m. 326/son; CYY m. 307/4 ( Bu
durum aleyhe bozma yasağı veya reformatio in pej’us yasağı olarak anılmaktadır.
Bu hukuk kuralı, istisnai bir yol olan uyarlama yargılamasında evleviyetle
geçerlidir.”
Doç. Dr. Veli Özer Özbek; “Uyarlama yargılaması
sırasında yeni bir yargılama yapıldığına ve bu yeni yargılama da temyiz
incelemesine tabi bulunduğuna göre, aleyhe bozma yasağının bu yargılama için de
geçerli olduğu söylenebilir.”
Prof. Dr. Cumhur Şahin ve Doç. Dr. İzzet Özgenç;
“… Lehe yasanın tespiti amacıyla yapılan uyarlama yargılaması, kesinleşmiş
hükmün yeni kanuni düzenleme karşısındaki durumunun belirlenmesi ve yeni
düzenlemenin lehe olması halinde buna göre hüküm tesisi ile sınırlı ve istisnai
bir yargılamadır. Başka bir deyişle, uyarlama yargılamasında, ancak zorunlu
olduğu ölçüde genel yargılama esasları uygulanacaktır. Bu nedenle, ilk kez veya
bozma üzerine bir yargılama yapıldığında gerekli ve geçerli olan bütün usul ve
esaslar bu yargılamada aranmayacaktır. Kesinleşmiş hükümle ilgili uyarlama
yargılamasında, yargılamanın yenilenmesine konu olacak şekilde yeni delil ileri
sürülmesi veya yeniden delil toplanması mümkün olmadığı gibi, bu anlama
gelebilecek İnceleme ve araştırma da yapılamaz. Uyarlama yargılaması, esasa
ilişkin bir değerlendirme ve incelemeye imkân vermez; sadece hukuki
değerlendirme yapılabilir. Ancak, bir fiilin süç oluşturması için yeni yasada
ilâve unsurların veya koşulların gerçekleşmesi aranıyorsa, bunların gerçekleşip
gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. … Genel ve olağan bir
yargılamanın sonucu olan ‘aleyhe cezayı artırma yasağı’nın, istisnai ve sınırlı
bir yargılama olan uyarlama yargılamasında geçerli sayılması mümkün değildir.
Yeni yasanın lehe olduğu gerekçesiyle verilen yeni hüküm sadece hükümlü veya
yasada gösterilen kişiler tarafından onun lehine olarak temyiz edilmiş olsa
dahi, uyarlama yargılamasının yerindeliği ile sınırlı olan temyiz incelemesi
sonucunda, herhangi bir sınırlama olmaksızın hükmün bozulması mümkündür. Bu
durumda elbette, yeni yasanın, kesinleşmiş olan önceki hükümde saptanan sonuç
cezadan daha ağır sonuç doğuracak şekilde uygulanması söz konusu olamayacaktır.
Böyle bir ihtimalde, artık yeni yasa değil, eski yasaya göre verilmiş ve
kesinleşmiş bir hüküm lehe olacaktır…”
Doç. Dr. Metin Feyzioğlu ise; “… CMUK’nun 326/4.
maddesinde “sanıktan söz edilmektedir. Oysa uyarlama yargılamasında sanık
değil, hükümlü vardır. Kararı temyiz eden veya karar lehine temyiz edilen de
sanık değil, hükümlüdür. Öyleyse buradaki sorun, CMUK’nun 326/4. maddesinin
kıyasen hükümlüler açısından uygulanıp uygulanmayacağıdır. Sanık suçsuzluk
karinesinden yararlanır. Dolayısıyla, suçlu olduğu kesin hükümle sabit plana
kadar suçsuz kabul edilir. 326/4. madde, hakkındaki hüküm kesinleşinceye kadar
suçsuz olduğu kabul edilen sanığa, cezasının ağırlaşacağından çekinmeksizin
temyize gidebilme imkânını tanımıştır. Fakat bunu yaparken, suç vasfının sanık
aleyhine değişmesine bir yasak getirmemiştir. Nitekim bu yüzden yasağın adı
‘aleyhe bozma yasağı’ değil, cezanın ağırlaştırılması’ yasağıdır. Suç vasfını
belirlerken yapılan hukuka aykırılık nedeniyle hükmün sanık aleyhine bozulması
durumunda, sonuç ceza ağırlasmasa bile ( suç vasfındaki değişiklikten kişi,
emniyeti suiistimal vasfının zimmet olarak değişmesi durumunda olduğu üzere
aleyhte etkilenebilecektir. CMUK’nun 326/4. maddesinin kıyasen hükümlüler için
de uygulanabilmesi için, kıyas uygulamasına dayanak teşkil edecek ‘benzerlikln
tespit edilmesi gereklidir. Uyarlama yargılamasının konusu, hükümlünün Isnad
olunan suç fiilini işleyip İşlemediği değildir. Buradaki yargılamanın konusu,
önceki kanuna göre verilmiş olan Ijükümde, yeni kanuna göre hükümlü lehine bir
değişiklik yapılması gerekip gerekmediğidir. Yeni TCK’nın ilgili bütün
hükümlerinin uygulanmasında, uyarlama yargılamasını yapan mahkeme, suçun
unsurlarındaki, şiddet sebeplerindeki, suçu hafifleten sebeplerdeki
değişiklikler vs. nedeniyle sübut sorunu’nu çözmek zorunda kalabilir. Bu
çerçevede yeni delil toplanması ve değerlendirilmesi veya önceden elde edilmiş
delillerin yeni Kanun’a göre yeniden değerlendirilmesi gerekebilir. Sübut
sorunu çözüldükten sonra elbette sıra, hukuki sorunun çözümüne gelecektir.
