Hukuki ve Tıbbi Açıdan Hasta Hakları
Mehmet Sıddık Çinko
1. Hasta hakkı kavramı
Hasta hakkı kavramını ele almadan önce
bu hakkın temeli olan yaşama hakkı ve sağlık hakkını öz olarak ele almak
yerinde olacaktır.
1.1. Yaşama hakkı
Tüm canlı varlıklar, varoluş
temelleriyle uyumlu olarak hayatta kalmak için mücadele etmektedirler. Bu
sebeple, varlıklarına yönelik bir saldırının yok edilmesine ilişkin
davranışları, en temel dürtülerini oluşturmaktadır.
İnsanoğlu, diğer canlılardan farklı
olarak, sadece kendi varlığını korumakla yetinmemekte, yaşamın daha da iyiye
gitmesi için uğraş vermiş ve vermektedir.
Aslında insanlık tarihi, kişilerin
varlıklarını (yaşamlarını) koruması ve korudukları bu varlıklarını
(yaşamlarını) daha iyi bir şekilde sürdürme uğraşının anlatışıdır.
Yaşama kavramına, incelenen konuya göre
farklı tanımlar vermek mümkündür. Genel olarak denilebilir ki, yaşam; varlığın
korunması ve nitelikli devamıdır. Bunun toplumun diğer bireylerince de
benimsenmesi, gözetilmesi, ihlâlinin hukuksal olarak yaptırıma bağlanması ise,
yaşamın hak olarak nitelendirilmesini ifade etmektedir.
Bugün için yaşam, tüm toplumlarda hak
olarak kabul edilmekte, korunmakta ve ihlâli yaptırıma bağlı bulunmaktadır.
Yaşama hakkı, sadece kişinin organik
varlığının faaliyette olmasını, organizmanın çalışıyor olmasını kapsamaz. Bunun
yanında, organizmanın maddî ve manevî olarak gelişmesi, iyi hâl içinde olmasını
içerir.
Organizmanın iyi hâl içinde olması,
kişinin maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirmesi için; sağlıklı
beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama, iyi eğitim alma ve yaşama yönelik
tehditlerden korunmasını gerektirir. Bu sebeple, yaşama hakkını sosyal haklarla
tanımlamadıkça, özellikle sağlık hakkı ile pekiştirmedikçe, başlı başına yaşama
hakkını sağlamaya, yığınları ondan faydalandırmaya imkan yoktur.(1)
Anlaşılacağı üzere, yaşama hakkı, bizi, uzantısı olan başka bir hakka
götürmektedir: Sağlık hakkı.
1.2. Sağlık hakkı
Günümüzde sağlık, bedenen, ruhen ve
sosyal yönden tam bir iyilik hâli olarak kabul görmektedir. Dünya Sağlık
Örgütüde sağlık için bu tanımı yapmaktadır.
Sağlıklı olmanın temel şartı, kişinin
sağlığını tehdit eden hastalık gibi faktörlerin etkisiz bırakılmasıdır.
Kişilerin sağlık düzeyini ve hastalıklara karşı koyma düzeyini belirleyen,
içinde bulundukları sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerdir. Başka bir
deyişle, toplumu oluşturan sosyal, ekonomik, fizikî ve kültürel faktörler, aynı
zamanda o toplumun sağlığına da etki etmektedir.(2, 3, 4)
Bu doğrultuda sağlıklı kişi için
sayılacak talepler şunlar olacaktır: İyi beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama,
sağlıklı konutlarda yaşama, hastalıklara karşı korunma, gerekli sağlık eğitimi
almadır. Bunun yanında tıbbî bakım ve tedavinin ulaşılabilirliğinin sağlanması,
nitelikli ve hakkaniyetli bir şekilde dağıtılması, kişilerin hastalıklara karşı
korunmasını sağlayacak koruyucu önlemlerin de alınması gerekir.(5, 6)
Hukuk süjesi olan bireyin, haklarını
kullanabilmesi, özgür olabilmesi, yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ve
toplumu oluşturabilmesi için sağlıklı olması gerekmektedir.
Tüm hukuksal düzenlemelerde temel hak
olarak kabul edilip korunan yaşama hakkı, niteliği gereği sağlık hakkı ile
anılıp bütünleştiği takdirde anlam kazanacaktır.(7) Sağlık hakkı da, diğer
haklarla pekiştirilmedikçe anlam kazanmaz. Sağlık hakkının beslenme hakkı,
dinlenme hakkı, konut ihtiyacının karşılanma hakkı ve en önemlisi de
hastalıklara karşı korunma, hastalığa yakalandığında gereken bakım ve tedaviyi
görme hakkı ile pekiştirilmesi gerekmektedir.
1.3. Hasta haklarının doğuşu (Sağlık
hakkının gelişimi)
Hasta haklarının, iki temel gelişme
sonucunda doğduğunu söylemek yerinde olur. Bunlardan birincisi, kamu hukuku
alanındaki gelişmedir. İkincisi de hasta-hekim ilişkisindeki gelişim ve
değişmedir [8].
Kamu hukuku alanındaki gelişme, sosyal
devlet anlayışının doğmasıdır
1789 Fransız İhtilali ile doğal haklar
teorisi benimsenmiş, liberal devlet anlayışının kişi mutluluğunu sağlayacağına
inanılmıştır. Buna göre; devletin tek dayanağı ve kaynağı bireydir, bireyin
mutluluğudur.(9) Ancak birey, mutluluğunu kendisi yakalayacaktır. Devletin,
toplumsal hayata müdahale etmesi yanlıştır. Birey, hukuk önünde eşittir ve
kendi mutluluğunu kendisi bulacaktır. Hukuksal eşitlik esastır.
20. yüzyılın bilimsel ve teknik
gelişmesi ile, bu çağın insanı, artık sadece hukuk önünde eşit olmakla, mutlu
olunamayacağı gerçeğine inanmaya başlamıştır.(10) Doğal koşulların
kendiliğinden mutluluğu sağlayamayacağının kabulü ile, devletin fonksiyonu da
değişmiştir. Artık devletin, bireyin mutluluğu için hayata müdahale etmesi,
doğal eşitsizlikleri en aza indirgeyecek politikalar yürütmesi gerektiği
benimsenmiştir. Buna göre, yurttaşların mutluluğu, maddî ve manevî varlıklarını
geliştirmeleri için; sağlıklı bir çevre, sağlıklı bir konutta yaşama, yeterli
eğitim ve öğretim olanakları, çalışma hak ve özgürlüğü, devletten istenir
olmuştur.
Devlet; birey sağlığı için gerekli
önlemleri almalı, bireyin hastalanması halinde ise, insanca bir tedavi ile
sağlığına kavuşması için gerekli düzenleme, organizasyon, denetim önlemlerini
almalıdır.
