Hukuki ve Tıbbi Açıdan Hasta Hakları



Mehmet Sıddık Çinko

1. Hasta hakkı kavramı

Hasta hakkı kavramını ele almadan önce bu hakkın temeli olan yaşama hakkı ve sağlık hakkını öz olarak ele almak yerinde olacaktır.

1.1. Yaşama hakkı

Tüm canlı varlıklar, varoluş temelleriyle uyumlu olarak hayatta kalmak için mücadele etmektedirler. Bu sebeple, varlıklarına yönelik bir saldırının yok edilmesine ilişkin davranışları, en temel dürtülerini oluşturmaktadır.

İnsanoğlu, diğer canlılardan farklı olarak, sadece kendi varlığını korumakla yetinmemekte, yaşamın daha da iyiye gitmesi için uğraş vermiş ve vermektedir.

Aslında insanlık tarihi, kişilerin varlıklarını (yaşamlarını) koruması ve korudukları bu varlıklarını (yaşamlarını) daha iyi bir şekilde sürdürme uğraşının anlatışıdır.

Yaşama kavramına, incelenen konuya göre farklı tanımlar vermek mümkündür. Genel olarak denilebilir ki, yaşam; varlığın korunması ve nitelikli devamıdır. Bunun toplumun diğer bireylerince de benimsenmesi, gözetilmesi, ihlâlinin hukuksal olarak yaptırıma bağlanması ise, yaşamın hak olarak nitelendirilmesini ifade etmektedir.

Bugün için yaşam, tüm toplumlarda hak olarak kabul edilmekte, korunmakta ve ihlâli yaptırıma bağlı bulunmaktadır.

Yaşama hakkı, sadece kişinin organik varlığının faaliyette olmasını, organizmanın çalışıyor olmasını kapsamaz. Bunun yanında, organizmanın maddî ve manevî olarak gelişmesi, iyi hâl içinde olmasını içerir.

Organizmanın iyi hâl içinde olması, kişinin maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirmesi için; sağlıklı beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama, iyi eğitim alma ve yaşama yönelik tehditlerden korunmasını gerektirir. Bu sebeple, yaşama hakkını sosyal haklarla tanımlamadıkça, özellikle sağlık hakkı ile pekiştirmedikçe, başlı başına yaşama hakkını sağlamaya, yığınları ondan faydalandırmaya imkan yoktur.(1) Anlaşılacağı üzere, yaşama hakkı, bizi, uzantısı olan başka bir hakka götürmektedir: Sağlık hakkı.

1.2. Sağlık hakkı

Günümüzde sağlık, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâli olarak kabul görmektedir. Dünya Sağlık Örgütüde sağlık için bu tanımı yapmaktadır.

Sağlıklı olmanın temel şartı, kişinin sağlığını tehdit eden hastalık gibi faktörlerin etkisiz bırakılmasıdır. Kişilerin sağlık düzeyini ve hastalıklara karşı koyma düzeyini belirleyen, içinde bulundukları sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerdir. Başka bir deyişle, toplumu oluşturan sosyal, ekonomik, fizikî ve kültürel faktörler, aynı zamanda o toplumun sağlığına da etki etmektedir.(2, 3, 4)

Bu doğrultuda sağlıklı kişi için sayılacak talepler şunlar olacaktır: İyi beslenme, sağlıklı bir çevrede yaşama, sağlıklı konutlarda yaşama, hastalıklara karşı korunma, gerekli sağlık eğitimi almadır. Bunun yanında tıbbî bakım ve tedavinin ulaşılabilirliğinin sağlanması, nitelikli ve hakkaniyetli bir şekilde dağıtılması, kişilerin hastalıklara karşı korunmasını sağlayacak koruyucu önlemlerin de alınması gerekir.(5, 6)

Hukuk süjesi olan bireyin, haklarını kullanabilmesi, özgür olabilmesi, yükümlülüklerini yerine getirebilmesi ve toplumu oluşturabilmesi için sağlıklı olması gerekmektedir.

Tüm hukuksal düzenlemelerde temel hak olarak kabul edilip korunan yaşama hakkı, niteliği gereği sağlık hakkı ile anılıp bütünleştiği takdirde anlam kazanacaktır.(7) Sağlık hakkı da, diğer haklarla pekiştirilmedikçe anlam kazanmaz. Sağlık hakkının beslenme hakkı, dinlenme hakkı, konut ihtiyacının karşılanma hakkı ve en önemlisi de hastalıklara karşı korunma, hastalığa yakalandığında gereken bakım ve tedaviyi görme hakkı ile pekiştirilmesi gerekmektedir.

1.3. Hasta haklarının doğuşu (Sağlık hakkının gelişimi)

Hasta haklarının, iki temel gelişme sonucunda doğduğunu söylemek yerinde olur. Bunlardan birincisi, kamu hukuku alanındaki gelişmedir. İkincisi de hasta-hekim ilişkisindeki gelişim ve değişmedir [8].

Kamu hukuku alanındaki gelişme, sosyal devlet anlayışının doğmasıdır

1789 Fransız İhtilali ile doğal haklar teorisi benimsenmiş, liberal devlet anlayışının kişi mutluluğunu sağlayacağına inanılmıştır. Buna göre; devletin tek dayanağı ve kaynağı bireydir, bireyin mutluluğudur.(9) Ancak birey, mutluluğunu kendisi yakalayacaktır. Devletin, toplumsal hayata müdahale etmesi yanlıştır. Birey, hukuk önünde eşittir ve kendi mutluluğunu kendisi bulacaktır. Hukuksal eşitlik esastır.

20. yüzyılın bilimsel ve teknik gelişmesi ile, bu çağın insanı, artık sadece hukuk önünde eşit olmakla, mutlu olunamayacağı gerçeğine inanmaya başlamıştır.(10) Doğal koşulların kendiliğinden mutluluğu sağlayamayacağının kabulü ile, devletin fonksiyonu da değişmiştir. Artık devletin, bireyin mutluluğu için hayata müdahale etmesi, doğal eşitsizlikleri en aza indirgeyecek politikalar yürütmesi gerektiği benimsenmiştir. Buna göre, yurttaşların mutluluğu, maddî ve manevî varlıklarını geliştirmeleri için; sağlıklı bir çevre, sağlıklı bir konutta yaşama, yeterli eğitim ve öğretim olanakları, çalışma hak ve özgürlüğü, devletten istenir olmuştur.