Sübut sorununun çözülmesinin gerektiği hallerde verilen kararın gerekçesi CMUK
m. 230′da yazılı bütün unsurları içermelidir. Oysa yeni delil toplanması veya
önceden toplanmış delillerin yeniden değerlendirilmesi gerekmiyorsa, uyarlama
yargılamasında verilen kararda ispata hangi delillerle ve nasıl ulaşıldığı,
hangi isnadın hangi delil ya da delillerle sabit kabul edildiği açıklanmayacak,
bu hususlarda önceki hükme göndermede bulunmakla yetlnilecektir. Başka bir
anlatımla, bu son halde uyarlama yargılamasında verilen karar, önceki kararla
birlikte bir anlam ifade edecek, ondan bağımsız olarak uygulanamayacaktır. Bu
halde, uyarlama yargılamasında sübuta ilişkin yeniden değerlendirme yapılması
gerektiğinde, uyarlama yargılamasının süjelerinden biri olan ‘hükümlü’, CMK m.
326/4′deki sanığa benzetilebilir. Benzetme noktası böyle kabul edildiğinde,
hukuki sorunun yan/sıra maddi sorununun da ele alındığı uyarlama
yargılamalarında CMK m. 326/4′ün kıyasen uygulanabileceği, buna karşın yalnızca
hukuki sorunun çözümlendiği uyarlama yargılamalarında, anılan maddenin
hükümlüler açısından kıyasen uygulanmayabileceği kabul edilebilir.” şeklinde
görüş belirtmişler; tüm bu görüşler Ceza Genel Kurulu’ndaki müzakere sırasında
değerlendirilip dikkate alınmıştır.
“Cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesinin, infaza
ilişkin kararlarda da cari olup olamayacağı sorunu ile ilgili geçmiş yargısal
uygulamalar incelendiğinde;
08.10.2002 gün ve 179-354 sayılı kararda
vurgulandığı üzere, Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş uygulamasına göre,
hükümlerde yer alan infaza yönelik uygulamalar ya da infaz aşamasında verilen
kararlar bakımından, “cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesi geçerli değildir.
Nitekim, 24.04.1950 gün ve 324-124 sayılı
kararda; “Ceza Muhakeme/eri Usulü Yasamızın 403. maddesine göre verilen içtima
kararlarının kazanılmış hak oluşturmayacağı”,
21.03.1977 gün ve 103-126 sayılı kararda; “İnfaza
ilişkin bulunan hususların kazanılmış hakka konu olamayacağı belirtilmekte,
28.03.1988 gün ve 40-137 sayılı kararda da: “Yerel Mahkemenin 11.06.1980 gün ve
9-103 sayılı kararında, iki ayrı adam öldürme suçuna ilişkin olarak sanığa
verilen cezalardan Türk Ceza Kanunu’nun 59. maddesi ile indirim yapılmış ve
resen temyiz incelemesine tabi olan bu hüküm yalnız sanık tarafından temyiz
edilmiştir.
Sanığa bu eylemlerinden dolayı tayin olunan
müebbet ağır hapis cezaları Türk Ceza Kanunu’nun ‘Birinci Kitap’ının ‘Suç ve
Cezaların İçtimai’ başlıklı ‘Yedinci Bap’ında yer alan 70. maddesiyle içtima
ettirilmesi sonucu sanığa ‘idam’ cezası verilmişse de; infaza ilişkin olması
nedeniyle, bu maddenin uygulanması suretiyle verilen kararlar, CMUK’nun 326/son
maddesi kapsamında mütalaa edilemez. Başka bir deyişle, kazanılmış hakka (
aleyhe bozma yasağı ( konu olamaz, “denildiği gözlenmektedir.