Devlet; bu görevlerini, gerekli yasal
düzenlemeler yapmak, hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları kurmak, gerekli
denetimleri yapmak, sağlıklı çevre ve koşullar oluşturmak, tüm bireylere eşit,
ulaşılabilir sağlık hizmetleri sağlamakla yerine getirecektir.(11) Bu
doğrultuda diğer anayasalarda olduğu gibi 1982 Anayasamızda da düzenlemeler
bulunmaktadır. Anayasamızın 5, 49, 56, 57, 60 ve 61’inci maddelerinde, bu
amaçlı hükümler bulunmaktadır.
İşte bu gelişmeler; sağlık hakkının,
dolayısıyla sağlık hakkının kapsamında ve günümüz uzantısında değerlendirilen
hasta hakkının doğmasını sağlamıştır. Gerçekten de, Hasta Hakları
Yönetmeliğinin 1’inci maddesinde, hasta haklarını, temel insan haklarının
sağlık alanına yansıması olarak nitelemektedir.
Hasta haklarının kamu hukuku alanında
gösterdiği gelişmelere paralel olarak ulusal ve uluslar arası düzeyde
çalışmalar yapılmıştır. Bu hakkın gelişimi ve hukuksallaşması olarak
nitelendirilebilecek gelişmeleri belirtmek yararlı olacaktır.
Uluslar arası düzeyde yapılan
çalışmalardan ilk önemli etkinlik, 1981 yılında Dünya Tabipler Birliği
tarafından kabul edilen “Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi”dir. Bu Bildirgede;
hastanın hekimi seçebilme hakkı, bakım hakkı, tedaviyi kabul ve ret hakkı,
gizlilik hakkı olduğu belirtilmiştir. Yine 29-30 Mart 1994 tarihinde, Dünya
Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu tarafından düzenlenen toplantıda kabul edilen
“Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi”nde hasta hakları daha
geniş çerçevede değerlendirilmiştir. Bu Bildirge; ulusal düzeydeki alan
çalışmalarına daha çok etkide bulunmuştur. Uluslar arası düzeyde, ayrıca pek
çok çalışma yapılmaktadır.
Avrupa’da son yıllarda görülen eğilim,
hasta haklarının tıbbî etik bildirgeleri ile yeterli korunamayacağı; bunun yanı
sıra yasal düzenlemeler ile de korunması gerektiği yönündedir. Hollanda,
Finlandiya ve Norveç gibi bazı Batı Avrupa ülkelerinde, bu eğilim
doğrultusunda, hasta örgütlerinin de katılımıyla hasta hakları yasaları
hazırlanmıştır (Örneğin, Hollanda Parlamentosu böyle bir yasayı kabul
etmiştir).(12)
Ülkemizde, hasta hakları ile ilgili yasa bulunmamaktadır.
Hasta hakları, konu ile ilgili genel düzenlemeler çerçevesinde ele
alınmaktadır. Konu ile ilgili temel düzenlemeler şunlardır:
224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı
İcrasına Dair Kanun, 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıha Kanunu, 2219 sayılı Hususî
Hastaneler Kanunu, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli
Hakkında Kanun, 2827 sayılı Nüfus Plânlaması Hakkında Kanun, 3359 sayılı Sağlık
Hizmetleri Temel Kanunu, 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu, Hususî Hastaneler
Tüzüğü, Tıbbî Deontoloji Tüzüğü, Hasta Hakları Yönetmeliği.
Hekim-hasta ilişkisinin niteliğinin
değişmesi ile hasta hakları, doğuş ve gelişme sağlamıştır.
İlk dönemlerde; hekimler, yarı büyücü,
yarı tanrısal güç olarak kabul edilmekteydi. Büyücülüğün yerini dinler ve
özellikle tek tanrılı dinler alınca hekimin sahip olduğu bilgilerin kaynağı
büyücülükten tanrısallığa kaydı. Hekimin gerek yarı büyücü ve gerekse de yarı
tanrısal kaynaklı faaliyetleri sorgulanmamaktaydı. Hekim, faaliyetlerinden
sorumlu tutulamaz ve hasta da, hekimden herhangi bir talepte bulunamazdı.
Hekimlik, doğaüstü güçlerle, tanrı ile arasındaki gizemli bilgileri ve ilişkiyi
temsil etmekteydi. Kısaca, hekim otorite olarak kabul edilmekte; hasta hekime
güvenle teslim olmaktaydı. Nitekim Hipokrat Andında hekimin hastalarına karşı
bazı yükümlülükleri olduğu belirtilmiş ise de bu yükümlülüklere uymamamın bir
yaptırımı bulunmamaktaydı.
Bilimsel ve teknolojik gelişme ile
hastalıkların sebebi anlaşılır olmuştur. İnsan kimyası alanındaki gelişmeler
ile hekimliğin büyücü ve tanrısal özelliği yok olmuştur.(13) Artık bilgili
hekim tutulur ve saygı duyulur olmuştur. Böylece hekim, esas gücünü bilgiden
almaya başlamıştır.
Bilimsel gelişme, tıbbî bilginin herkes
tarafından ulaşılabilir olmasını sağlamıştır. Bilginin ulaşılabilir olması ile
hekim sorgulanır olmuştur. Başka bir değişle; hekimin yaptıklarının bilimsel
ilkelere uygun olup olmadığı tartışılır olmuştur. Bunun sonucu olarak da,
hastanın hekime mutlak teslimiyeti son bulmuş; hastanın hekime karşı talepleri
doğmuştur. Hasta ile hekim, yapılacak bakım ve tedavi için karşılıklı olarak
görüşme ve anlaşma yoluna gitmişlerdir. Böylece, hekim-hasta ilişkisi sözleşme
temeline kaymıştır. Durum bu olunca, hekimin ücret alma hakkı kabul edilmiş;
buna karşılık olarak da, hastanın, bakım ve tedavi hakkı doğmuştur. Tarafların
sözleşmeye aykırı davranışları ise yaptırıma bağlanmıştır.
Hastanın iatrojenik ve teknolojik
gelişmelere karşı korunması gereği de, hasta haklarının hukuksal olarak
oluşumunu sağlamaktadır.
Belirtmek gerekirki, hasta hakları iyi
bir hekimliğin ayrılmaz bir parçasıdır.(14) Hekimin amacı; hastaya faydalı
olmak, onun ıstıraplarını ortadan kaldırıp tıbbî şifasını sağlamak olduğuna
göre iyi hekimlik ve hasta hakları nihai amaçta örtüşmektedir.
Belirtilen bu sebeplerden dolayı hasta
haklarının kabulü zorunluluğu doğmuştur.