Devlet; birey sağlığı için gerekli önlemleri almalı, bireyin hastalanması halinde ise, insanca bir tedavi ile sağlığına kavuşması için gerekli düzenleme, organizasyon, denetim önlemlerini almalıdır.

Devlet; bu görevlerini, gerekli yasal düzenlemeler yapmak, hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları kurmak, gerekli denetimleri yapmak, sağlıklı çevre ve koşullar oluşturmak, tüm bireylere eşit, ulaşılabilir sağlık hizmetleri sağlamakla yerine getirecektir.(11) Bu doğrultuda diğer anayasalarda olduğu gibi 1982 Anayasamızda da düzenlemeler bulunmaktadır. Anayasamızın 5, 49, 56, 57, 60 ve 61’inci maddelerinde, bu amaçlı hükümler bulunmaktadır.

İşte bu gelişmeler; sağlık hakkının, dolayısıyla sağlık hakkının kapsamında ve günümüz uzantısında değerlendirilen hasta hakkının doğmasını sağlamıştır. Gerçekten de, Hasta Hakları Yönetmeliğinin 1’inci maddesinde, hasta haklarını, temel insan haklarının sağlık alanına yansıması olarak nitelemektedir.

Hasta haklarının kamu hukuku alanında gösterdiği gelişmelere paralel olarak ulusal ve uluslar arası düzeyde çalışmalar yapılmıştır. Bu hakkın gelişimi ve hukuksallaşması olarak nitelendirilebilecek gelişmeleri belirtmek yararlı olacaktır.

Uluslar arası düzeyde yapılan çalışmalardan ilk önemli etkinlik, 1981 yılında Dünya Tabipler Birliği tarafından kabul edilen “Lizbon Hasta Hakları Bildirgesi”dir. Bu Bildirgede; hastanın hekimi seçebilme hakkı, bakım hakkı, tedaviyi kabul ve ret hakkı, gizlilik hakkı olduğu belirtilmiştir. Yine 29-30 Mart 1994 tarihinde, Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu tarafından düzenlenen toplantıda kabul edilen “Avrupa’da Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi”nde hasta hakları daha geniş çerçevede değerlendirilmiştir. Bu Bildirge; ulusal düzeydeki alan çalışmalarına daha çok etkide bulunmuştur. Uluslar arası düzeyde, ayrıca pek çok çalışma yapılmaktadır.

Avrupa’da son yıllarda görülen eğilim, hasta haklarının tıbbî etik bildirgeleri ile yeterli korunamayacağı; bunun yanı sıra yasal düzenlemeler ile de korunması gerektiği yönündedir. Hollanda, Finlandiya ve Norveç gibi bazı Batı Avrupa ülkelerinde, bu eğilim doğrultusunda, hasta örgütlerinin de katılımıyla hasta hakları yasaları hazırlanmıştır (Örneğin, Hollanda Parlamentosu böyle bir yasayı kabul etmiştir).(12)

 Ülkemizde, hasta hakları ile ilgili yasa bulunmamaktadır. Hasta hakları, konu ile ilgili genel düzenlemeler çerçevesinde ele alınmaktadır. Konu ile ilgili temel düzenlemeler şunlardır:

224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıha Kanunu, 2219 sayılı Hususî Hastaneler Kanunu, 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun, 2827 sayılı Nüfus Plânlaması Hakkında Kanun, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu, Hususî Hastaneler Tüzüğü, Tıbbî Deontoloji Tüzüğü, Hasta Hakları Yönetmeliği.

Hekim-hasta ilişkisinin niteliğinin değişmesi ile hasta hakları, doğuş ve gelişme sağlamıştır.

İlk dönemlerde; hekimler, yarı büyücü, yarı tanrısal güç olarak kabul edilmekteydi. Büyücülüğün yerini dinler ve özellikle tek tanrılı dinler alınca hekimin sahip olduğu bilgilerin kaynağı büyücülükten tanrısallığa kaydı. Hekimin gerek yarı büyücü ve gerekse de yarı tanrısal kaynaklı faaliyetleri sorgulanmamaktaydı. Hekim, faaliyetlerinden sorumlu tutulamaz ve hasta da, hekimden herhangi bir talepte bulunamazdı. Hekimlik, doğaüstü güçlerle, tanrı ile arasındaki gizemli bilgileri ve ilişkiyi temsil etmekteydi. Kısaca, hekim otorite olarak kabul edilmekte; hasta hekime güvenle teslim olmaktaydı. Nitekim Hipokrat Andında hekimin hastalarına karşı bazı yükümlülükleri olduğu belirtilmiş ise de bu yükümlülüklere uymamamın bir yaptırımı bulunmamaktaydı.

Bilimsel ve teknolojik gelişme ile hastalıkların sebebi anlaşılır olmuştur. İnsan kimyası alanındaki gelişmeler ile hekimliğin büyücü ve tanrısal özelliği yok olmuştur.(13) Artık bilgili hekim tutulur ve saygı duyulur olmuştur. Böylece hekim, esas gücünü bilgiden almaya başlamıştır.

Bilimsel gelişme, tıbbî bilginin herkes tarafından ulaşılabilir olmasını sağlamıştır. Bilginin ulaşılabilir olması ile hekim sorgulanır olmuştur. Başka bir değişle; hekimin yaptıklarının bilimsel ilkelere uygun olup olmadığı tartışılır olmuştur. Bunun sonucu olarak da, hastanın hekime mutlak teslimiyeti son bulmuş; hastanın hekime karşı talepleri doğmuştur. Hasta ile hekim, yapılacak bakım ve tedavi için karşılıklı olarak görüşme ve anlaşma yoluna gitmişlerdir. Böylece, hekim-hasta ilişkisi sözleşme temeline kaymıştır. Durum bu olunca, hekimin ücret alma hakkı kabul edilmiş; buna karşılık olarak da, hastanın, bakım ve tedavi hakkı doğmuştur. Tarafların sözleşmeye aykırı davranışları ise yaptırıma bağlanmıştır.

Hastanın iatrojenik ve teknolojik gelişmelere karşı korunması gereği de, hasta haklarının hukuksal olarak oluşumunu sağlamaktadır.

Belirtmek gerekirki, hasta hakları iyi bir hekimliğin ayrılmaz bir parçasıdır.(14) Hekimin amacı; hastaya faydalı olmak, onun ıstıraplarını ortadan kaldırıp tıbbî şifasını sağlamak olduğuna göre iyi hekimlik ve hasta hakları nihai amaçta örtüşmektedir.

Belirtilen bu sebeplerden dolayı hasta haklarının kabulü zorunluluğu doğmuştur.