Görüldüğü gibi süreklilik kazanmış içtihatlarla,
infaza ilişkin hüküm ya da kararların, “cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesine konu
olamayacağı kabul edilmektedir.
Öte yandan, “mahkumiyet hükmünde değişiklik
yargılaması”na hukukumuzda en ziyade benzeyen kurum, kesinleşmiş yabancı ceza
mahkemesi kararlarının 3002 sayılı Yasa hükümlerine göre Türkiye’de infaz
edilmesidir. Bu Yasaya göre, yabancı ceza mahkemesi kararının Türkiye’de infaz
edilebilmesi için, görevli Ankara Mahkemesinin yargılama yapıp, yabancı mahkeme
kararında sübutu kabul edilen eyleme Türk yasalarını uygulayıp bir ceza
belirlemesi, ardından da yabancı mahkeme kararındaki ceza ile iç hukukumuza
göre saptanan cezalardan hangisi daha lehe ise onun infazına hükmetmesi
gerekmektedir. Ceza Genel Kurulu, 23.09.2003 gün ve 160-216 sayılı kararında;
“3002 sayılı Yasa uyarınca verilen uyarlama kararlarının infaza ilişkin kararlar
olduğunu, “lehe başvuru üzerine cezanın aleyhe değiştirilmesi’ yasağının bu
kararlarda geçerli olamayacağını” belirtmek suretiyle yukarıda açıklanan
istikrarlı uygulamasını sürdürmüştür.
Konuyu, “cezayı aleyhe değiştirmeme” ilkesini
düzenleyen yasa normu açısından da değerlendirmek gerekmektedir.
Bu kural 1412 sayılı CYUY’nın 326. maddesinin 4.
fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan fıkrada; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya
onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından
temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tâyin edilmiş olan
cezadan daha ağır olamaz” hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere, bu ilke
sanıklar yönünden kabul edilmiştir. Sanık, hakkında henüz kesinleşmiş bir hüküm
bulunmayan kişidir. Halbuki uyarlama yargılaması, hakkında kesinleşmiş ve infaz
yeteneği bulunan bir mahkumiyet hükmü verilmiş kişilerle, başka deyişle
hükümlülerle ilgilidir. Yasadaki mevcut düzenleme karşısında, bu prensibin
yorum ve kıyas yöntemiyle genişletilmesinin mümkün olmadığı ve hükümlüler
bakımından uygulanması fikrinin bu itibarla benimsenemeyeceği kabul
edilmelidir.
Görüldüğü gibi, istinaf ve temyiz yasa yollan
bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi”
ilkesi, ceza yargılamasının mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan
ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke değildir. Yasadaki düzenleniş biçimi
ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin
hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz yasa
yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensiptir. Ancak gözardı
edilmemelidir ki; anılan prensibin sanıkları koruyuculuğu mutlak olmayıp sanık
aleyhine bir temyizin varlığı durumunda geçerliliğini kaybetmekte yasanın gerektirdiği
yaptırımın saptanması olanağı doğmakta ve “aleyhe bozma yasağının” sanık
yararına sağlayacağı etkinlik kalkmaktadır.
Bir başka yorumla söylenebilir ki; “cezanın
aleyhe değiştirilmemesi” ilkesi esasen, ceza yargılamasında hatalı ve eksik
uygulamaya teslimiyettir. Suçu işleyen, isabetsiz bir hükümlendirme ile
eyleminin gerektirdiği ceza yaptırımından daha hafif veya az bir ceza
yaptırımına muhatap olmuş aleyhine temyiz davası açılmaması gibi bir ihmalden
yararlanmış, başka bir tanımlamayla lâyık olduğu yaptırımdan kamu hukuku
zararına kurtulmuştur.
Bu atıfet Yasa Koyucu tarafından, sadece sanık
sıfatı henüz sona ermeyenlere tanınan bir sınırlı haktır. Bu niteliği nedeniyle
de genişletilmeye elverişli olmayan istisnai haklar cümlesindendir.