Hasta haklarının doğuş ve gelişmesine,
tıp tarihinde var olan meslekî ahlâk kurallarının yanı sıra, günümüzde kabul
edilen temel değer yargılarının tıp alanındaki yansımalarının da büyük etkisi
bulunmaktadır. Sağlıklı yaşama hakkı, çağımızın önemli değer yargılarındandır.(15)
Aynı şekilde, kişisel değerlere saygı, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkı, çağımızın önemli değer yargılarındandır. Bu ve bu nitelikli
değer yargıları, günlük yaşamımızda etki ettikleri gibi disipliner bilgi
alanlarına da etki etmektedir. Tıp bilimi de, bu değer yargılarından
etkilenmekte ve bu bilimle ilgili ahlâki kuralların oluşmasını doğurmaktadır.
Hasta haklarının gelişimi ve
savunulabilirliği ülkemiz açısından da önem taşımaktadır. Hatta bazı hallerde,
hasta haklarının korunup geliştirilmesi, ülkemiz gerçeğinde daha da ön plâna
çıkmaktadır. Şöyle ki; ülkemizde, sağlık hizmetlerindeki aşırı merkeziyetçilik,
profesyonel sağlık hizmetlerinin yokluğu, sağlık kuruluşları arasında rekabetin
olmayışı, sağlık personeli sayısındaki yetersizlikler, birinci basamak sağlık
hizmetlerinin yetersizliği, etkili bir hasta sevk disiplinin olmayışı, sağlık
sigortası olmayan nüfusun çok fazla oluşu ve halkın sağlık hizmetleri
konusundaki bilgi ve bilinç eksikliği; hem hizmet maliyetinin gereksiz yere
artmasına, hem de hizmetlerde verimsizliğe yol açmakta ve hizmetlerin herkes
tarafından kullanılabilirliğini de kısıtlamaktadır.(16)
1.4. Hasta hakkı
Bugün için hasta-hekim, hasta-sağlık
kuruluşu ilişkisinin hukuksal bir ilişki olduğu tartışmasızdır. Bu ilişkinin,
hukuksal ilişki olarak nitelendirilmesi ile hastanın hekime, hekimin hastaya
karşı yetkilerinin de hukuk düzeni tarafından korunmasını doğurmaktadır. İşte,
hastanın hekime karşı olan yetkilerinin, hastaya izafe edilen davranış biçimlerinin
hukuk tarafından korunmasına “hasta hakları” denilmektedir.
Hasta haklarının pek çok tanımı
yapılmıştır. Bunlardan birkaçını belirtmekte yarar vardır.
“Hasta hakları kavramı, özünde,
temelinde, insan haklarının ve değerlerinin, sağlık hizmetlerine
uygulanmasıdır.”(17)
Sağlık hizmetlerinden faydalanma
ihtiyacı bulunan fertlerin, sırf insan olmaları sebebiyle sahip bulundukları ve
Anayasa, milletler arası antlaşmalar, kanunlar ve diğer mevzuat ile teminat
altına alınmış bulunan haklarına “hasta hakları” denir (Hasta Hakları
Yönetmeliği md. 4).
Kanımızca hasta haklarının geniş ve
geçerli tanımı, şu şekilde yapılabilir: Sağlıklı ve hastalıklı olarak sağlık
hizmetlerinden yararlanan kişilerin hukuk tarafından korunup talep edilebilen,
ihlâlleri cezaî ve/veya tazmini yaptırıma bağlanan yetki ve iradeleridir.
1.5. Hasta haklarının kapsamı
Hasta haklarının daha iyi anlaşılıp
değerlendirilmesi için, kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Hasta
haklarının, “hasta” olarak tarif edilen kişinin hakları olduğuna ve hastalığın
da bir durumu ifade ettiğine göre, hasta haklarının durumsal haklar olduğu
söylenebilir. Buna göre, hasta statüsündeki kişinin hakları olarak kapsamın
belirlenmesi mümkündür.
Hasta haklarının bu çerçevede ele
alınması, kapsamının belirlenmesinde yararlı bir ölçüt olmakla birlikte,
yeterli bir ölçüt değildir. Bu açıdan değerlendirme, hasta haklarının hastalık
süresi ile sınırlılığına götürmektedir. Oysa, hasta haklarının sadece hastalık
süresince olduğunu söylemek eksik olacaktır. Hasta hakları, hastalık sürecinde,
daha doğrusu, sağlık hizmetlerinden yararlanıldığı süreçte belirginleşip önem
kazanmakla birlikte, sağlık hizmetlerinden yararlanmanın sona ermesinde de
geçerlidir. Hatta, hastanın ve hekimin ölümünden sonra da geçerliliğini
korumaktadır.
Hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu
arasında varolan ilişkinin niteliği, hasta haklarının kapsamını etkilemektedir.
İlişki, sözleşme ile kurulmuş ise, hasta haklarını, sözleşme hükümleri de
etkileyecektir. Ancak, hekim ve/veya sağlık kuruluşunun faaliyet alanı,
hastanın bedensel varlığıdır. Bu itibarla, hasta haklarının kapsamını sadece,
hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu ilişkisi belirlememektedir. Başka bir
deyişle, bakım ve tedavi sözleşmeleri, hastanın can güvenliği ile ilgili
ödevler yüklediğinden; sözleşmede belirtilsin veya belirtilmesin, hukukun genel
ilkelerine göre hekim ve sağlık kuruluşuna bazı yükümlülükler yüklemektedir.
Hasta hakları kapsamını tıbbî etik ve
hukuk önemli ölçüde etkilemektedir. Bu alanlardaki gelişmeler ve görüşler,
hakkın kapsamının daralmasına veya genişlemesine sebep olmaktadır.
Bu temel kıstaslar doğrultusunda, hasta
haklarının kapsamını kişi olarak ve konu olarak belirlemek yararlı olacaktır.
1.5.1. Hasta haklarının kişi olarak
kapsamı
Hasta hakları konusu itibarıyla, kişilik
hakları içinde mütalaa edilir. Buna göre, kişilik haklarının kapsamını
belirleyen kıstasların hasta hakları için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Kişilik hakları, hukuk düzenince kişi
olarak kabul edilenlerin tamamı için geçerlidir. Ancak hukuk, kişileri, gerçek
kişiler ve tüzel kişiler olarak ayrıma tâbi tutmaktadır. İşte, bu husus
gözetildiğinde, hasta haklarının, sadece, gerçek kişiler için söz konusu
olduğu; tüzel kişiler için bir anlam taşımayacağı açıktır. Tüzel kişilerin,
tıbbî müdahaleye konu olabilecek bir bünyeleri bulunmamaktadır.