Hasta haklarının doğuş ve gelişmesine, tıp tarihinde var olan meslekî ahlâk kurallarının yanı sıra, günümüzde kabul edilen temel değer yargılarının tıp alanındaki yansımalarının da büyük etkisi bulunmaktadır. Sağlıklı yaşama hakkı, çağımızın önemli değer yargılarındandır.(15) Aynı şekilde, kişisel değerlere saygı, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkı, çağımızın önemli değer yargılarındandır. Bu ve bu nitelikli değer yargıları, günlük yaşamımızda etki ettikleri gibi disipliner bilgi alanlarına da etki etmektedir. Tıp bilimi de, bu değer yargılarından etkilenmekte ve bu bilimle ilgili ahlâki kuralların oluşmasını doğurmaktadır.

Hasta haklarının gelişimi ve savunulabilirliği ülkemiz açısından da önem taşımaktadır. Hatta bazı hallerde, hasta haklarının korunup geliştirilmesi, ülkemiz gerçeğinde daha da ön plâna çıkmaktadır. Şöyle ki; ülkemizde, sağlık hizmetlerindeki aşırı merkeziyetçilik, profesyonel sağlık hizmetlerinin yokluğu, sağlık kuruluşları arasında rekabetin olmayışı, sağlık personeli sayısındaki yetersizlikler, birinci basamak sağlık hizmetlerinin yetersizliği, etkili bir hasta sevk disiplinin olmayışı, sağlık sigortası olmayan nüfusun çok fazla oluşu ve halkın sağlık hizmetleri konusundaki bilgi ve bilinç eksikliği; hem hizmet maliyetinin gereksiz yere artmasına, hem de hizmetlerde verimsizliğe yol açmakta ve hizmetlerin herkes tarafından kullanılabilirliğini de kısıtlamaktadır.(16)

1.4. Hasta hakkı

Bugün için hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu ilişkisinin hukuksal bir ilişki olduğu tartışmasızdır. Bu ilişkinin, hukuksal ilişki olarak nitelendirilmesi ile hastanın hekime, hekimin hastaya karşı yetkilerinin de hukuk düzeni tarafından korunmasını doğurmaktadır. İşte, hastanın hekime karşı olan yetkilerinin, hastaya izafe edilen davranış biçimlerinin hukuk tarafından korunmasına “hasta hakları” denilmektedir.

Hasta haklarının pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan birkaçını belirtmekte yarar vardır.

“Hasta hakları kavramı, özünde, temelinde, insan haklarının ve değerlerinin, sağlık hizmetlerine uygulanmasıdır.”(17)

Sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan fertlerin, sırf insan olmaları sebebiyle sahip bulundukları ve Anayasa, milletler arası antlaşmalar, kanunlar ve diğer mevzuat ile teminat altına alınmış bulunan haklarına “hasta hakları” denir (Hasta Hakları Yönetmeliği md. 4).

Kanımızca hasta haklarının geniş ve geçerli tanımı, şu şekilde yapılabilir: Sağlıklı ve hastalıklı olarak sağlık hizmetlerinden yararlanan kişilerin hukuk tarafından korunup talep edilebilen, ihlâlleri cezaî ve/veya tazmini yaptırıma bağlanan yetki ve iradeleridir.

1.5. Hasta haklarının kapsamı

Hasta haklarının daha iyi anlaşılıp değerlendirilmesi için, kapsamının belirlenmesi gerekmektedir. Hasta haklarının, “hasta” olarak tarif edilen kişinin hakları olduğuna ve hastalığın da bir durumu ifade ettiğine göre, hasta haklarının durumsal haklar olduğu söylenebilir. Buna göre, hasta statüsündeki kişinin hakları olarak kapsamın belirlenmesi mümkündür.

Hasta haklarının bu çerçevede ele alınması, kapsamının belirlenmesinde yararlı bir ölçüt olmakla birlikte, yeterli bir ölçüt değildir. Bu açıdan değerlendirme, hasta haklarının hastalık süresi ile sınırlılığına götürmektedir. Oysa, hasta haklarının sadece hastalık süresince olduğunu söylemek eksik olacaktır. Hasta hakları, hastalık sürecinde, daha doğrusu, sağlık hizmetlerinden yararlanıldığı süreçte belirginleşip önem kazanmakla birlikte, sağlık hizmetlerinden yararlanmanın sona ermesinde de geçerlidir. Hatta, hastanın ve hekimin ölümünden sonra da geçerliliğini korumaktadır.

Hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu arasında varolan ilişkinin niteliği, hasta haklarının kapsamını etkilemektedir. İlişki, sözleşme ile kurulmuş ise, hasta haklarını, sözleşme hükümleri de etkileyecektir. Ancak, hekim ve/veya sağlık kuruluşunun faaliyet alanı, hastanın bedensel varlığıdır. Bu itibarla, hasta haklarının kapsamını sadece, hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu ilişkisi belirlememektedir. Başka bir deyişle, bakım ve tedavi sözleşmeleri, hastanın can güvenliği ile ilgili ödevler yüklediğinden; sözleşmede belirtilsin veya belirtilmesin, hukukun genel ilkelerine göre hekim ve sağlık kuruluşuna bazı yükümlülükler yüklemektedir.

Hasta hakları kapsamını tıbbî etik ve hukuk önemli ölçüde etkilemektedir. Bu alanlardaki gelişmeler ve görüşler, hakkın kapsamının daralmasına veya genişlemesine sebep olmaktadır.

Bu temel kıstaslar doğrultusunda, hasta haklarının kapsamını kişi olarak ve konu olarak belirlemek yararlı olacaktır.

1.5.1. Hasta haklarının kişi olarak kapsamı

Hasta hakları konusu itibarıyla, kişilik hakları içinde mütalaa edilir. Buna göre, kişilik haklarının kapsamını belirleyen kıstasların hasta hakları için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Kişilik hakları, hukuk düzenince kişi olarak kabul edilenlerin tamamı için geçerlidir. Ancak hukuk, kişileri, gerçek kişiler ve tüzel kişiler olarak ayrıma tâbi tutmaktadır. İşte, bu husus gözetildiğinde, hasta haklarının, sadece, gerçek kişiler için söz konusu olduğu; tüzel kişiler için bir anlam taşımayacağı açıktır. Tüzel kişilerin, tıbbî müdahaleye konu olabilecek bir bünyeleri bulunmamaktadır.