Bu nedenle Yasa Koyucu’nun iradesi dışında bir
genişletmeye konu edilmesi, “ceza yargılaması hukukunda kıyasın geçerliliği
ilkesi’ne dayanılarak hükümlülere de teşmil olunması ve böylece suçunun sübutu
kesinleşen ve hakkındaki mahkumiyet kararı kamunun takibine tevdi edilenlerin
de, sadece lehteki yasa kapsamından değil ve fakat yeni hatalı uygulamalardan
da yararlanabilir duruma kavuşturulması hak ve adalet ölçüleriyle
bağdaşmayacak, ceza hukukunun toplum yararı ve düzenini sağlama hedefiyle de
çelişecektir.
Kabul edilmelidir ki, ceza ve ceza yargılaması
hukuku “hataya teslimiyet” kapsamını yasal sınırlılığın ötesinde genişletmeye
ve hukukun “gerçeğe ve hakka” ulaşma amacının önüne geçirmeye elverişli bir
hukuk alanı olmamalıdır.
Açıklanan nedenlerle, “hükümlüyü” “sanığa”
kıyaslamanın doğru ve olanaklı bulunmadığını ve sonradan yürürlüğe giren
lehteki yasa nedeniyle yapılan uyarlama yargılamasında, aleyhe bozma yasağından
yararlanmasının, Yasa Koyucu’nun amacıyla ve bu amaç doğrultusunda oluşan
Yargıtay içtihatlarıyla bağdaşmayacağını kabullenmek icap etmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olayı
değerlendirdiğimizde;
“Kesinleşmiş mahkumiyet hükmünde değişiklik
yargılaması” sonunda, 5237 sayılı TCY’nın daha lehe sonuç verdiğini kabul eden
Yerel Mahkeme anılan Yasayı bütünüyle uygulamak yerine karma uygulama yapmış,
eroin satma eyleminden dolayı hürriyeti bağlayıcı cezayı belirlerken 5237
sayılı Yasayı, adli para cezasını saptarken de önceki yasa olan 765 sayılı
TCY’nı uygulamış, ayrıca cezayı eksik tayin etmiştir. Hükmün bu noktadan da
bozulması gerekirken, Özel Dairenin, sadece hükümlünün temyiz ettiğinden
bahisle, hatalı uygulamaya ve cezanın eksik belirlendiğine eleştiri maksadıyla
işaret etmek suretiyle hükmü onaması isabetli görülmediğinden, Yargıtay
C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına,
Yerel Mahkeme hükmünün bu nedenden dolayı da bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul üyelerinden A…
… K… … ; “1-23.02.1938 tarih ve 23-9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kararında, uyarlama yapılırken, lehe yasanın bir bütün halinde uygulanması
gerektiği vurgulandıktan sonra, “Ceza Kanunu’nun ikinci maddesindeki esas
noktasından cezaların karşılaştırılmasında, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun
326. maddesindeki kuralın mülahaza edilemeyeceği” belirtilmiştir.
İtirazın konusu ile ilgisi bulunmayan bu içtihadı
birleştirme kararında benimsenen ilke şudur: Lehe olduğu kabul edildiği
takdirde, sonraki kanun bir bütün halinde uygulanacak; aleyhe olan önceki
kanunla yapılan bir uygulamanın sanık için kazanılmış hak oluşturduğu ileri
sürülemeyecektir.
İncelemeye konu olan olayda, Özel Daire
tarafından yapılan eleştiri bu ilkeye uygundur.
2- Sonradan yürürlüğe giren lehe yasa nedeniyle
uyarlama yapılması konusunda iki ayrı kanunda farklı hükümler bulunmaktadır:
aa ( 5275sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin
İnfazı Hakkında Kanun’un 98-101. maddelerinde konu genel olarak düzenlenmiştir.
Buna göre; uyarlama yargılaması duruşmasız olarak
yapılacaktır; verilecek karar itiraza tabidir; yapılan hatalar kazanılmış hak
oluşturmayacaktır.
bb ( 5252 sayılı Kanun’un 9. maddesinde ise,
01.06.2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili uyarlama özel olarak
düzenlenmiştir.
Yasa koyucu, 5275 sayılı Kanun’da bu konu genel
olarak ayrıntılı biçimde düzenlendiği halde, 01.06.2005 tarihinde çok sayıda
yeni yasanın yürürlüğe girmesi nedeniyle, bu tarihten önce kesinleşmiş hükümler
yönünden 5252 sayılı Kanunla özel bir düzenleme yapma gereğini duymuştur. Buna
göre; uyarlama yargılaması kural olarak duruşmalı yapılacaktır. Uyarlama
yargılaması sırasında dava zamanaşımına İlişkin hükümler uygulanmayacaktır.