Hasta hakları, gerçek kişilerin tümü
için geçerlidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanan gerçek kişiler, tam bir
eşitlik ve genellikle hasta haklarına sahiptirler. Kişinin rüştüne varmaması,
vesayet altında olması, aklen malul olması hâli, bu hakka sahip olmasına etki
etmemektedir. Sadece, bu hakkın kullanılmasında, bu durumdaki kişiye, hukuksal
temsilci yardımcı olacaktır.
Hastalığın türü, niteliği, kişinin
görmek istediği bakım ve tedavinin niteliği de, hasta hakkının varlığına etki
etmemektedir.
Hasta haklarının tanınmasında, temel hak
ve hürriyetlerde olduğu gibi ırk, din, mezhep, dil, cinsiyet ayrımı gibi ilkel
ayrımlar gözetilmez. Hatta kişinin toplumsal olarak hakir görülmesi, tutuklu ya
da hükümlü olması gibi hususlar da, hasta haklarının genelliği ve eşitliğine
etki etmemektedir. Hasta hakları, bir hukuksal statüyle, bir işlemle, bir
eylemle alakalı değildir.
Hasta hakları, kişilik hakları içinde
mütalâa edilmekle beraber, kendine has özellikler de taşımaktadır. Kişilik
hakları, sağ ve tam doğumla başlamaktadır. Bu sebeple, cenin için kişilik
haklarından bahsedebilmek oldukça güç olacaktır. Ancak hasta haklarının cenin
için de geçerli olduğu kanaatindeyiz. Nitekim, Medenî Kanunda ceninin
korunmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu durumda ceninin ileride kişi
olma ihtimaline binaen korunması gereği ortaya çıkmaktadır.
Ana rahmine düşmemiş gelecekteki
kişilere ilişkin de hukuksal düzenlemeler bulunmaktadır. Medenî Kanunun
525’inci maddesine göre, bu kişiler son mirasçı olarak atanabilirler. Bu
durumda, hasta hakkı kavramının bu kişiler için de geçerli olup olmayacağı
hususu ortaya çıkmaktadır. Günümüz tıbbî gelişme düzeyinde, bu tür müstakbel
kişilerin doğrudan tıbbî müdahalelere konu olmaları, sağlık hizmetlerinden
faydalanmaları söz konusu değildir. Bu sebeple, hasta haklarının bu tür
müstakbel kişiler için geçerli olmayacağını düşünmekteyiz.
1.5.2. Hasta haklarının konu olarak
kapsamı
Hasta haklarının doğuş ve gelişim
sürecini gözetmek, bu hakların konu olarak kapsamını tespit etmemizi
kolaylaştıracaktır.
Hasta-hekim ilişkisi, günümüzdeki
gelişmeye kadar paternalistti. Hasta, hekime tam bir güven içinde teslim
olmaktaydı. Hekim, hasta için en doğru ve yararlı olanı seçerdi. Hekimin,
hastaya karşı sorumluluğu, hekimin hesap vermesi derecesinde değildi.
Günümüz sağlık alanındaki gelişmeler,
sağlık alanının sektörleşmesi ile birlikte klâsik hasta-hekim ilişkisi son
bulmuştur. Artık hastaya, hekim ve diğer sağlık personelinin bir araya gelerek
meydana getirdiği sağlık kuruluşları, bakım ve tedavide bulunmaktadır.
Hastanın, tarihi süreçteki zaten pasif ve teslimiyetçi rolü, bu durumla
birleşince, daha da mağduriyeti söz konusu olmaktadır.
Hasta hakları, bu olumsuzlukların hasta
lehine değişmesi amaçlı olarak ortaya çıkmıştır.
Hasta, kişi olmanın doğal sonucu olarak,
içinde bulunduğu ruh halinin gözetilmesini ister.
Hasta hakları, özünde, temelinde, insan
haklarının ve değerlerinin sağlık hizmetlerine uygulanmasıdır. Herkesin, maddî
ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır. Maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme kapsamında, sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi
yararlanması, gerekli bakım ve tedaviyi görmesi gerekmektedir. Bu sebeple,
hasta hakkının esas kapsamı bakım ve tedavidir.
Hasta bakım ve tedaviyi görmekte iken;
yukarıda belirtildiği üzere, kişi olması ve kendi geleceğini belirleme hakkına sahip
olmasının doğal sonucu olarak, iradesinin esas alınması gerekmektedir. Buna
göre, bakım ve tedavinin hastanın iradesi doğrultusunda yapılması, hastanın
onayının alınması gerekmektedir.
Hastanın, kendisine yapılacak bakım ve
tedavi hakkında, geçerli bir onayda bulunabilmesi için yeterli oranda
bilgilendirilmesi gerekir. Buna “hastanın bilgilendirilme, aydınlanma hakkı”
denir.
Sağlık hizmetinden yararlanmada, gerek
sağlık hizmeti sonucunda ve gerekse de hastanın bizzat açıklaması ile özel
yaşamına ilişkin bilgiler, sağlık çalışanına aktarılmaktadır. Bakım ve tedavi
amacıyla hastaya ait bilgilerin sağlık personeline açıklanması, bu bilgilerin
üçüncü kişilere aktarılmasını doğurmaz. Bu şekilde paylaşılan bilgilerin üçüncü
kişilere karşı korunması, bakım ve tedavinin hastanın kişilik haklarının
ihlâlini doğurmayacak şekilde yürütülmesi, mahremiyet ve özel hayat hakkını
gerektirir.
Hasta lehine tanınan bütün bu
yetkilerin, hukuk düzenince korunduğundan bahsedebilmek için, bu hakların
ihlâlinde, hastanın başvuru hakkının olması gerekmektedir. Hasta haklarına
uyulmadığı takdirde, haklarına uyulmasını isteme; zarara uğradığında, zararının
giderilmesini isteme hakkına sahip olmakla, bu yetkiler önem taşır. Bu sebeple,
hastanın son ve en önemli haklarından birisi de “başvuru hakkı”dır.
Hasta hakkının kapsamını oluşturan
“aydınlanma”, “onay”, “bakım ve tedavi,” “mahremiyet ve özel hayat” ve
“başvuru” hakkını sağlık hizmetlerinin işleyişi esasıyla, sırayla açıklığa
kavuşturulması gerekir.
2. Hasta hakları
2.1. Aydınlanma hakkı
Hastanın aydınlanma hakkı, diğer
haklarının temeli ve ön koşuludur. Aydınlanma hakkı, hastanın Anayasa teminatı
altında olan “kendi geleceğini bizzat belirleme hakkı”nın somutlaşmasına hizmet
eder.(18) Hasta, tıbbî durumunu bildiği takdirde geleceğini de belirleme
imkanına sahip olacaktır.