Hasta hakları, gerçek kişilerin tümü için geçerlidir. Sağlık hizmetlerinden yararlanan gerçek kişiler, tam bir eşitlik ve genellikle hasta haklarına sahiptirler. Kişinin rüştüne varmaması, vesayet altında olması, aklen malul olması hâli, bu hakka sahip olmasına etki etmemektedir. Sadece, bu hakkın kullanılmasında, bu durumdaki kişiye, hukuksal temsilci yardımcı olacaktır.

Hastalığın türü, niteliği, kişinin görmek istediği bakım ve tedavinin niteliği de, hasta hakkının varlığına etki etmemektedir.

Hasta haklarının tanınmasında, temel hak ve hürriyetlerde olduğu gibi ırk, din, mezhep, dil, cinsiyet ayrımı gibi ilkel ayrımlar gözetilmez. Hatta kişinin toplumsal olarak hakir görülmesi, tutuklu ya da hükümlü olması gibi hususlar da, hasta haklarının genelliği ve eşitliğine etki etmemektedir. Hasta hakları, bir hukuksal statüyle, bir işlemle, bir eylemle alakalı değildir.

Hasta hakları, kişilik hakları içinde mütalâa edilmekle beraber, kendine has özellikler de taşımaktadır. Kişilik hakları, sağ ve tam doğumla başlamaktadır. Bu sebeple, cenin için kişilik haklarından bahsedebilmek oldukça güç olacaktır. Ancak hasta haklarının cenin için de geçerli olduğu kanaatindeyiz. Nitekim, Medenî Kanunda ceninin korunmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu durumda ceninin ileride kişi olma ihtimaline binaen korunması gereği ortaya çıkmaktadır.

Ana rahmine düşmemiş gelecekteki kişilere ilişkin de hukuksal düzenlemeler bulunmaktadır. Medenî Kanunun 525’inci maddesine göre, bu kişiler son mirasçı olarak atanabilirler. Bu durumda, hasta hakkı kavramının bu kişiler için de geçerli olup olmayacağı hususu ortaya çıkmaktadır. Günümüz tıbbî gelişme düzeyinde, bu tür müstakbel kişilerin doğrudan tıbbî müdahalelere konu olmaları, sağlık hizmetlerinden faydalanmaları söz konusu değildir. Bu sebeple, hasta haklarının bu tür müstakbel kişiler için geçerli olmayacağını düşünmekteyiz.

1.5.2. Hasta haklarının konu olarak kapsamı

Hasta haklarının doğuş ve gelişim sürecini gözetmek, bu hakların konu olarak kapsamını tespit etmemizi kolaylaştıracaktır.

Hasta-hekim ilişkisi, günümüzdeki gelişmeye kadar paternalistti. Hasta, hekime tam bir güven içinde teslim olmaktaydı. Hekim, hasta için en doğru ve yararlı olanı seçerdi. Hekimin, hastaya karşı sorumluluğu, hekimin hesap vermesi derecesinde değildi.

Günümüz sağlık alanındaki gelişmeler, sağlık alanının sektörleşmesi ile birlikte klâsik hasta-hekim ilişkisi son bulmuştur. Artık hastaya, hekim ve diğer sağlık personelinin bir araya gelerek meydana getirdiği sağlık kuruluşları, bakım ve tedavide bulunmaktadır. Hastanın, tarihi süreçteki zaten pasif ve teslimiyetçi rolü, bu durumla birleşince, daha da mağduriyeti söz konusu olmaktadır.

Hasta hakları, bu olumsuzlukların hasta lehine değişmesi amaçlı olarak ortaya çıkmıştır.

Hasta, kişi olmanın doğal sonucu olarak, içinde bulunduğu ruh halinin gözetilmesini ister.

Hasta hakları, özünde, temelinde, insan haklarının ve değerlerinin sağlık hizmetlerine uygulanmasıdır. Herkesin, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır. Maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme kapsamında, sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi yararlanması, gerekli bakım ve tedaviyi görmesi gerekmektedir. Bu sebeple, hasta hakkının esas kapsamı bakım ve tedavidir.

Hasta bakım ve tedaviyi görmekte iken; yukarıda belirtildiği üzere, kişi olması ve kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olmasının doğal sonucu olarak, iradesinin esas alınması gerekmektedir. Buna göre, bakım ve tedavinin hastanın iradesi doğrultusunda yapılması, hastanın onayının alınması gerekmektedir.

Hastanın, kendisine yapılacak bakım ve tedavi hakkında, geçerli bir onayda bulunabilmesi için yeterli oranda bilgilendirilmesi gerekir. Buna “hastanın bilgilendirilme, aydınlanma hakkı” denir.

Sağlık hizmetinden yararlanmada, gerek sağlık hizmeti sonucunda ve gerekse de hastanın bizzat açıklaması ile özel yaşamına ilişkin bilgiler, sağlık çalışanına aktarılmaktadır. Bakım ve tedavi amacıyla hastaya ait bilgilerin sağlık personeline açıklanması, bu bilgilerin üçüncü kişilere aktarılmasını doğurmaz. Bu şekilde paylaşılan bilgilerin üçüncü kişilere karşı korunması, bakım ve tedavinin hastanın kişilik haklarının ihlâlini doğurmayacak şekilde yürütülmesi, mahremiyet ve özel hayat hakkını gerektirir.

Hasta lehine tanınan bütün bu yetkilerin, hukuk düzenince korunduğundan bahsedebilmek için, bu hakların ihlâlinde, hastanın başvuru hakkının olması gerekmektedir. Hasta haklarına uyulmadığı takdirde, haklarına uyulmasını isteme; zarara uğradığında, zararının giderilmesini isteme hakkına sahip olmakla, bu yetkiler önem taşır. Bu sebeple, hastanın son ve en önemli haklarından birisi de “başvuru hakkı”dır.

Hasta hakkının kapsamını oluşturan “aydınlanma”, “onay”, “bakım ve tedavi,” “mahremiyet ve özel hayat” ve “başvuru” hakkını sağlık hizmetlerinin işleyişi esasıyla, sırayla açıklığa kavuşturulması gerekir.

2. Hasta hakları

2.1. Aydınlanma hakkı

Hastanın aydınlanma hakkı, diğer haklarının temeli ve ön koşuludur. Aydınlanma hakkı, hastanın Anayasa teminatı altında olan “kendi geleceğini bizzat belirleme hakkı”nın somutlaşmasına hizmet eder.(18) Hasta, tıbbî durumunu bildiği takdirde geleceğini de belirleme imkanına sahip olacaktır.