Uyarlama yapılarak kurulacak hükümle ilgili olarak başka bir sınırlama
getirilmemiştir. Bu durumun doğal sonucu olarak, normal bir hükmün tabi olduğu
kurallar, uyarlama hükmü için de geçerlidir. Bu bağlamda, uyarlama hükmü
kurulurken cezanın türü ile miktarını etkileyen nitelikte yapılacak hatalar,
aleyhe temyiz olmadığı sürece hükümlü için kazanılmış hak oluşturacaktır.
3-01.06.2005 tarihinden önce işlenen suç
nedeniyle;
aa ( İlk kez hüküm kurulduğunda, kazanılmış hak
kabul edilecektir.
bb ( Bozma üzerine hüküm kurulduğunda da
kazanılmış hak kabul edilecektir.
cc ( 01.06.2005 tarihinden önce kesinleşmiş
hükümle ilgili olarak 5237 sayılı TCK’ya göre uyarlama yapılarak yeni bir hüküm
kurulduğunda kazanılmış hakkın kabul edilmemesi açık bir çelişki ve
adaletsizlik oluşturur.
4- ( A ( ve ( B ( adındaki sanıkların bir suçu
birlikte işlediklerini, ( A ( ‘nın kaçması nedeniyle hakkında yargılama yapılamadığını,
( B ( hakkında verilen mahkumiyet hükmünün 01.06.2005 tarihinden önce
kesinleştiğini, daha sonra ( A ( ‘nın yakalandığını, bu arada 01.06.2005
tarihinde 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girdiğini, 01.06.2005 tarihinden sonra
( A ( hakkında ilk kez hüküm kurulduğunu ve ( B ( hakkında ise uyarlama hükmü
verildiğini, her iki hüküm sırasında aynı nitelikteki hatalar nedeniyle daha az
ceza verilmiş olduğunu, hükümlerin sadece sanıklar tarafından temyiz edildiğini
kabul edelim.
Bu durumda;
aa ( ( A ( tartışmasız olarak kazanılmış haktan
yararlanacak, kaçmış olması lehine sonuç doğuracaktır.
bb ( ( B ( ‘nin bu haktan yararlanamayacağını
kabul etmek eşitsizlik oluşturacaktır.
5-Kazanılmış hakkın kabul edilmemesi için yasada
bu konuda açık bir hükmün bulunması gerekir.
6-Uyarlama kararının bir hüküm olduğu ve temyize
tabi bulunduğu kabul edildiğine göre; istisnai bir kural öngörülmediği için,
CMUK’nın 326/son maddesinde öngörülen kazanılmış hakkın, uyarlama hükmünde de
kabul edilmesi bir zorunluluktur.
7-Uyarlama sonucu kurulan hükümde kazanılmış
hakkın kabul edilmemesi, hükümlünün temyiz yasa yoluna başvurma hakkını
kullanmaktan çekinmesine ve yanlış olduğuna inandığı böyle bir hükme katlanmak
zorunda kalmasına yol açar.
8-Genel Kurul’daki görüşmeler sırasında, çoğunluk
görüşüne dayanak olarak;
aa ( 3002 sayılı Kanunun uygulanması sonucu
verilen kararlar ile 1412 sayılı CMUK’nın 402. maddesi kapsamında verilen
kararlarda kazanılmış hakkın kabul edilmediği belirtilmiş ise de; bunlar
“hüküm” değil nkarar”dır,’ bu kararların tümüne karşı “temyiz” değil “itiraz”
yasa yolu öngörülmüştür ve bu nedenle belirtilen kararlarda CMUK’nın 326/son
maddesinin uygulanması söz konusu olmadığı için kazanılmış hakkın kabul
edilmemesi doğrudur. Oysa, itiraza konu olan bir hükümdür, bu hükme karşı
temyiz yasa yolu kabul edilmiştir ve bu nedenle CMUK’nın 326/son maddesi
uygulama alanı bulur.
bb ( Gerek CMUK’da gerekse CMK’da kazanılmış
hakkın “hükümlü” için değil “sanık” için kabul edildiği ileri sürülmüş ise de;
hükümlünün “temyiz” yasa yoluna başvurabileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı
halde Ceza Genel Kurulu istikrar kazanmış kararlarında, uyarlama hükmünün
“hükümlü” tarafından temyiz edilebileceğini kabul etmiştir. Hükümlü için temyiz
hakkı kabuledilmiş olduğuna göre kazanılmış hakkın kabul edilmemesi bir çelişki
oluşturur.