Hukukumuzda, hastanın aydınlanma hakkına
ilişkin hükümler bulunmaktadır. Tıbbî Deontoloji Nizamnamesinin 14/2’nci
maddesine göre, hastalığın artması ihtimali bulunmadığı takdirde, teşhise göre
alınması gereken tedbirler, hastaya açıkça söylenmelidir. Aynı Tüzüğün 26/2’nci
maddesi, konsültasyon neticesinin hastaya bildirilmesi gerektiğini hükme
bağlamıştır. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında
Kanunun 7’nci maddesine göre, hekimin vericiyi ve alıcıyı aydınlatması gerekir.
Hekimin hastayı aydınlatması, sadece
hukukî bir zorunluluk değildir. Hastanın aydınlatılması, tıbbî etiğin de
gereğidir.
Aydınlanma hakkı, hastanın sağlık
hizmetleri, teşhis, tedavi, tedavi süreci ve tedavi sonucu konusunda
aydınlatılmasını gerektirir.
Hastanın sağlık hizmetleri konusunda
aydınlatılması, hastanın sağlık kuruluşunun işleyişi hakkında
bilgilendirilmesini ifade eder. Hastaya, sağlık kuruluşunda uymak zorunda
olduğu kurallar, hakları, muhtemel durumlarda yardım isteyebileceği kişi veya
birim, sağlık hizmetinin mahiyeti, ödeme koşulları, ödemeyi nereye, nasıl ve ne
şekilde yapması gerektiği konusunda yeterli bilgi verilmelidir. Hastanın
özellikle tedavi maliyetleri konusunda aydınlatılmaması, bazı olumsuz sonuçlara
neden olmakta, hastanın geç taburcu olması veya hukuksal ihtilâflara sebep
olabilmektedir.
Hasta, başvurmuş olduğu sağlık
teşkilâtının kendisine yakındığı hastalık konusunda yeterli ve gerekli yardımı
yapıp yapamayacağı, personelin ve/veya imkanların yapılması gereken tedavi için
yeterli olup olmadığı, yeterli değilse hangi kurum veya hastaneye başvurması
gerektiği konularında, yeterli ve zamanında bilgilendirilmelidir.
Hasta, sağlık durumunu, kendisine
uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları,
alternatif tıbbî müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya
çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda,
sözlü veya yazılı olarak bilgi isteme hakkına sahiptir (Hasta Hakları
Yönetmeliği md. 15).
Kural olarak, hasta, kendisine tıbbî
yardımda bulunacak hekim tarafından bizzat tıbbî müdahale öncesinde hastanın
anlayacağı şekilde aydınlatılmalıdır.
Bununla birlikte, tıbbî müdahalenin
niteliği, ivediliği, hastanın kişiliği, aydınlanmaya ilişkin iradesi gibi
hususlar aydınlanma hakkının kapsamını etkilemektedir.
Tıbbî müdahale ivedi ise, hastanın
aydınlatılması azalmakta veya ortadan kalkmaktadır (1219 sayılı Yasa madde 70).
Tıbbî müdahale ivedi değilse hasta ayrıntılı olarak aydınlatılmalıdır.
Tıbbî müdahale sonucunda, zorunlu olarak
ortaya çıkacak komplikasyonlar önemli ise, hasta mutlaka bilgilendirilmelidir.
Örneğin, hastanın çocuk yapma yeteneğinin kaybolması söz konusu ise, bunun
mutlaka hastaya anlatılması gerekir. Buna karşılık, tıbbî müdahale sonucunda
zorunlu olarak ortaya çıkan, makul bir hasta tarafından da kabul edileceği
olağan bulunan komplikasyonlar hakkında, hastanın aydınlatılması gerekmeyebilir.(19)
Yargıtay, haklı olarak, tıbbî müdahale sonucunda mayubiyetin meydana
gelebileceğinin açıkça hastaya anlatılması görüşündedir.(20)
Hastanın tutumu da aydınlatmanın
kapsamını etkilemektedir. Hekimin aydınlatmasıyla yetinmeyip ayrıca bilgi isteyen
hastanın, ayrıntılı bilgilendirilmesi gerekmektedir.(21)
2.2. Onay hakkı
Tıbbî müdahalelerin veya daha geniş
kavram olan sağlık hizmetlerinin konusu, kişinin maddî ve manevî varlığı, beden
tamlığıdır. Bu itibarla, sağlık hizmetlerinden yararlanıp yararlanmama, tıbbî
müdahaleyi kabul veya ret etme konusunda kişinin bir karar vermesi, yaşama,
maddî ve manevî varlığını geliştirme hakkının gereğidir. Bu hakkı kullanması,
tıbbî müdahaleye yönelik irade açıklamasında bulunması ile gerçekleşecektir.
İşte, bu irade açıklamasına, hastanın “onay hakkı” denir. Bu irade açıklaması,
tıbbî müdahaleye tam onay, kısmen onay ya da tıbbî müdahaleyi ret şeklinde
olabilir.
Kanımızca, onayın soyut ve genel olarak
verilmesi yeterlidir. Ancak onay belli bir hekim için verilmişse ve/veya belli
bir şikâyetin giderilmesi için verilmişse bunun esas alınması gereklidir.
Onayın geçerli olabilmesi için hastanın
bilgilendirilmesi gerekir. Bununla birlikte onayın hasta tarafından verilmesi;
onayın tıbbî müdahaleye ve sağlık hizmetini vermeye ehil kişilere yönelik
olması gerekir.
Onay, tıbbî müdahalenin ön koşulu
olduğundan, bu ön koşul gerçekleşmeden tıbbî girişimin yapılmaması gerekir. Bu
nedenle, hasta, tıbbî müdahalenin gerçekleştirilmesinden önce veya en geç tıbbî
müdahale sırasında, onayını bildirmelidir (Biyoetik Sözleşmesi md.5/1).(22, 23)
Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında,
onay, herhangi bir şekle bağlı değildir (Hasta Hakları Yönetmeliği md. 28).
1219 sayılı Yasa, büyük cerrahi ameliyatlarda hastanın yazılı onay vermesi
gerektiğini hükme bağlamıştır. Yine organ ve doku alınabilmesi için, vericinin
yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı
tutanağın bir hekim tarafından onaylanması gerekir (2238 sayılı Yasa madde 6).