Hukukumuzda, hastanın aydınlanma hakkına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Tıbbî Deontoloji Nizamnamesinin 14/2’nci maddesine göre, hastalığın artması ihtimali bulunmadığı takdirde, teşhise göre alınması gereken tedbirler, hastaya açıkça söylenmelidir. Aynı Tüzüğün 26/2’nci maddesi, konsültasyon neticesinin hastaya bildirilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanunun 7’nci maddesine göre, hekimin vericiyi ve alıcıyı aydınlatması gerekir.

Hekimin hastayı aydınlatması, sadece hukukî bir zorunluluk değildir. Hastanın aydınlatılması, tıbbî etiğin de gereğidir.

Aydınlanma hakkı, hastanın sağlık hizmetleri, teşhis, tedavi, tedavi süreci ve tedavi sonucu konusunda aydınlatılmasını gerektirir.

Hastanın sağlık hizmetleri konusunda aydınlatılması, hastanın sağlık kuruluşunun işleyişi hakkında bilgilendirilmesini ifade eder. Hastaya, sağlık kuruluşunda uymak zorunda olduğu kurallar, hakları, muhtemel durumlarda yardım isteyebileceği kişi veya birim, sağlık hizmetinin mahiyeti, ödeme koşulları, ödemeyi nereye, nasıl ve ne şekilde yapması gerektiği konusunda yeterli bilgi verilmelidir. Hastanın özellikle tedavi maliyetleri konusunda aydınlatılmaması, bazı olumsuz sonuçlara neden olmakta, hastanın geç taburcu olması veya hukuksal ihtilâflara sebep olabilmektedir.

Hasta, başvurmuş olduğu sağlık teşkilâtının kendisine yakındığı hastalık konusunda yeterli ve gerekli yardımı yapıp yapamayacağı, personelin ve/veya imkanların yapılması gereken tedavi için yeterli olup olmadığı, yeterli değilse hangi kurum veya hastaneye başvurması gerektiği konularında, yeterli ve zamanında bilgilendirilmelidir.

Hasta, sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda, sözlü veya yazılı olarak bilgi isteme hakkına sahiptir (Hasta Hakları Yönetmeliği md. 15).

Kural olarak, hasta, kendisine tıbbî yardımda bulunacak hekim tarafından bizzat tıbbî müdahale öncesinde hastanın anlayacağı şekilde aydınlatılmalıdır.

Bununla birlikte, tıbbî müdahalenin niteliği, ivediliği, hastanın kişiliği, aydınlanmaya ilişkin iradesi gibi hususlar aydınlanma hakkının kapsamını etkilemektedir.

Tıbbî müdahale ivedi ise, hastanın aydınlatılması azalmakta veya ortadan kalkmaktadır (1219 sayılı Yasa madde 70). Tıbbî müdahale ivedi değilse hasta ayrıntılı olarak aydınlatılmalıdır.

Tıbbî müdahale sonucunda, zorunlu olarak ortaya çıkacak komplikasyonlar önemli ise, hasta mutlaka bilgilendirilmelidir. Örneğin, hastanın çocuk yapma yeteneğinin kaybolması söz konusu ise, bunun mutlaka hastaya anlatılması gerekir. Buna karşılık, tıbbî müdahale sonucunda zorunlu olarak ortaya çıkan, makul bir hasta tarafından da kabul edileceği olağan bulunan komplikasyonlar hakkında, hastanın aydınlatılması gerekmeyebilir.(19) Yargıtay, haklı olarak, tıbbî müdahale sonucunda mayubiyetin meydana gelebileceğinin açıkça hastaya anlatılması görüşündedir.(20)

Hastanın tutumu da aydınlatmanın kapsamını etkilemektedir. Hekimin aydınlatmasıyla yetinmeyip ayrıca bilgi isteyen hastanın, ayrıntılı bilgilendirilmesi gerekmektedir.(21)

2.2. Onay hakkı

Tıbbî müdahalelerin veya daha geniş kavram olan sağlık hizmetlerinin konusu, kişinin maddî ve manevî varlığı, beden tamlığıdır. Bu itibarla, sağlık hizmetlerinden yararlanıp yararlanmama, tıbbî müdahaleyi kabul veya ret etme konusunda kişinin bir karar vermesi, yaşama, maddî ve manevî varlığını geliştirme hakkının gereğidir. Bu hakkı kullanması, tıbbî müdahaleye yönelik irade açıklamasında bulunması ile gerçekleşecektir. İşte, bu irade açıklamasına, hastanın “onay hakkı” denir. Bu irade açıklaması, tıbbî müdahaleye tam onay, kısmen onay ya da tıbbî müdahaleyi ret şeklinde olabilir.

Kanımızca, onayın soyut ve genel olarak verilmesi yeterlidir. Ancak onay belli bir hekim için verilmişse ve/veya belli bir şikâyetin giderilmesi için verilmişse bunun esas alınması gereklidir.

Onayın geçerli olabilmesi için hastanın bilgilendirilmesi gerekir. Bununla birlikte onayın hasta tarafından verilmesi; onayın tıbbî müdahaleye ve sağlık hizmetini vermeye ehil kişilere yönelik olması gerekir.

Onay, tıbbî müdahalenin ön koşulu olduğundan, bu ön koşul gerçekleşmeden tıbbî girişimin yapılmaması gerekir. Bu nedenle, hasta, tıbbî müdahalenin gerçekleştirilmesinden önce veya en geç tıbbî müdahale sırasında, onayını bildirmelidir (Biyoetik Sözleşmesi md.5/1).(22, 23)

Mevzuatın öngördüğü istisnalar dışında, onay, herhangi bir şekle bağlı değildir (Hasta Hakları Yönetmeliği md. 28). 1219 sayılı Yasa, büyük cerrahi ameliyatlarda hastanın yazılı onay vermesi gerektiğini hükme bağlamıştır. Yine organ ve doku alınabilmesi için, vericinin yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması gerekir (2238 sayılı Yasa madde 6). Yargıtayda bir kararında, “hekimin, yaptığı ameliyatın çok ağır sonuçlar doğurabileceğini hastaya anlatarak, onun bu muhtemel sonuçlara rağmen ameliyatı istediğine ilişkin onayını almış olması gerektiğini” belirtmiştir.(24)

Kural olarak, hastanın onayı alındıktan sonra tıbbî müdahalede bulunulmalıdır. Ancak bazı hallerde onay alınması mümkün olamamakta ve bazı hallerde de verilen onay esas alınmamakta ya da hiç aranmamaktadır. Hastaya tıbbî müdahalenin yapılması çok acil ise ve hasta onay verebilecek durumda değilse, onayın alınmasına gerek yoktur. Kişinin trafik kazası sonucu ağır yaralanması ve şuurunu kaybetmesi halinde, durum budur.