9- Bu açıklamalara göre;
aa ( 5252 sayılı Kanun ‘un 9. maddesindeki özel
düzenleme ve CMUK’nın 326/son maddesi gereğince,
01.06.2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle
ilgili olarak uyarlama sonucu kurulan hükümde kazanılmış hak kabul edilmelidir.
bb ( 01.06.2005 tarihinden sonra kesinleşen ya da
kesinleşecek hükümler yönünden uyarlama, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı
Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılacağından, belirtilen hükümlerle ilgili
uyarlamalarda kazanılmış hak olmayacaktır.
E ( Sonuç olarak:
Yargıtay C.Başsavcılığının; gerek uyarlama
yargılamasının duruşmalı yapılması, gerekse uyarlama hükmünde kazanılmış hak
kabul edilemeyeceği yönündeki itirazının reddi gerekmektedir.”‘görüşüyle,
Kurul Üyesi Salih Zeki İskender;
“I ( LEHE YASANIN İNFAZ EDİLMEKTE OLAN KESİN
HÜKÜMLERE ETKİSİ VE UYARLAMA YARGILAMASI:
5237 sayılı Yasa’nın 7/2. maddesinde, “suçun
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren
kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz
olunur” düzenlemesi yer almaktadır.
İnfaz edilmekte olan kesin hükümler bakımından
lehe yasanın uygulanması yöntemine, yasada yer almayan bir deyimle, ‘Uyarlama
Yargılaması’ denilmektedir.
Tartışma konusu sorun, ‘aleyhe bozmama yasağı’
ilkesinin gözetilip gözetilmeyeceğine ilişkindir.
II ( UYARLAMA YÖNTEMİ:
5352 sayılı “Yürürlük Yasası’nın” 9. maddesi,
01.06.2005 tarihinden önce kesinleşen hükümler bakımından, “lehe yasanın derhal
uygulanabileceği durumlarda duruşma yapılmaksızın karar verilebilir”
düzenlemesiyle, uyarlama yargılamasının, derhal uygulanabilme koşullarını
takdire bırakmakla birlikte, kural olarak duruşmalı yapılması gerektiğini
açıkça belirtmiştir. Ancak yargılamanın yöntemi konusunda başkaca bir usul
kuralına yer vermemiştir.
Yargılama söz konusu olduğuna göre, tek seçenek,
5271 sayılı CMK ile 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükteki hükümlerinin tümüyle
uygulanması gereğidir.
Öğretideki baskın görüşü ve Yüksek Ceza Genel
Kurulu’nun uygulamaya yön veren ilke kararına yollama yaparak uyarlama
yargılaması bağlamında saptanan ilkeleri özetlemek gerekirse;
Uyarlama Yasası’nın 9/1. maddesi bağlamında,
yargıcın takdir hakkını kullanması gereken durumlarda duruşma açılması temel
kuraldır. Bunun dışında kalan durumda belgelere bakılarak karar verilmesi ayrık
bir yöntemdir ve yargıcın takdirine bağlıdır. Duruşmalı ya da duruşmasız
verilsin, ortada bir hüküm vardır ve bu hükme karşı temyiz yolu açıktır.
Diğer bir sorun, uyarlama yargılaması bir infaz
yargılaması mıdır?
Öncelikle belirtmek gerekir ki, sorunun infaz
aşamasında ortaya çıkması onun infaz yargılaması olduğunun kanıtı olamaz. 5237
sayılı Yasa’nın 7/2. maddesinde yer alan İnfaz olunur” ifadesi lehe yasanın
kesin hükümler bakımından da uygulanabilmesine olanak veren bir düzenlemedir.
Lehe yasanın uygulanması bağlamında infaz edilecek hükümde değişiklik
yapılmasına ilişkindir ve infaz edilecek bir karar verilmektedir. İnfaz
yargılaması, hükmün kesinleşmesinden başlayarak tamamen yerine getirilmesi
sürecini kapsayan evrede ortaya çıkan ikincil sorunların çözümüne ilişkin olup
hükmün esasını değiştiremez. Duruşmasız olur ve itiraz yasa yoluna tabidir.
Yürürlük Yasası’nın 9. maddesinden ayrı olarak 5275 sayılı Yasa’nın 98.
maddesinde lehe yasanın uygulanmasının yöntemine ilişkin düzenlemenin yer
alması onun niteliğini değiştirmez.
III ( UYARLAMA YARGILAMASINDA HÜKÜMLÜLER HAKKINDA
UYGULANMASI GEREKEN YARGILAMA YÖNTEMİ:
Hükümlü sanık değildir. Ancak, yukarıda da
belirtildiği gibi uyarlama yargılamasında sanıklar için geçerli genel yargılama
yöntemi uygulanacağına göre, yargılama hukukunda örnekseme/kıyas geçerlidir’
kuralından yola çıkışla, uyarlama yargılaması sırasında, hükümlünün de
sanıklara tanınan tüm haklardan yararlanması zorunludur.