Yargıtayda bir kararında, “hekimin, yaptığı ameliyatın çok ağır sonuçlar
doğurabileceğini hastaya anlatarak, onun bu muhtemel sonuçlara rağmen ameliyatı
istediğine ilişkin onayını almış olması gerektiğini” belirtmiştir.(24)
Kural olarak, hastanın onayı alındıktan
sonra tıbbî müdahalede bulunulmalıdır. Ancak bazı hallerde onay alınması mümkün
olamamakta ve bazı hallerde de verilen onay esas alınmamakta ya da hiç
aranmamaktadır. Hastaya tıbbî müdahalenin yapılması çok acil ise ve hasta onay
verebilecek durumda değilse, onayın alınmasına gerek yoktur. Kişinin trafik
kazası sonucu ağır yaralanması ve şuurunu kaybetmesi halinde, durum budur.
2.3. Bakım ve tedavi hakkı
Bakım ve tedavi, hekim ve diğer sağlık
personelinin hastaya yönelik belli nitelik ve kapsamlara haiz tıbbî
faaliyetleridir. Burada sadece hekimin değil, diğer sağlık personelinin,
doğrudan veya dolaylı olarak, hastanın acılarını dindirme, iyileştirme, tıbbî
müdahale süresince hastanın kişisel ihtiyaçlarını karşılamaya ilişkin tüm
faaliyetleri, bakım ve tedavi hakkının konusunu oluşturmaktadır. Anlaşılacağı
üzere, bakım ve tedavi hakkının konusu, birbiri içine geçen ve aynı zamanda
belli aşamalar da seyreden pek çok faaliyeti içerir.
Bakım ve tedavinin konusunun birinci
aşaması tanıdır. Hastanın yakındığı, giderilmesini istediği hususun tespitidir.
Tanı, tedavinin temelini oluşturmaktadır.
Bakım ve tedavinin ikinci basamağı ise,
sağlık hizmetinden yararlanan kişinin konulan tanıya göre biyolojik,
psikolojik, fizyolojik bozuklukların giderilmesine ilişkin hekimlik
faaliyetleridir. Bu hekimlik faaliyetlerine “tedavi” de denilmektedir. Tedavi;
hastalığı önlemek, ortadan kaldırmak veya iyileşmesini çabuklaştırmak,
hastalığın tehlikelerini azaltmak, yarattığı ızdırapları teskin etmek,
arazlarını ortadan kaldırmak veya hafifletmek için alınan tedbirlerin,
uygulanan ilaçların veya cerrahi müdahalelerin bütününü ifade eder (Tıbbî
Deontoloji Nizamnamesi madde 13).(25)
Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin
niteliği ne olursa olsun hastanın en temel hakkı, dolayısıyla hekimin asıl
edimi hastayı tedavi etmektir.(26) Tıbbî faaliyetin özü, hasta hakkının özü,
bakım ve tedavidir. Hastanın aydınlanması, onayın alınması, bakım ve tedavi
öncesi gözetilmesi gereken hususlar olup bunların da amacı, doğru bakım ve
tedavinin sağlanmasıdır.
Yukarıda değinilen hususlar, hasta ile
hekim arasındaki ilişkinin niteliği ne olursa olsun geçerli olacak hususlardır.
Hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu arasındaki hukuksal ilişkinin niteliğine
göre, bakım ve tedavi hakkının konu ve kapsamı genişlemekte veya daralmaktadır.
Yapılan sözleşmede hastaya yapılacak tıbbî müdahalenin niteliği, şekli, süresi,
bakım ve tedavi süresince barınma, yeme ve diğer temel ihtiyaçların karşılanması
hükme bağlanmış olabilir. Bu şekilde yapılacak sözleşmelerde belirtilen edimler
de bakım ve tedavi hakkının konusunu teşkil edecektir.
Sağlık hizmetlerinin özünü oluşturan
bakım ve tedavi, hasta hakları açısından ele alındığında, bazı hususları kapsaması
gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bakım ve tedaviyi yapacak hekimin hasta
tarafından seçilebilmesi; bakım ve tedavinin meslekî özen içinde tıp biliminin
gereklerine göre yapılması, sosyal açıdan kaliteli sağlık hizmeti niteliğinde
olması ve ekonomik olması gerekir. Hasta, bakım ve tedaviyi alırken gerek
fizikî koşullar açısından ve gerekse de başka bir hastalığa yakalanmamak
açısından güvende olmalıdır.
Bakım ve tedavinin yukarıda belirtilen
hususların kapsaması gerektiği mevzuat hükümlerinde hükme bağlanmış olup (Tıbbî
Deontoloji Nizamnamesi, Hasta Hakları Yönetmeliği, Organ ve Doku Alınması,
Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun) yargısal kararlara da konu olmaktadır.(27,
28, 29)
2.4. Mahremiyet ve özel hayat hakkı
Kişinin bakım ve tedavi amacıyla ya da
başka bir sebeple açıklamak zorunda olduğu, ancak, toplumdaki tüm bireylerin
bilgisinden saklamak istediği yaşam alanına, “mahremiyet” denir. “Özel hayat
(yaşam) alanı”nı ise, bizzat kendisi tarafından oluşturduğu ve/veya önemsediği
değerler ve yaşam tarzı oluşturmaktadır. Bu değerler içinde, kişinin
inanışları, felsefi düşüncesi, hayata bakış açısının oluşmasında etkili olan
hususlar da yer almaktadır. Mahremiyet ve özel hayat alanı, birlikte
anıldığında, kişinin başkasının bilgisinden sakladığı şeyler, yaşamsal
değerleri ve yaşama tarzının önemsenmesini ve korunmasını kapsamaktadır.
Mahremiyet ve özel hayat alanının hukuk
tarafından tanınması, bunun hak olarak tanımlanmasını doğurmaktadır. Böylece,
mahremiyet ve özel hayat alanı, hukuksal olarak korunmaya alınmış, bu alana
tecavüz niteliğindeki eylemlere karşı korunma sağlanmış olunur.
Hekim, klâsik muayene ile hastanın vücut
yapısını, prognoz ile geçmişini öğrenecek; gerekirse ek sorular sorarak özel
yaşamına ilişkin bilgilere sahip olacak; yapacağı tetkik ve tahlillerle de
hastanın da bilmediği bilgilere sahip olacaktır. Görüldüğü gibi her tıbbî
müdahale, hasta için özel yaşamına müdahale anlamını taşımaktadır.
Nelerin hastanın mahremiyet ve özel
yaşam hakkının konusunu oluşturduğunun tespiti, her tıbbî müdahale için ayrı
ayrı değerlendirmeyi gerektirir. Genel bir hasta tipinden hareketle hastanın
özel hayat hakkının belirlenmesi yanlış olacaktır.(30) Hastanın mahremiyet ve
özel yaşama hakkının konusunun tespitinde, öncellikle, somut hasta tipi esas alınmalıdır.
Hekim, hasta ile ilgili bilgilerde, kendi değer yargılarına göre değerlendirme
yapamaz. Hekimin değer yargılarına göre, hastanın mahremiyet ve özel yaşam
alanının tespiti mümkün değildir.