2.3. Bakım ve tedavi hakkı

Bakım ve tedavi, hekim ve diğer sağlık personelinin hastaya yönelik belli nitelik ve kapsamlara haiz tıbbî faaliyetleridir. Burada sadece hekimin değil, diğer sağlık personelinin, doğrudan veya dolaylı olarak, hastanın acılarını dindirme, iyileştirme, tıbbî müdahale süresince hastanın kişisel ihtiyaçlarını karşılamaya ilişkin tüm faaliyetleri, bakım ve tedavi hakkının konusunu oluşturmaktadır. Anlaşılacağı üzere, bakım ve tedavi hakkının konusu, birbiri içine geçen ve aynı zamanda belli aşamalar da seyreden pek çok faaliyeti içerir.

Bakım ve tedavinin konusunun birinci aşaması tanıdır. Hastanın yakındığı, giderilmesini istediği hususun tespitidir. Tanı, tedavinin temelini oluşturmaktadır.

Bakım ve tedavinin ikinci basamağı ise, sağlık hizmetinden yararlanan kişinin konulan tanıya göre biyolojik, psikolojik, fizyolojik bozuklukların giderilmesine ilişkin hekimlik faaliyetleridir. Bu hekimlik faaliyetlerine “tedavi” de denilmektedir. Tedavi; hastalığı önlemek, ortadan kaldırmak veya iyileşmesini çabuklaştırmak, hastalığın tehlikelerini azaltmak, yarattığı ızdırapları teskin etmek, arazlarını ortadan kaldırmak veya hafifletmek için alınan tedbirlerin, uygulanan ilaçların veya cerrahi müdahalelerin bütününü ifade eder (Tıbbî Deontoloji Nizamnamesi madde 13).(25)

Hekim ile hasta arasındaki ilişkinin niteliği ne olursa olsun hastanın en temel hakkı, dolayısıyla hekimin asıl edimi hastayı tedavi etmektir.(26) Tıbbî faaliyetin özü, hasta hakkının özü, bakım ve tedavidir. Hastanın aydınlanması, onayın alınması, bakım ve tedavi öncesi gözetilmesi gereken hususlar olup bunların da amacı, doğru bakım ve tedavinin sağlanmasıdır.

Yukarıda değinilen hususlar, hasta ile hekim arasındaki ilişkinin niteliği ne olursa olsun geçerli olacak hususlardır. Hasta-hekim, hasta-sağlık kuruluşu arasındaki hukuksal ilişkinin niteliğine göre, bakım ve tedavi hakkının konu ve kapsamı genişlemekte veya daralmaktadır. Yapılan sözleşmede hastaya yapılacak tıbbî müdahalenin niteliği, şekli, süresi, bakım ve tedavi süresince barınma, yeme ve diğer temel ihtiyaçların karşılanması hükme bağlanmış olabilir. Bu şekilde yapılacak sözleşmelerde belirtilen edimler de bakım ve tedavi hakkının konusunu teşkil edecektir.

Sağlık hizmetlerinin özünü oluşturan bakım ve tedavi, hasta hakları açısından ele alındığında, bazı hususları kapsaması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bakım ve tedaviyi yapacak hekimin hasta tarafından seçilebilmesi; bakım ve tedavinin meslekî özen içinde tıp biliminin gereklerine göre yapılması, sosyal açıdan kaliteli sağlık hizmeti niteliğinde olması ve ekonomik olması gerekir. Hasta, bakım ve tedaviyi alırken gerek fizikî koşullar açısından ve gerekse de başka bir hastalığa yakalanmamak açısından güvende olmalıdır.

Bakım ve tedavinin yukarıda belirtilen hususların kapsaması gerektiği mevzuat hükümlerinde hükme bağlanmış olup (Tıbbî Deontoloji Nizamnamesi, Hasta Hakları Yönetmeliği, Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun) yargısal kararlara da konu olmaktadır.(27, 28, 29)

2.4. Mahremiyet ve özel hayat hakkı

Kişinin bakım ve tedavi amacıyla ya da başka bir sebeple açıklamak zorunda olduğu, ancak, toplumdaki tüm bireylerin bilgisinden saklamak istediği yaşam alanına, “mahremiyet” denir. “Özel hayat (yaşam) alanı”nı ise, bizzat kendisi tarafından oluşturduğu ve/veya önemsediği değerler ve yaşam tarzı oluşturmaktadır. Bu değerler içinde, kişinin inanışları, felsefi düşüncesi, hayata bakış açısının oluşmasında etkili olan hususlar da yer almaktadır. Mahremiyet ve özel hayat alanı, birlikte anıldığında, kişinin başkasının bilgisinden sakladığı şeyler, yaşamsal değerleri ve yaşama tarzının önemsenmesini ve korunmasını kapsamaktadır.

Mahremiyet ve özel hayat alanının hukuk tarafından tanınması, bunun hak olarak tanımlanmasını doğurmaktadır. Böylece, mahremiyet ve özel hayat alanı, hukuksal olarak korunmaya alınmış, bu alana tecavüz niteliğindeki eylemlere karşı korunma sağlanmış olunur.

Hekim, klâsik muayene ile hastanın vücut yapısını, prognoz ile geçmişini öğrenecek; gerekirse ek sorular sorarak özel yaşamına ilişkin bilgilere sahip olacak; yapacağı tetkik ve tahlillerle de hastanın da bilmediği bilgilere sahip olacaktır. Görüldüğü gibi her tıbbî müdahale, hasta için özel yaşamına müdahale anlamını taşımaktadır.

Nelerin hastanın mahremiyet ve özel yaşam hakkının konusunu oluşturduğunun tespiti, her tıbbî müdahale için ayrı ayrı değerlendirmeyi gerektirir. Genel bir hasta tipinden hareketle hastanın özel hayat hakkının belirlenmesi yanlış olacaktır.(30) Hastanın mahremiyet ve özel yaşama hakkının konusunun tespitinde, öncellikle, somut hasta tipi esas alınmalıdır. Hekim, hasta ile ilgili bilgilerde, kendi değer yargılarına göre değerlendirme yapamaz. Hekimin değer yargılarına göre, hastanın mahremiyet ve özel yaşam alanının tespiti mümkün değildir.