IV ( KAZANILMIŞ HAK KAVRAMI:
Öncelikle, “kazanılmış hak” kavramının
yerindeliğini sorgulamak gerekir. Bilim ve içtihat bunu yapmış. Bunlardan
çıkardığımız sonuçlar özetle şöyledir:
Öğretide ve uygulamada oybirliğiyle benimsendiği
gibi, ceza hukuku kazanılmış hak kavramına yer vermemiştir. ‘Kazanılmış hak’
kavramı hukuk davaları bakımından geçerlidir. Örneğin, hükmü taraflardan yalnız
biri temyiz etmişse, bu hüküm temyiz eden aleyhine bozulamaz.
Öyleyse, suçun yanlış nitelenmesinden dolayı
sanık aleyhine bozma kararı verilebilecektir. Bu bağlamda kazanılmış haktan söz
etmek olası değildir.
Yargılama hukukunda, bir usul kurumu olarak
kazanılmış hak ilkesine değil, temyiz yoluna özgü olarak ‘ceza miktarı ölçü
alınarak, aleyhe bozma yasağı’ öngörülmüştür. Diğer yandan duruşmasız verilen ve
itiraz yasa yolu açık olan kararlar bakımından bu ilke geçerli değildir.
V ( ALEYHE BOZMA YASAĞI VE HAK ARAMA SORUNU:
Temel amaç toplumun barışını bozan suçlunun
cezalandırmasıdır. Ancak, ne pahasına olursa olsun cezalandırmayı çağdaş ve
uygar devletler reddetmektedirler.
Gereklilik ve yerindelik açısından aleyhe bozma
yasağı tartışılmalıdır. Kimi ülkelerde hiç yer almadığı, kimi ülkelerde yalnız
istinaf yargılamasında kabul gördüğü, ancak ülkemiz usul hukukunda olduğu gibi
birçok hukuk düzeninde de yer aldığı bilinmektedir.
Pozitif hukukumuzda yer alan bu kuralın temel
gerekçesi hak arama özgürlüğüyle ilgilidir. Hak arama özgürlüğü Anayasamızın
36. maddesinde açıkça koruma altına alınmıştır. İnsan Haklan Avrupa
Sözleşmesi’nin 7. Protokolü’nün 2. maddesi, temyiz yasa yoluna başvuruyu
hukuksal temel haklardan saymakta, temyiz hakkının kullanılmasının önündeki
engellerin yasayla kaldırılmasının önemini vurgulamaktadır. Bu hakkın en geniş
anlamda kullanılmasını sağlamak devletin temel görevidir. Konu bu temel
çerçevede yorumlanmalıdır.
Ceza kararının aleyhine de bozulabileceği
korkusunu taşıyan sanık/hükümlü Yargıtay’a başvurmaktan çekinecektir. Belki de
salt bu nedenle, daha fazla haksızlığa uğramak korkusu ile adil olmayan bir
karara razı olacaktır. Bir yandan kanun yoluna başvurma hakkını tanımak, diğer
yönden bu hakkı aleyhe de sonuç doğurabilir korkusunu yaşatıp daraltmak çelişki
oluşturur. Aleyhe olan yasa değişikliğinin geçmişe yürümesini yasaklayan bir
sistem içinde, aleyhe bozma yasağı yadırganmamalıdır.
Aleyhe bozma yasağı, “hukuk devleti ve demokratik
toplumun” sağladığı hukuksal güvence kapsamındadır. Ceza yargılamasını güçlü
devletin bir araç sayan toplumlar genellikle bu kavramı reddetmektedirler. Ceza
hukukunun toplum savunması’nda araç olarak görülmesi ve aleyhe bozmama
kuralının uygulanmaması, bir anlamda bireyin topluma feda edilmesidir. Bu da
uygar toplumlara özgü bir tercih değildir.
VI ( SOMUT OLA YIN DEĞERLENDİRİLMESİ SONUCUNDA:
Bu açıklamaların ışığında soruna ilişkin
görüşümüzü özetlersek:
Uyarlama yargılamasında verilen kararlar, temyize
tabi kararlardır. Farklı bir yargılama yöntemi kabul edilmediğine göre, hükümlü
örnekseme yoluyla sanık gibi yargılanacaktır. Bu durumda sanığa tanınmış tüm
haklardan yararlanması doğaldır. Temyiz kanun yoluna başvurulmasını
benimsedikten sonra “aleyhe bozmama” ilkesinin uygulanmamasının hiçbir haklı
neden’ olamaz. Aleyhe temyiz edilmeyen bir hüküm temyiz edilmeden önce neyse
öyle kalmalıdır.