Hastanın mahremiyet ve özel hayat
hakkının kapsamı, tıbbî etik tartışmalarına ve mevzuat hükümlerine konu
olmuştur. Bu konuda esaslı düzenleme olarak kabul edilebilecek Hasta Hakları
Yönetmeliğinin 21’inci maddesi, aynen şöyledir:
“Hastanın mahremiyetine saygı
gösterilmesi esastır. Her türlü tıbbî müdahale, hastanın mahremiyetine saygı
gösterilmek suretiyle icra edilir. Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu
isteme hakkı; hastanın sağlık durumu ile ilgili tıbbî değerlendirmelerin
gizlilik içerisinde yürütülmesini; muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile
doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik oranında
gerçekleştirilmesini; tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının
bulunmasına izin verilmesini; tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin,
tıbbî müdahale sırasında bulunmamasını; hastalığın mahiyeti gerektirmedikçe,
hastanın şahsî ve ailevi hayatına müdahale edilmemesini; sağlık harcamalarının
kaynağının gizli tutulmasını kapsar. Ölüm olayı, mahremiyetin bozulması hakkını
vermez.”
Hastanın mahremiyet ve özel hayat hakkı,
hekim ve diğer sağlık personelinin hasta hakkında edindiği bilgileri, üçüncü
kişilere aktarmamasını, hasta ile ilgili bilgilerin saklanmasını gerektirir.
Hastanın bu hakkı, tıbbî etik ve anayasal haktır (Anayasa madde 20).
Hasta ile ilgili bilgi ve belgelerin
üçüncü kişilere karşı korunması, özel yaşamın masumiyetini ifade eder. Ancak
hasta ile ilgili özel yaşam bilgilerinin masumiyeti ilkesi, her zaman mutlak
değildir. Bazı hallerde, hasta ile ilgili bilgi ve belgelerin açıklanması
yapılmaktadır. Üstelik bu durum, hastanın özel yaşamının ihlâli sonucunu
doğurmamaktadır. Bu hallerin çoğu kanunda belirtilmiştir. Daha çok Umumî
Hıfzıssıhha Kanununda düzenlenen bu istisnalar toplum sağlığı ve güvenliği
amaçlı olup kolera, veba, tifo, cüzzam, kızamık, kuduz gibi sari ve salgın
hastalıklara ilişkindir. Bu hastalıklardan birisine tutulduğu tespit edilen
kişileri kimlik bilgileri ve durumlarının ilgili birimlere bildirilmesi
zorunludur. Bazen de hastanın onayı ile mahremiyet ve özel hayat alanına
ilişkin bilgiler açıklanabilir.
2.5. Başvuru hakkı
Tıp etiği ve hukuk tarafından hasta
lehine tanınan yetkilerin anlam kazanabilmesi, bu yetkilerin güvence altına
alınması ile olur. Bunun için hasta lehine tanınan yetkilerin ihlâli halinde;
hastanın ihlâlin engellenmesini isteme, ihlâl edilmişse telafisini talep etme
hakkı olmalıdır.
Hasta, sağlık hizmeti alırken
karşılaştığı sorunların çözümü için çeşitli başvuru imkanlarına sahiptir.
Yapılacak başvuru, etik, idarî ve yargısal nitelik taşıyabilir. Belirtmek
gerekir ki, hasta lehine tanınan yetkilerin, güvencesiz olması ve özellikle
hukuksal güvence taşımamaları, bu yetkilerin hak olarak nitelendirilmemesini
doğurur. Bu itibarla, başvuru hakkı, hasta lehine tanınan yetkilerin hak olarak
nitelendirilmesinin esasını teşkil eder.
Hasta-hekim ilişkisinin güvene dayandığı
ilk dönemlerde hastanın güvencesi, sadece tıp mesleğinin etik kurallarıydı.
Hekim, babacan tavrıyla hastanın haklarını korumakta, hasta bir hak talep
etmeksizin hekime teslim olmaktaydı. Hasta haklarının gelişmesi ile hasta
lehine tanınan yetkiler, hem hukuksal güvenceye bağlanmış oldu, hem de hakların
etik olarak korunması, daha da gelişti.
Hasta haklarının etik güvencesi, etik
kuralların hasta lehine daha da belirginleşmesi, tıp uygulamasındaki pratiğin
etik kurum ve kuruluşlarca tartışılıp değerlendirilmesi, etik yaptırımların
uygulanması ile belirginleşmektedir. Ayrıca, hasta haklarının tanımlanıp
korunmasında hukukun etik kurallardan yararlanması ile de etiğin hukuksal alana
kayarak güçlenmesini sağlamıştır.
Hasta hakları konusundaki gelişmenin en
önemlisi, hasta lehine tanınan yetki ve irade beyanlarının hukuk tarafından
kabul edilmesidir. Bu yetki ve irade beyanlarının hukuk tarafından benimsenmesi
ile hukuksal güvence sağlanmıştır. Hukuksal güvence ile hasta haklarının
ihlâli, hukuksal yaptırıma bağlanmıştır. Hukuksal yaptırım, diğer sosyal
kuralların yaptırımından en güvenceli olanıdır. Bu itibarla, hasta haklarının
en büyük güvencesi hukuksal güvencedir.
Hasta haklarının hukuksal güvenceye
kavuşması, hastaya karşı yükümlülük içinde olacak kişi ve kuruluşların daha
dikkatli davranmalarını sağlamaktadır.
Hasta haklarının hukuksal ve etik
güvencesinin yanında, temel güvencelerinin de olması gerekmektedir.
Temel güvencelerinin başında, hastanın,
hakları konusunda bilgi sahibi olması gelir. Hasta, haklarını bildikçe
haklarına sahip olacaktır.
Hasta belirtilen tüm haklarının
ihlâlinde başvuru hakkını kullanabilir.
İdarî başvuruyu kendisine sağlık hizmeti
veren birime yapmalıdır.
Etik başvuruyu, etik kurullara ve
meslekî kuruluşlara yapabilir. Meslekî kuruluşların en etkili ve yaygın olanı
tabip odaları ve üst birlikleridir.
Yargısal başvuruyu ise yargı organlarına
yapmalıdır. Yargı organları Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemelerdir.
Yargısal başvurularda hastanın iki temel
talebi olacaktır: Zararının tazmini ve sorumlunun cezalandırılması.