Hastanın mahremiyet ve özel hayat hakkının kapsamı, tıbbî etik tartışmalarına ve mevzuat hükümlerine konu olmuştur. Bu konuda esaslı düzenleme olarak kabul edilebilecek Hasta Hakları Yönetmeliğinin 21’inci maddesi, aynen şöyledir:

“Hastanın mahremiyetine saygı gösterilmesi esastır. Her türlü tıbbî müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir. Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu isteme hakkı; hastanın sağlık durumu ile ilgili tıbbî değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesini; muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik oranında gerçekleştirilmesini; tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının bulunmasına izin verilmesini; tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbî müdahale sırasında bulunmamasını; hastalığın mahiyeti gerektirmedikçe, hastanın şahsî ve ailevi hayatına müdahale edilmemesini; sağlık harcamalarının kaynağının gizli tutulmasını kapsar. Ölüm olayı, mahremiyetin bozulması hakkını vermez.”

Hastanın mahremiyet ve özel hayat hakkı, hekim ve diğer sağlık personelinin hasta hakkında edindiği bilgileri, üçüncü kişilere aktarmamasını, hasta ile ilgili bilgilerin saklanmasını gerektirir. Hastanın bu hakkı, tıbbî etik ve anayasal haktır (Anayasa madde 20).

Hasta ile ilgili bilgi ve belgelerin üçüncü kişilere karşı korunması, özel yaşamın masumiyetini ifade eder. Ancak hasta ile ilgili özel yaşam bilgilerinin masumiyeti ilkesi, her zaman mutlak değildir. Bazı hallerde, hasta ile ilgili bilgi ve belgelerin açıklanması yapılmaktadır. Üstelik bu durum, hastanın özel yaşamının ihlâli sonucunu doğurmamaktadır. Bu hallerin çoğu kanunda belirtilmiştir. Daha çok Umumî Hıfzıssıhha Kanununda düzenlenen bu istisnalar toplum sağlığı ve güvenliği amaçlı olup kolera, veba, tifo, cüzzam, kızamık, kuduz gibi sari ve salgın hastalıklara ilişkindir. Bu hastalıklardan birisine tutulduğu tespit edilen kişileri kimlik bilgileri ve durumlarının ilgili birimlere bildirilmesi zorunludur. Bazen de hastanın onayı ile mahremiyet ve özel hayat alanına ilişkin bilgiler açıklanabilir.

2.5. Başvuru hakkı

Tıp etiği ve hukuk tarafından hasta lehine tanınan yetkilerin anlam kazanabilmesi, bu yetkilerin güvence altına alınması ile olur. Bunun için hasta lehine tanınan yetkilerin ihlâli halinde; hastanın ihlâlin engellenmesini isteme, ihlâl edilmişse telafisini talep etme hakkı olmalıdır.

Hasta, sağlık hizmeti alırken karşılaştığı sorunların çözümü için çeşitli başvuru imkanlarına sahiptir. Yapılacak başvuru, etik, idarî ve yargısal nitelik taşıyabilir. Belirtmek gerekir ki, hasta lehine tanınan yetkilerin, güvencesiz olması ve özellikle hukuksal güvence taşımamaları, bu yetkilerin hak olarak nitelendirilmemesini doğurur. Bu itibarla, başvuru hakkı, hasta lehine tanınan yetkilerin hak olarak nitelendirilmesinin esasını teşkil eder.

Hasta-hekim ilişkisinin güvene dayandığı ilk dönemlerde hastanın güvencesi, sadece tıp mesleğinin etik kurallarıydı. Hekim, babacan tavrıyla hastanın haklarını korumakta, hasta bir hak talep etmeksizin hekime teslim olmaktaydı. Hasta haklarının gelişmesi ile hasta lehine tanınan yetkiler, hem hukuksal güvenceye bağlanmış oldu, hem de hakların etik olarak korunması, daha da gelişti.

Hasta haklarının etik güvencesi, etik kuralların hasta lehine daha da belirginleşmesi, tıp uygulamasındaki pratiğin etik kurum ve kuruluşlarca tartışılıp değerlendirilmesi, etik yaptırımların uygulanması ile belirginleşmektedir. Ayrıca, hasta haklarının tanımlanıp korunmasında hukukun etik kurallardan yararlanması ile de etiğin hukuksal alana kayarak güçlenmesini sağlamıştır.

Hasta hakları konusundaki gelişmenin en önemlisi, hasta lehine tanınan yetki ve irade beyanlarının hukuk tarafından kabul edilmesidir. Bu yetki ve irade beyanlarının hukuk tarafından benimsenmesi ile hukuksal güvence sağlanmıştır. Hukuksal güvence ile hasta haklarının ihlâli, hukuksal yaptırıma bağlanmıştır. Hukuksal yaptırım, diğer sosyal kuralların yaptırımından en güvenceli olanıdır. Bu itibarla, hasta haklarının en büyük güvencesi hukuksal güvencedir.

Hasta haklarının hukuksal güvenceye kavuşması, hastaya karşı yükümlülük içinde olacak kişi ve kuruluşların daha dikkatli davranmalarını sağlamaktadır.

Hasta haklarının hukuksal ve etik güvencesinin yanında, temel güvencelerinin de olması gerekmektedir.

Temel güvencelerinin başında, hastanın, hakları konusunda bilgi sahibi olması gelir. Hasta, haklarını bildikçe haklarına sahip olacaktır.

Hasta belirtilen tüm haklarının ihlâlinde başvuru hakkını kullanabilir.

İdarî başvuruyu kendisine sağlık hizmeti veren birime yapmalıdır.

Etik başvuruyu, etik kurullara ve meslekî kuruluşlara yapabilir. Meslekî kuruluşların en etkili ve yaygın olanı tabip odaları ve üst birlikleridir.

Yargısal başvuruyu ise yargı organlarına yapmalıdır. Yargı organları Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemelerdir.

Yargısal başvurularda hastanın iki temel talebi olacaktır: Zararının tazmini ve sorumlunun cezalandırılması.

Hasta, zararının tazminini, tazminat davası ile talep edecektir. Tazminat talebi ise, iki türlü olabilir: Birincisi, hastaya verilen zararın maddî olarak tazminidir. Maddî tazminat talebinde hasta, tedavi yüzünden uğradığı kazanç kaybını isteyecektir. Ayrıca meydana gelen zararın yeni bir tedaviyi gerektirmesi halinde bu tedavi giderini de talep edecektir. Hasta, meydana gelen zararla, kısmi veya daimi zaafa uğramışsa bunun giderilmesini isteyebileceği gibi, ölmesi halinde bakmakla yükümlü olduğu kişiler de tazminat talebinde bulunabilirler.