Karşıtını düşündüğümüz zaman şu soruların
yanıtını bulmak zorundayız:
1 ( 1412 sayılı CMUK’nın temyize ilişkin 305-326.
maddeleri istinaf mahkemeleri kuruluncaya kadar yürürlüktedir. 326. madde
aleyhe bozma yasağını düzenlemektedir. Sanıklar bakımından uygulandığı gibi
hükümlü hakkında da temyize ilişkin diğer tüm maddeler uygulanacaktır. Buna
karşın, aynı bölümde yer alan 326. maddenin son fıkrası uygulanmayacaktır.
Neden ve hangi ölçüye göre?
2 ( 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi
yürürlüktedir. Bu maddenin 4. fıkrası, savunma hakkını çiğneyen usul
yanlışlıklarını içeren hükmün bozulmasını ve bozmadan önceki cezanın aşılmaması
koşuluyla yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Öte yandan, bu
madde esasa ilişkin kararlarda aleyhe bozma yasağını öngörmektedir. O halde,
burada şöyle düşünülebilinir; hükmün aleyhe bozulma olasılığına karşı kararın
kesinleşmesini sağladıktan sonra, yanlış olduğu sanılan hususlarda ‘kanun
yararına bozma yoluna başvurmak daha garantilidir.
Duruşma açılmadı diye temyiz eden hükümlüye, sen
temyiz ettin ama cezan daha ağır olacak diyeceğiz, diğer yandan, kanun yararına
bozma yöntemine başvuran aynı koşullardaki hükümlüye, yanlış olmuş kararını
bozacağız, daha ağır cezayı hak etmiştin, ne var ki cezan eskisi gibi kalacak
diyeceğiz. Burada kabahat kimin, temyiz başvurusunu yapana bunu açıklamak zor
olsa gerek.
3 ( Cumhuriyet Savcısının ve katılanın temyiz
hakkı var kabul ediliyor. Peki onlara şöyle mi diyeceğiz? “Sizin temyiz
hakkınız var, ama aleyhe olmaz, çünkü aleyhe bozma yasağını kabul etmiyoruz,
buna gerek yok, ama isterseniz lehe temyiz edebilirsiniz”. Bu durum temyiz
kurumunun içeriğiyle bağdaşır mı?
4 ( Aleyhe bozma yasağının kabul görmemesinin
nedeni olarak, “suçluların etkin bir şekilde cezalandırılmasının gerekmesi ve
bozulan toplum barışının yeniden sağlanmak istenmesi gösterilmektedir. Ancak
unutulmamalıdır ki, bizzat yargı eliyle hak arama özgürlüğünün kısıtlanması
sonucu hukuk düzenimize karşı oluşan güvensizlik, daha ağır sonuçlar
doğuracaktır.
Sonuç olarak, ‘uyarlama yargılamasında verilen
kararlar, infaz hükmü değildir. Bu kararlara karşı temyiz yasa yolu açıktır.
1412 sayılı CMLK’nın 326/son maddesinde yer alan aleyhe bozma yasağı bu
kararlar için de geçerlidir, “düşüncesiyle Diğer Kurul üyeleri ise; “Uyarlama
kararları da bir hükümdür ve temyiz edilebilir niteliktedir. CYUY’nın 326/son
maddesinde belirtilen, lehe temyiz davası üzerine cezanın aleyhe
değiştirilmemesi kuralı uyarlama kararlarının temyizi halinde de geçerli
olduğundan, Özel Daire uygulaması isabetlidir. Bu itibarla Yargıtay
C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.”görüşüyle karşı oy
kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının ( KABULÜNE (
,
2-Yargıtay Onuncu Ceza Dairesinin 01.03.2006 gün
ve 20009-3119 sayılı onama kararının ( KALDIRILMASINA ( ,
3-Beyoğlu Birinci Ağır Ceza Mahkemesinin
12.09.2005 gün ve 316-256 sayılı uyarlama hükmünün yukarıda belirtilen her iki
nedenden dolayı ( BOZULMASINA ( ,
4-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay
C.Başsavcılığına tevdiine, 20.06.2006 günlü müzakerede her iki bozma nedeni
yönünden de oyçokluğuyla karar verildi
Yorumlar
Yorum Gönder