Hasta, zararının tazminini, tazminat
davası ile talep edecektir. Tazminat talebi ise, iki türlü olabilir: Birincisi,
hastaya verilen zararın maddî olarak tazminidir. Maddî tazminat talebinde
hasta, tedavi yüzünden uğradığı kazanç kaybını isteyecektir. Ayrıca meydana
gelen zararın yeni bir tedaviyi gerektirmesi halinde bu tedavi giderini de
talep edecektir. Hasta, meydana gelen zararla, kısmi veya daimi zaafa uğramışsa
bunun giderilmesini isteyebileceği gibi, ölmesi halinde bakmakla yükümlü olduğu
kişiler de tazminat talebinde bulunabilirler.
İkinci tazminat talebi ise, manevî
tazminattır. Manevî tazminat talebinde hasta, yanlış bakım ve tedavinin kendisi
için doğurduğu olumsuz manevî zararın giderilmesini talep edecektir.
Yargı mercilerinin, sağlık kuruluşunun
ve/veya sağlık personelinin hastaya tazminat ödemelerine karar verebilmesi için
hastanın başvurusu zorunludur. Ancak ceza hukuku açısından sağlık personelinin
takibata uğraması için kural olarak hastanın başvurusu aranmaz. Ceza hukuku
açısından hastanın başvurusu, sadece Cumhuriyet başsavcılığının harekete
geçmesini sağlayacaktır. Cumhuriyet başsavcılığınca resen soruşturma
yürütülecektir. Sağlık personelinin görevi ihmali, taksirle ölüme sebebiyet
vermesi gibi hallerde durum budur. Sağlık çalışanının taksirle yaralamaya sebep
olması ve bu yaralamanın 20 günden az mutat iştigale engel nitelik taşıması,
basit etkili eylem (TCK madde 456/4) hallerinde ise, yine hastanın şikâyeti
aranacaktır.
Sonuç olarak denilebilir ki hasta
hakları, temel hak ve değerlerin sağlık alanına yansımasıdır.
Hasta hakları bir ucu açık haklardandır.
Bu sebeple, değişim ve gelişim göstermektedir. Ayrıca hasta haklarının içerik
ve kapsamı, toplumun ekonomik, sosyal ve bilinç düzeyi ile alakalı olup, bu
parametrelere göre gelişim ve değişim göstermektedir.
Kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı
gereği, sağlık hizmetleri sunumunda, hasta merkezli faaliyet esas alınmalıdır.
Hasta merkezli sağlık hizmeti için
hasta-hekim, hasta-sağlık çalışanı, hasta-sağlık kuruluşu iş birliği gereklidir.
KAYNAKÇA
Akdur, Recep, 1997, “Koruyucu Sağlık
Hizmetlerinde Etik Sorunlar”, Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası
Yayınları, Ankara, s.159-168
Akın, F. İlhan, 1987, Kamu Hukuku, 5.
Bası, Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş. İstanbul.
Ayan, Mehmet, 1991, Tıbbî Müdahalelerden
Doğan Hukukî Sorumluluk, Kazancı Kitap Ticaret A. Ş., Ankara.
Bayraktar, Köksal, 1972, Hekimin Tedavi
Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, Sermet Matbaası, İstanbul.
Cihan, Erol, 1997, “Hukukî Açıdan Hasta
Hakları” Tıbbî Etik Yıllığı, IV, İstanbul s., 25-29.
Çilingiroğlu, Cüneyt, 1993, Tıbbî
Müdahaleye Rıza, Filiz Kitabevi, İstanbul.
Çinko, Mehmet Sıddık, 2001, Hasta
Haklarının Hukukî ve Tıbbî Açıdan İrdelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul.
Fişek, Nusret, 1996, “İnsan Hakları ve
Hekimlik” Hekimlik ve İnsan Hakları Türk Tabipleri Birliği Deneyimi, 1984-1992,
(Derleyen Ata Soyer).
Göze, Ayferi, 1989, Siyasal Düşünceler
ve Yönetimler, 5. Baskı, Beta Basım Yayım ve Dağıtım A. Ş., İstanbul.
Hamzaoğlu, Onur, 1997,” Sağlıklılık ve
Etik” Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s., 151-153.
Hekim Forumu, 1996, “Neden Hasta
Hakları”, s., 107, 15, İstanbul Tabip Odası Yayını, s., 4-9
Illıch, İvan, 1995, Sağlığın Gasbı,
(Çev. Süha Sertabiboğlu) 1.Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Kalaca, Çağrı, 1997, “Hasta Hakları”
Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s., 35-52.
Lök, Veli,1996, “İnsan Hakları ve
Sağlık” Hekimlik ve İnsan Hakları Türk Tabipleri Birliği Deneyimi, 1984-1992
(Derleyen Ata Soyer).
Ortaylı, Nuriye, 1996, “İğneyi Kendine
Çuvaldızı Başkasına” Hekim Forumu, İstanbul Tabip Odası Yayınları, 15, s. 107,
s.10-11
Özsunay, Ergun, “Alman ve Türk
Hukuklarında Hekimin Hastayı Aydınlatma Ödevi ve İstisnaları” Sorumluluk
Hukukundaki Yeni Gelişmeler, 5. Sempozyum, Mukayeseli Hukuk Araştırma ve Uygulama
Merkezi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, s. 31-59.
Öztürk, Hafize, 1997, “Etik Alanında
Temel Yaklaşımlar”, Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara,
s. 15-25
Terzioğlu, Arslan, 1997 “Tıbbî Etik
Açısından Hasta Hakları ve Hekim”, tıbbî Etik Yıllığı, IV, İstanbul. s.7-12.
Yargıtay İkinci Ceza Dairesinin
08.04.1994 tarih, 1994/738, E-2971 K. sayılı kararı, YKD, c. 20, sy. 7, Temmuz
1994
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin
17.10.1964 tarih, 6428 E,-4925 K sayılı kararı, (Bayraktar, Köksal, 1972,
Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, Sermet Matbaası, İstanbul).
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin
07.03.1977 tarih, 1976/ 6297 E-1977/2541 K. sayılı kararı, YKD, c. 4, s. 6,
Haziran1978.
Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesinin
14.03.1983 tarih, 1982/7237 E-1983/1783 K sayılı kararı, YKD c. 9, s. 7,
Danıştay Onikinci Dairesinin 25.12.1968
tarih, 1967/788 E-1968/2489 K sayılı kararı, (Hancı, İ. Hamit, 1995, Hekimin
Yasal Sorumlulukları (Tıbbî Hukuk), Egem Tıbbî Yayıncılık Sanayi ve Ticaret
Limited Şirketi, İzmir).
Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması
Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi, İnsan
Hakları ve Biyoetik Sözleşmesi( Biyoetik Sözleşmesi).
“İnsan Hakları İhlâli” İddiaları
Bağlantısı İçinde Sağlık ve Hasta Hakları (Mevcut Durum, Tenkitler ve Hâl
Çareleri) Konusunda Sağlık Bakanlığı Raporu
Yorumlar
Yorum Gönder