İkinci tazminat talebi ise, manevî tazminattır. Manevî tazminat talebinde hasta, yanlış bakım ve tedavinin kendisi için doğurduğu olumsuz manevî zararın giderilmesini talep edecektir.

Yargı mercilerinin, sağlık kuruluşunun ve/veya sağlık personelinin hastaya tazminat ödemelerine karar verebilmesi için hastanın başvurusu zorunludur. Ancak ceza hukuku açısından sağlık personelinin takibata uğraması için kural olarak hastanın başvurusu aranmaz. Ceza hukuku açısından hastanın başvurusu, sadece Cumhuriyet başsavcılığının harekete geçmesini sağlayacaktır. Cumhuriyet başsavcılığınca resen soruşturma yürütülecektir. Sağlık personelinin görevi ihmali, taksirle ölüme sebebiyet vermesi gibi hallerde durum budur. Sağlık çalışanının taksirle yaralamaya sebep olması ve bu yaralamanın 20 günden az mutat iştigale engel nitelik taşıması, basit etkili eylem (TCK madde 456/4) hallerinde ise, yine hastanın şikâyeti aranacaktır.

Sonuç olarak denilebilir ki hasta hakları, temel hak ve değerlerin sağlık alanına yansımasıdır.

Hasta hakları bir ucu açık haklardandır. Bu sebeple, değişim ve gelişim göstermektedir. Ayrıca hasta haklarının içerik ve kapsamı, toplumun ekonomik, sosyal ve bilinç düzeyi ile alakalı olup, bu parametrelere göre gelişim ve değişim göstermektedir.

Kişinin kendi geleceğini belirleme hakkı gereği, sağlık hizmetleri sunumunda, hasta merkezli faaliyet esas alınmalıdır.

Hasta merkezli sağlık hizmeti için hasta-hekim, hasta-sağlık çalışanı, hasta-sağlık kuruluşu iş birliği gereklidir.



KAYNAKÇA

Akdur, Recep, 1997, “Koruyucu Sağlık Hizmetlerinde Etik Sorunlar”, Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s.159-168

Akın, F. İlhan, 1987, Kamu Hukuku, 5. Bası, Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş. İstanbul.

Ayan, Mehmet, 1991, Tıbbî Müdahalelerden Doğan Hukukî Sorumluluk, Kazancı Kitap Ticaret A. Ş., Ankara.

Bayraktar, Köksal, 1972, Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, Sermet Matbaası, İstanbul.

Cihan, Erol, 1997, “Hukukî Açıdan Hasta Hakları” Tıbbî Etik Yıllığı, IV, İstanbul s., 25-29.

Çilingiroğlu, Cüneyt, 1993, Tıbbî Müdahaleye Rıza, Filiz Kitabevi, İstanbul.

Çinko, Mehmet Sıddık, 2001, Hasta Haklarının Hukukî ve Tıbbî Açıdan İrdelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul.

Fişek, Nusret, 1996, “İnsan Hakları ve Hekimlik” Hekimlik ve İnsan Hakları Türk Tabipleri Birliği Deneyimi, 1984-1992, (Derleyen Ata Soyer).

Göze, Ayferi, 1989, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 5. Baskı, Beta Basım Yayım ve Dağıtım A. Ş., İstanbul.

Hamzaoğlu, Onur, 1997,” Sağlıklılık ve Etik” Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s., 151-153.

Hekim Forumu, 1996, “Neden Hasta Hakları”, s., 107, 15, İstanbul Tabip Odası Yayını, s., 4-9

Illıch, İvan, 1995, Sağlığın Gasbı, (Çev. Süha Sertabiboğlu) 1.Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul

Kalaca, Çağrı, 1997, “Hasta Hakları” Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s., 35-52.

Lök, Veli,1996, “İnsan Hakları ve Sağlık” Hekimlik ve İnsan Hakları Türk Tabipleri Birliği Deneyimi, 1984-1992 (Derleyen Ata Soyer).

Ortaylı, Nuriye, 1996, “İğneyi Kendine Çuvaldızı Başkasına” Hekim Forumu, İstanbul Tabip Odası Yayınları, 15, s. 107, s.10-11

Özsunay, Ergun, “Alman ve Türk Hukuklarında Hekimin Hastayı Aydınlatma Ödevi ve İstisnaları” Sorumluluk Hukukundaki Yeni Gelişmeler, 5. Sempozyum, Mukayeseli Hukuk Araştırma ve Uygulama Merkezi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, s. 31-59.

Öztürk, Hafize, 1997, “Etik Alanında Temel Yaklaşımlar”, Etik Bunun Neresinde, Ankara Tabip Odası Yayınları, Ankara, s. 15-25

Terzioğlu, Arslan, 1997 “Tıbbî Etik Açısından Hasta Hakları ve Hekim”, tıbbî Etik Yıllığı, IV, İstanbul. s.7-12.

Yargıtay İkinci Ceza Dairesinin 08.04.1994 tarih, 1994/738, E-2971 K. sayılı kararı, YKD, c. 20, sy. 7, Temmuz 1994

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 17.10.1964 tarih, 6428 E,-4925 K sayılı kararı, (Bayraktar, Köksal, 1972, Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, Sermet Matbaası, İstanbul).

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 07.03.1977 tarih, 1976/ 6297 E-1977/2541 K. sayılı kararı, YKD, c. 4, s. 6, Haziran1978.

Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesinin 14.03.1983 tarih, 1982/7237 E-1983/1783 K sayılı kararı, YKD c. 9, s. 7,

Danıştay Onikinci Dairesinin 25.12.1968 tarih, 1967/788 E-1968/2489 K sayılı kararı, (Hancı, İ. Hamit, 1995, Hekimin Yasal Sorumlulukları (Tıbbî Hukuk), Egem Tıbbî Yayıncılık Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi, İzmir).

Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi, İnsan Hakları ve Biyoetik Sözleşmesi( Biyoetik Sözleşmesi).

“İnsan Hakları İhlâli” İddiaları Bağlantısı İçinde Sağlık ve Hasta Hakları (Mevcut Durum, Tenkitler ve Hâl Çareleri) Konusunda Sağlık Bakanlığı Raporu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TMK m.724'e mesnetle malzeme sahibinin temliken tescil talebinin kabul edilebilmesi için

önalım bedelinin depo edilmesi yargıtay kararı

Bir Taraf Lehine Usuli Kazanılmış Hak Doğmadıkça Hakimin Verdiği Ara Karardan Rücu Edebileceği